vante613

Hiç gerçekleşme ihtimalinden delicesine korktuğunuz bir şey oldu mu? O kadar acı veren bir şey ki bu şey, aklınıza ihtimali bile düştüğünde zihninizi susturmak için binbir türlü çabaya girdiğiniz bir şey oldu mu hiç? Herhangi bir ihtimal bu kadar ürküttü mü yüreğinizi? Bununla yüzleşmek fikrinin zerresi bile acıdan kesti mi nefesinizi ya da aldığınız her nefes battı mı göğsünüzün tam ortasına? Bu kadar dehşet bir şey var oldu mu hiç hayatınızda? Cevabı "Hayır." olanlar, dilerim böyle bir şey asla yaşamazsınız. Ben de yaşamamayı dilerdim ömrümün sonuna kadar ancak bugün tüm bu sorulara "Evet." demek zorunda kaldım. Bu evet, o kadar ani ve beklenmedik bir anda çarptı ki suratıma hala gerçekliğini sorguluyorum. Sanırım uzunca bir süre daha sorgulamaya da devam edeceğim. Zaten böyle bir şey nasıl kabullenilir ki ya da kabullenebilinir mi? Bu soruya uzun zaman önce evet diyenler, yalvarıyorum, bir şey söyleyin. Bu kadar acı bir şey nasıl kabullenilir de yüzleşilir? İnsan delirmiyor mu acıdan ya da öfkeden, kendini yiyip bitirmekle mi kalıyor sadece? 
          	Peki, hayatınızda hiç birisinden nefret etmemek için binbir türlü çabaya girdiğiniz oldu mu? O kişiyi sevmek için gördüğünüz her kırıntıya dahi tutunup, yetmeyip bunlarla kendinizi avutup sonrasında da "Sanırım sevmem için bu bile yeterli." diyip de nefrete karşı direndiniz mi hiç? Bir de tam "Evet ya, seviyorum artık." dedikten sonra hayat nefret etmeniz için en sert darbeleri suratınıza vurduğunda yine de direnmeye devam ettiniz mi? 
          	

vante613

Bir de korkuyorum. Çok korkuyorum. Geriye kalan tüm kötü ihtimallerin gerçekleşmesinden, nefretin beni sarıp sarmalamasından, asla istemediğim o hale bürünmekten çok korkuyorum. Ağlamak istiyorum, ağlayamıyorum. Bağırmak istiyorum, yapamıyorum. Susmak istemiyorum, susuyorum. Yapayalnız olmamama rağmen öylece kalakalmış hissediyorum. Düşünmek beni öldürüyor, düşünmeden edemiyorum. Geçsin istiyorum ama geçmeyeceğini biliyorum. Gün geçtikçe düşüyorum ama sanki her gün bir yeni adım atıyormuş gibi davranmaktan kaçınamıyorum. Kendimi kaybediyorum. Kendimi tanımak için hevesle çıktığım bu yolda hiç bulamadan kendimi kaybediyorum. Ve en kötüsü engel olamıyorum. Anlatamıyorum, artık doğru düzgün yazamıyorum, kendi içimde çözemiyorum. Beni, benden başka kimsenin kurtarmayacağının bilinciyle bu karanlığa çekilmeye devam ediyorum. Ve son bir şey merak ediyorum: Karanlık nedir?
Reply

vante613

Hayatta her zaman sevginin nefretten daha güçlü bir duygu olduğunu savundum. İnsan sevdiği sürece her şeyi atlatabilir, her şeyin üstesinden gelebilir sandım. Saf sevgiye inandım; karşılık beklemeyen, sebep ya da sebepler aramayan, kendiliğinden oluşan sevgiye inandım. En güçlüyü hep sevgi gördüm. Ama bugün öğrendim ki onu her zaman yıkmaya gücü yetmese bile üzerine gölgesini düşürecek kadar büyük ve güçlü başka bir şey gördüm. Hayır, tanıdım. Hayır, yaşadım. Nefret. Sevgi gibi bir saflığa ihtiyaç duymadan tam tersi her gerekçeyi benliğine katarak büyüyen ve insanı ele geçiren asıl duygu, nefret. Hayatımda hiç bu iki aşırı uç aynı kişi üzerinde hakimiyet kurmamıştı. Ancak şimdi öyle bir haldeyim ki tüm vücudumu titreten, gözyaşlarımı akıtan, yüreğimin ortasına koskoca bir taş atan ve kalbimi böyle hızlandıran şeyin ne olduğunu bilemiyorum. Ne nefret olsun istiyorum sebebi ne de sevgi. Öyle bir acı ki bu, sadece hiçbir şey hissetmemek istiyorum. Bunu kabullenmek, bununla yüzleşmek ve bununla yoluma devam etmek istemiyorum. Bunların hiçbirini yaşamak istemiyorum. Bilmek istemiyorum. Duymak istemiyorum. Görmek istemiyorum. Ben sevmek istemiyorum, nefret etmek istemiyorum. Yemin ediyorum, yalnızca bir hiç gibi hissetmek istiyorum, her anlamda. Tatmayım bu hisleri, iyi ya da kötü düşmesin yüreğime istiyorum. O kadar ağır ki kaldıramıyorum. Çıldırıyorum, elimden bir şey gelmemesine ve gelmeyecek olmasına ölesiye çıldırıyorum. 
Reply

vante613

Hiç gerçekleşme ihtimalinden delicesine korktuğunuz bir şey oldu mu? O kadar acı veren bir şey ki bu şey, aklınıza ihtimali bile düştüğünde zihninizi susturmak için binbir türlü çabaya girdiğiniz bir şey oldu mu hiç? Herhangi bir ihtimal bu kadar ürküttü mü yüreğinizi? Bununla yüzleşmek fikrinin zerresi bile acıdan kesti mi nefesinizi ya da aldığınız her nefes battı mı göğsünüzün tam ortasına? Bu kadar dehşet bir şey var oldu mu hiç hayatınızda? Cevabı "Hayır." olanlar, dilerim böyle bir şey asla yaşamazsınız. Ben de yaşamamayı dilerdim ömrümün sonuna kadar ancak bugün tüm bu sorulara "Evet." demek zorunda kaldım. Bu evet, o kadar ani ve beklenmedik bir anda çarptı ki suratıma hala gerçekliğini sorguluyorum. Sanırım uzunca bir süre daha sorgulamaya da devam edeceğim. Zaten böyle bir şey nasıl kabullenilir ki ya da kabullenebilinir mi? Bu soruya uzun zaman önce evet diyenler, yalvarıyorum, bir şey söyleyin. Bu kadar acı bir şey nasıl kabullenilir de yüzleşilir? İnsan delirmiyor mu acıdan ya da öfkeden, kendini yiyip bitirmekle mi kalıyor sadece? 
          Peki, hayatınızda hiç birisinden nefret etmemek için binbir türlü çabaya girdiğiniz oldu mu? O kişiyi sevmek için gördüğünüz her kırıntıya dahi tutunup, yetmeyip bunlarla kendinizi avutup sonrasında da "Sanırım sevmem için bu bile yeterli." diyip de nefrete karşı direndiniz mi hiç? Bir de tam "Evet ya, seviyorum artık." dedikten sonra hayat nefret etmeniz için en sert darbeleri suratınıza vurduğunda yine de direnmeye devam ettiniz mi? 
          

vante613

Bir de korkuyorum. Çok korkuyorum. Geriye kalan tüm kötü ihtimallerin gerçekleşmesinden, nefretin beni sarıp sarmalamasından, asla istemediğim o hale bürünmekten çok korkuyorum. Ağlamak istiyorum, ağlayamıyorum. Bağırmak istiyorum, yapamıyorum. Susmak istemiyorum, susuyorum. Yapayalnız olmamama rağmen öylece kalakalmış hissediyorum. Düşünmek beni öldürüyor, düşünmeden edemiyorum. Geçsin istiyorum ama geçmeyeceğini biliyorum. Gün geçtikçe düşüyorum ama sanki her gün bir yeni adım atıyormuş gibi davranmaktan kaçınamıyorum. Kendimi kaybediyorum. Kendimi tanımak için hevesle çıktığım bu yolda hiç bulamadan kendimi kaybediyorum. Ve en kötüsü engel olamıyorum. Anlatamıyorum, artık doğru düzgün yazamıyorum, kendi içimde çözemiyorum. Beni, benden başka kimsenin kurtarmayacağının bilinciyle bu karanlığa çekilmeye devam ediyorum. Ve son bir şey merak ediyorum: Karanlık nedir?
Reply

vante613

Hayatta her zaman sevginin nefretten daha güçlü bir duygu olduğunu savundum. İnsan sevdiği sürece her şeyi atlatabilir, her şeyin üstesinden gelebilir sandım. Saf sevgiye inandım; karşılık beklemeyen, sebep ya da sebepler aramayan, kendiliğinden oluşan sevgiye inandım. En güçlüyü hep sevgi gördüm. Ama bugün öğrendim ki onu her zaman yıkmaya gücü yetmese bile üzerine gölgesini düşürecek kadar büyük ve güçlü başka bir şey gördüm. Hayır, tanıdım. Hayır, yaşadım. Nefret. Sevgi gibi bir saflığa ihtiyaç duymadan tam tersi her gerekçeyi benliğine katarak büyüyen ve insanı ele geçiren asıl duygu, nefret. Hayatımda hiç bu iki aşırı uç aynı kişi üzerinde hakimiyet kurmamıştı. Ancak şimdi öyle bir haldeyim ki tüm vücudumu titreten, gözyaşlarımı akıtan, yüreğimin ortasına koskoca bir taş atan ve kalbimi böyle hızlandıran şeyin ne olduğunu bilemiyorum. Ne nefret olsun istiyorum sebebi ne de sevgi. Öyle bir acı ki bu, sadece hiçbir şey hissetmemek istiyorum. Bunu kabullenmek, bununla yüzleşmek ve bununla yoluma devam etmek istemiyorum. Bunların hiçbirini yaşamak istemiyorum. Bilmek istemiyorum. Duymak istemiyorum. Görmek istemiyorum. Ben sevmek istemiyorum, nefret etmek istemiyorum. Yemin ediyorum, yalnızca bir hiç gibi hissetmek istiyorum, her anlamda. Tatmayım bu hisleri, iyi ya da kötü düşmesin yüreğime istiyorum. O kadar ağır ki kaldıramıyorum. Çıldırıyorum, elimden bir şey gelmemesine ve gelmeyecek olmasına ölesiye çıldırıyorum. 
Reply

vante613

Sevilmemişlik hissi çöküyor yüreğimin tam orta yerine son günlerde. Gecelerce uyutmayıp "Neden?" sorusuna cevap aramak ancak bir cevap bulamamak o ağırlığı daha da derine itiyor. Ben mi hak etmiyorum sevilmeyi yoksa insanlar mı beceremiyor sevmeyi sorusu uykularımı çalıyor, neşemi çalıyor, gücümü alıyor benden. Cevap bulamamak ise tüm bu özelliklerin zıttını yüklüyor zihnime. Susmuyor zihnim. Bedenime karşı zihnim o kadar hareketli ki susturamıyorum. Susturamıyordum ta ki bu geceye kadar. Bu geceye kadar düşüncelerim oradan oraya bitmek bilmez bir güçle zıplarken ben yalnızca nereye gittiklerini bilmeden peşlerinden sürükleniyordum. Bir köşede "Durun artık!" çığlıkları atarken bir yandan da gittikleri yerden bir cevap bulacakları umuduyla bekliyordum, usulca okşayacak narin bir el bekleyen küçük bir çocuk gibi. Bu gece sesim ulaştı savruk düşüncelerime ancak o el konmadı eğik başıma. Beni peşlerinden koştururken yaramaz gülüşlere sahip olan fikirlerim oldukları yerden dönüp bana bakamadılar. Çünkü durdukları yer almak istemeyeceğim bir cevabın tam ortasındaydı. Sevmeyi çok güzel bilen ve becerenlerin karşısında benim sevilmemişliğim onların da başını eğdi. Bunun umursuzca yüzüme vurulması artık her şeyi susturdu. Her şey olması gerektiği yerde durdu. Fakat geride ben kaldım. Bununla nasıl devam edeceğini bilmeyen tek ben kaldım. Sevilmek uğruna çaba sarf etmenin hatırlara dahi uğramamasının bilinciyle olduğum yerde kaldım. Benim bir bakışı bile silemediğim anılarımın, pişman olamadığım fedakârlıklarımın ve her şeyin sonunda bitik düşmüş yüreğimin tam ortasında öylece kalakaldım. 

vante613

Ellerime geriye kalan son gücüyle tutunan inancım, yavaşça kayıp gitti benden. Dilsiz dilim, sessiz ellerim, çökük omuzlarım, yorgun gözlerim ve gücü tükenmiş ağrılı bedenim düş bahçelerinin kapılarının yavaşça kapanışını izledi öylece. Hiçbiri durduramadı inancımı. Yüreğimin kanat çırpmaktan biçâre düşmüş kuşları da kondu en son yanıma. Ardından bana bu gecede ve anda eşlik eden Sezen fısıldadı usulca: "Tut hayatı, çevir yüzüne." Gözyaşlarımın ıslattığı dudak kenarlarıma munis bir tebessüm yerleşti sonrasında. Beni arkasında bırakan inancımın ayak izlerine bakarken yüzümdeki gülümsemeyle ben fısıldadım bu defa: "Düşümden büyük bahçe de yok düşüm de.".
Reply

vante613

Büyümek, son yıllarda o kadar hızlı yaşanan bir olay ki bunu kabullenemiyorum. 15 yaşında, tek hayatı okulu ve evi olan, aşık olduğunu zannettiği çocuğu aklından çıkaramayan ve her şeyden kaçıp zihnindeki o ütopyada yaşayan küçük kız olmadığımı kabullenmek istemiyorum. Artık daha gerçekçi bir hayat süren ve bu gerçeklik içerisinde hayal dahi kuramayan bir kıza dönüşmemi kesinlikle kabullenmek istemiyorum. Küçükken düşlerimde gördüğüm ve kendimce oluşturduğum büyüklüğümden bu kadar ayrı olmamı gerçekten kabullenmek istemiyorum. Küçük ben'in gözlerinde hayal kırıklığı görme korkusuyla arkama dahi dönüp bakamıyorum. Geçmişim yakalarımdan sıkıca tutunup arkamdan sürüklenmeye devam ederken hevessiz bir şekilde zorla ileriye doğru adım atmaya devam ediyorum. Benliğim, hayallerim, çocukluğum yanıbaşımdan hüzün dolu gözlerle geçip giderken yalnızca utançla gözlerimi kaçırıyorum. Ben her şeyimle birlikte, el ele tutuşup geleceğe doğru neşeli ve güçlü adımlar atmak istiyorum. Ne geçmişim ne de geleceğim bana yük olsun istemiyorum. Ne benliğim ne de hayallerim beni terk etmesin istiyorum. Bugün, büyümek denilen bu yolda bir adım daha ilerlerken dilediğim her şeyi yapabilmeye birazcık daha yaklaşmış olabilmeyi ümit ediyorum. Bu yolda uzun mesafeler katetmeden arkama bakıp küçük ben'in "Başardın!" nidalarıyla yoluma devam etmek istiyorum. İnanın, çok bir şey değil. Yalnızca daha çok kendim olabildiğim ve sevgiyi daha çok hissedebildiğim bir yaş diliyorum. Bu yolda bir adım daha atacağım zaman durup soluklandığımda geldiğim yerde "İyi ki!" diyebilmeyi çok istiyorum. İyi ki...

vante613

Hissizleşmek, bir insanın yaşayabileceği en vahim durumlardan birisiymiş, anladım. Kaçabildiğim kadar kaçıp, reddebileceğim kadar reddedip yok saymaya çalıştım bu ihtimali. Fakat artık kafamı nereye çevirsem bu gerçekle yüz yüze kalıyorum. Elimi neye uzatsam veyahut neye adım atsam kalbim de öylece benimle geliyor. Çırpınmıyor kendince ya da engellemeye çalışmıyor beni. Öylece ayak uyduruyor zihnime. Sakinleştim. Hiçbir zaman deli dolu bir insan değildim ancak bunu net bir şekilde görebilmem için geçmiş yaşantımdan birkaç anı hatırlamak, kendimi yazarak avuttuğumu zannettiğim birkaç devrik cümleme denk gelmek ve yüzümün hala aynı ifadeye sahip olduğu ama kalbimin çığlıklar attığı zamanlardaki fotoğraflarıma rastlamak bana yetti. 
          Henüz yirmili yaşlarımın başında olmama rağmen otuzlarıma daha yakın hissederken kendime bu aralar sıkça sorduğum bir soru var: Büyümek böyle bir şey mi? Önceden ihtimalleri hayal ederken dahi dudaklarımı kıvıran, kelebeklerin kanat çarpışından ötürü mideme kramplar sokan, her kalp atışımın gümbürtüsü yüzünden beni uyutmayan şeylere ne oldu? Bir bakış uğruna bembeyaz, kireçli duvarları izleyerek sabahı eden ya da bir tek sözcüğün kırdığı kalbimin sancısı yüzünden geceler boyu uyumayan bana ne oldu? Ben mi azaldım yüreğimde yoksa yaşananlar mı yetmiyor artık? Mesela şarkılar gibi hissedemiyorum uzun süredir. Upuzun günler boyunca bir şarkıyla beraber yaşayamıyorum. Beni hissettiren bir ritim ya da söze denk gelemiyorum. Bu eksikliği kimi zaman dolduran şarkılarla karşılaşsam bile hiçbiri tamamlayamıyor, ne yazık ki.

vante613

En kötüsü, hayal kuramıyorum eskisi gibi. Bu bir insan için çok acı verici değil mi? Bir insan hayal kurmazsa onu ne heveslendirir? Her şeye gerçekçi bakmak zorundaymış gibi hisseden birisi nasıl neşesini koruyabilir ki! Kendi kurduğu ütopyasından yine kendi gerçekçiliği yüzünden kovulduğunda nasıl eskiye dönmeli insan, var mı bir cevabı? Var mı bir çaresi? Yoksa bundan sonrası böyle mi ilerliyor? Buna alışmak mı gerekiyor bir de? Sorulacak çok sorum var, çoğunun da cevabı yok. Ancak bilen varsa rica ediyorum söyleyebilir mi, gerçekten büyümek böyle bir şey mi?
Reply

vante613

Öfke mi kırgınlığı getirir yoksa kırgınlık mı öfkeyi? Baş edilmesi kolay mıdır, zor mudur bu hislerle? Baş edilebilir mi? Zaman zaman unutulur mu ya da tamamen biter mi? Geçer mi? Yoksa insan yalnızca kendini mi kandırır? Nasıl anlar insan hissettiği şeyin öfke ya da kırgınlık olduğunu? Nasıl soğur ki insanın yüreği? Ne gerekli geçmesi için? Nasıl davranması gerekir mesela insanın öfkelendiğinde ya da kırıldığında? Zarar mk vermeli kendine ya da çevresine? Ne yaparsa o tatminlik yaşanır da geçer bu his? Bu hissi duyduğu kişiye ne yapmalı insan? Ne demeli? Ne dememeli? Tükürmeli mi yüzüne yoksa devam mı etmeli hiçbir şey olmamış gibi? "Bana ne!" demeyi bilmeli mi insan yoksa irdelemeli mi her şeyi? Bilinmezlik mutluluk mu verir? Bilmek mi getirir beraberinde öfke ve kırgınlığı? Hiçbir şey bilmesek daha mutlu bir insan olur muyduk? Cevapları bilen var mı? Nasıl ulaşırım cevaplara? Ulaşabilir miyim cevaplara? Cevaplar yeterli olur mu? Anlamama yeter mi bunca soruya verilen cevaplar? Anlayınca geçer mi? Diner mi bu içimdeki bilinmez yangın? Sahiden soruyorum, geçer mi?

vante613

"Mezarlıklar beni ürkütüyor. Ölüme karşı duyduğum korkudan kaynaklı diye düşünüyorum. Sizce de başa çıkması zor bir şey değil mi? Ne zaman sıranın size geleceğini asla bilemiyorsunuz. Bilinmezliğin en gaddar yanına sahip. Bir gün, bir mezar taşına adı yazılacak olan bizzat siz olacaksınız. Toprağın altı, kıyamet gününe dek, bu evrende bir hiç sayılacak kadar ufak olan bedeninize yuva olacak."