tueurdream

"...Üzerine tuhaf bir soğukluk çöktü. Belki sonunda Lydia'yı suyun dibine iten de bu oldu, diye düşündü ve bu düşünce onu boğdu..."

tiny_pretty_rkive

Gerçekten kitaplarını çok severek okuduğum bir yazarsınız ve bu şekilde gitmeniz bir hayli üzücü, zirâ bu platforma başladığımdan beridir sizi biliyorum ve yazılarınızı da beğeniyorum. Umarım tekrardan görüşmek fırsatını yakalarız. 

tueurdream

"...Hannah haklıydı. O akşamüstü, Lydia'nın önerisi üzerine Jack arabayla ikisini tepeden şehir manzarasını gören Point'e götürdü, gölge bir yere park ettiler. Cuma gecesi olsa orası yarım düzine arabayla dolar, bir polis aracı gelip herkesi dağıtana kadar bütün arabaların camları tek tek buğuyla kaplanırdı. Ama şimdi, bir pazartesi gününün aydınlık güneşinde, etrafta kimse yoktu.
          "Ee, Nath ne zaman dönüyor?"
          "Bu akşam galiba." Tabii aslında Lydia, Nath'in saat beş on dokuzda Cleveland'daki Hopkins Havaalanı'na ineceğini biliyordu. Babasıyla beraber saat altı buçuk gibi eve varmış olurlardı. Pencereden, First Federal'in şehir merkezinin tam ortasında yükselen saat kulesine baktı. Dördü beş geçiyordu.
          "Onun evde olmaması tuhaf bir his olmalı."
          Lydia güldü. Acı, küçük bir kahkahaydı bu. "Eminim dört gün ona yetmemiştir. O evden ebediyen ayrılmak için sabırsızlanıyor."
          "Sonuçta onu bir daha görmeyecek değilsin. Geri gelecek. Noel'de. Yaz tatillerinde. Haksız mıyım?" Jack tek kaşını kaldırdı.
          "Belki. Ya da belki sonsuza dek orada kalır. Kimin umrunda?" Lydia, sesindeki titremeyi gidermek için yutkundu. "Benim de kendi hayatım var." Açık pencereden akçaağaçların taze yapraklarında çıkan hışırtı sesleri duyuluyordu. Sonbahardan kalma bir tane helikopter böceği dalların arasından havalanarak daireler çize çize yere kondu. Vücudundaki her bir hücre ayrı titriyordu ama ellerine bakınca onların, kucağında sakin bir şekilde durduğunu gördü.
          Torpidoyu açıp prezervatif kutusunu çıkardı. Tıpkı aylar önce olduğu gibi hâlâ içinde iki tane vardı. 
          Jack'in yüzünde şaşkın bir ifade belirdi. "Ne yapıyorsun?"

tueurdream

"Gitmem lazım." Lydia arabadan sırt çantasını aldı.
            "Üzgünüm." 
            "Üzgün müsün? Ne için? Üzgün olmanı gerektirecek bir şey yok." Lydia çantayı omzuna attı. "Aslında ben senin için üzülüyorum. Senden nefret eden birine âşıksın."
            Ateş püskürten gözlerle Jack'e baktı. Jack sanki suratına su yemiş gibi irkildi. Sonra yüzü tedirginleşti, büzüştü ve kapandı. Tıpkı diğer insanların yanındayken olduğu hâline, o ilk tanıştıkları günkü hâline döndü. Sırıttı ama daha çok yüzünü ekşitmiş gibiydi.
            "En azından ben başkalarının bana ne istediğimi söylemesine izin vermiyorum." dedi. Lydia, sesindeki o aşağılanmayı duyunca irkildi. O sesi aylardır duymamıştı. "En azından ben kim olduğumu biliyorum. Ne istediğimi de." Gözlerini kıstı. "Peki ya siz, Bayan Lee? Siz ne istiyorsunuz?"
            Tabii ne istediğimi biliyorum, diye düşündü ama ağzını açtığında içinin boş olduğunu fark etti. Beyninin içinde kelimeler -doktor olmak, popüler olmak, mutlu olmak- cam bilyeler gibi oradan oraya sıçrayıp sonunda sessizliğin içine dağılıp kayboldular.
            Jack aşağılarcasına güldü. "En azından ben sürekli başkalarının bana ne yapacağımı söylemesine izin vermiyorum. En azından korkmuyorum."
            Lydia yutkundu. Jack'in bakışları altında derisi yüzülüyormuş gibi hissediyordu. Bir an ona vurmak geldi içinden ama bu hareketi yeterince acı verici olmazdı. Derken onun canını en çok nasıl yakacağını anladı.
            "Eminim Nath bütün bunları duymak isteyecektir." dedi. "Eminim okuldakiler de öyle. Sence de öyle değil mi?"
            Jack gözlerinin önünde iğne batırılmış balon gibi söndü.
            "Bak... Lydia." diye söze başladı ama o çoktan arabadan inip kapıyı arkasından çarpmıştı bile..."
Reply

tueurdream

"Sakın bana bir anda ahlak sahibi olduğunu söyleme." dedi azarlar gibi. "Yoksa senin için yeterince iyi değil miyim?"
            Jack iç çekerek, "Lydia." dedi. Sesi pamuk gibi yumuşaktı. "Sorun sen değilsin."
            "Ne o zaman?"
            Uzun bir sessizlik... O kadar uzundu ki Lydia bir an Jack'in cevap vermeyi unuttuğunu sandı. Nihayet ağzını açtığında, sanki asıl demek istediği dışarıda, karaağaçların ötesinde, gölün ve  altlarındaki her şeyin ötesindeymiş gibi başını pencereye çevirdi. "Nath."
            "Nath mi?" Lydia gözlerini devirdi. "Nath'den korkma. Onun bir önemi yok."
            "Var." dedi Jack. Hâlâ camdan dışarı bakıyordu. "Benim için var."
            Bütün bunları idrak etmesi Lydia'nın birkaç dakikasını aldı ve sanki Jack'in yüzünün şekli ya da saçlarının rengi bir anda değişmiş gibi ona bakakaldı. Jack, başlatmasıyla yüzük parmağının altını ovaladı ve Lydia, onun doğruyu söylediğini, bu gerçeğin uzun, hem de çok uzun zamandır var olduğunu anladı.
            "Ama..." Lydia sustu. Nath mi? "Sen hep... yani herkes biliyor..." İstemeden arka koltuğa, yumak hâlinde bir kenarda duran rengi solmuş battaniyeye baktı.
            Jack'in yüzünde acı bir tebessüm belirdi. "Nasıl başardın? Herkes seni bütün o kızlar yüzünden şey sanıyor... ama sen o kişi değilsin." Lydia'ya yan yan baktı. Açık pencereden esen rüzgâr saçlarını dalgalandırdı. "Kimse şüphelenmesin diye."
            Şimdi Lydia'nın kafasında yaptıkları konuşmalardan parçalar canlanıyordu ama hepsinin tonu farklıydı bu sefer: "Ağabeyin nerede? Nath ne diyecek? Ağabeyine takıldığımızı ve benim çok da kötü biri olmadığımı söyleyecek misin?" Lydia ne demişti peki? "Bana asla inanmaz." Yarısı boş prezervatif kutusu aval aval ona bakıyordu. Lydia kutuyu yumruğuyla sıkıp ezdi. Kendini tekrar, Seni tanıyorum, derken duydu ve irkildi. Nasıl bu kadar aptal olabildim, diye düşündü. Onu nasıl bu kadar yanlış anlamış olabilirim? Her şeyi nasıl bu kadar yanlış anlamış olabilirim?
Reply

tueurdream

"Sorun değil. Merak etme. Hiçbir şeyden pişman olmayacağım." Jack'e o kadar yakındı ki, teninin o mis gibi tuzlu kokusunu alabiliyordu. Bir eliyle bacağına dokunarak, "Sen aslında hiç de insanların düşündüğü gibi biri değilsin." dedi. "Herkes, bütün kızlarla birlikte oluyorsun diye hiçbir şeyi takmadığını sanıyor. Ama bu doğru değil. Sen bu değilsin, değil mi?" Göz göze geldiler. Mavi, maviyle buluştu. "Seni tanıyorum." 
            Tam Jack bir şey söylemek üzereyken, Lydia sanki suya dalıyormuş gibi derin bir nefes aldı ve onu öptü.
            Daha hiç kimseyle öpüşmemişti ve bu -her ne kadar kendi bilmese de- tatlı bir öpücüktü, çekingendi. Ufak bir kız çocuğu öpüşü gibiydi. Kendi dudakları altındaki dudakları ılık, kuru ve hareketsizdi. Üzerine sinen bütün o duman kokusunun altında sanki ormandan yeni çıkmış gibi kokuyordu. Yapraksı ve yeşil. Kadife nasıl bir his veriyorsa, onun da kokusu öyleydi. Elini üzerinde gezdirip ardından yüzünü bastırmak geliyordu içinden. Lydia'nın beyni o an, tıpkı filmlerdeki gibi, ileri sardı. Beraber arka koltuğa tırmandıklarını, arzularına çok yavaş gelen ellerle birbirlerinin üzerinde yuvarlandıklarını düşündü. Elbisesinin ensesindeki bağını çözdüğünü, giysilerini çıkardıklarını, Jack'in üzerine çıktığını düşündü. Bugüne kadar tecrübe etmediği ve işin doğrusu, hayal dahi edemeyeceği her şey beyninde canlandı. Nath eve geldiğinde, değişmiş olacaktı. O akşam Nath ona Harvard'da gördüğü bütün o yeni şeyleri anlatırken, onun da anlatacak yeni bir şeyi olacaktı.
            Ve derken Jack, son derece kibarca geri çekildi.
            "Çok tatlısın." dedi.
            Gözleriyle onu süzdü ama -ki Lydia bile bunu içgüdüsel olarak anlamıştı- bakışları bir âşığınki gibi değildi. Tıpkı düşüp bir yerini yaralayan çocuklara bakan yetişkinlerinki gibi şefkatliydi. Lydia'nın o an tüyleri ürperdi. Başını kucağına eğerek saçlarının ateş gibi yanan yüzünü kapatmasına izin verdi. Ağzının içi acı bir tatla doldu.
Reply