_kthviolet
Pim stones; the life we could have had yorum yapan kişi sizsiniz değil mi?
@vante613
0
Works
1
Reading List
74
Followers
Yazmak, insanın kendini tanımasının en kolay yoludur. Çünkü zihin bir anda kendini ortaya koyuverir. Bir kelime daha meydana çıkmadan bir diğeri onu kovalamaya başlar. Her kovalamaca sonunda hepsi kendi yerini alır ve bir anlama dönüşür, bazen de anlamsızlığa. Bazen her kelimenin bir yeri yoktur. O sadece onu kovalayan diğeri gidene kadar koşturur sonra yerine döner. Ancak kendini mutlaka gösterir. O sığınakta hiçbir sözcük nefes almadan tekrar içeri girmez ya da dizelerde yerini almaz. Tam da bu yüzden yazmak, insanın kendini tanımasının en kolay yoludur.
Duygularını bastıran bir insan ne hissettiğini bilmez. Şu an ne yaşadığını, o duygunun adının ne olduğunu, o duyguyu nasıl yaşaması gerektiğini bilmez. Bilemez. Ancak düşünür ve düşünceleri o daha anlam veremeden kendisini göstermeye başlar. Ardından el ele hepsi zihninin önüne serilir. Kimisi doğrudur, kimisi yanlıştır ama hepsi oradadır. Yazmak da bu düşüncelerin hepsini düğümü kırılmış bir zincir gibi hızlıca ortaya koyar.
Geçmişte yazdığım çoğu şeye baktığımda ilk fark ettiğim şey şuydu: Ben yaşıyormuşum.
Korkuyormuşum, üzülüyormuşum, seviyormuşum, umut ediyormuşum...
Endişe ettiğim, aklımın ucundan dahi geçmeyen ya da hayalini kurmaktan uyuyamadığım çoğu ihtimali yaşadım. Ancak yaşamadan önce bunlara dair nasıl da endişe ettiğimi, aklımın ucundan dahi geçmediğini ya da hayalini kurmaktan uyuyamadığımı unutmuşum. Ben kendimi bulmak isterken asıl beni geride bırakarak yoluma devam etmişim, onu unutarak. Şimdiye ve geleceğe o kadar dikmişim ki gözümü, beni buraya getiren bütün parçaları yok saymışım. Belki de bu yüzden artık yazamıyorum. O sığınağın kapısını açmıyorum güvenli bir yer olduğunu bilmeden, o zincirin düğümünü kırmıyorum beni sıktığını bilmeden. Ufka bakmaktan önümde duran pırıl pırıl denizi, masmavi gökyüzünü, ayaklarımı ısıtan kumu ve arkamda duran yemyeşil manzaraya kör olmuşum, o dağları nasıl aşıp da buralara geldiğimi bilmeden.
Pim stones; the life we could have had yorum yapan kişi sizsiniz değil mi?
Çok güzel yazıyorsun
Yazmak, insanın kendini tanımasının en kolay yoludur. Çünkü zihin bir anda kendini ortaya koyuverir. Bir kelime daha meydana çıkmadan bir diğeri onu kovalamaya başlar. Her kovalamaca sonunda hepsi kendi yerini alır ve bir anlama dönüşür, bazen de anlamsızlığa. Bazen her kelimenin bir yeri yoktur. O sadece onu kovalayan diğeri gidene kadar koşturur sonra yerine döner. Ancak kendini mutlaka gösterir. O sığınakta hiçbir sözcük nefes almadan tekrar içeri girmez ya da dizelerde yerini almaz. Tam da bu yüzden yazmak, insanın kendini tanımasının en kolay yoludur.
Duygularını bastıran bir insan ne hissettiğini bilmez. Şu an ne yaşadığını, o duygunun adının ne olduğunu, o duyguyu nasıl yaşaması gerektiğini bilmez. Bilemez. Ancak düşünür ve düşünceleri o daha anlam veremeden kendisini göstermeye başlar. Ardından el ele hepsi zihninin önüne serilir. Kimisi doğrudur, kimisi yanlıştır ama hepsi oradadır. Yazmak da bu düşüncelerin hepsini düğümü kırılmış bir zincir gibi hızlıca ortaya koyar.
Geçmişte yazdığım çoğu şeye baktığımda ilk fark ettiğim şey şuydu: Ben yaşıyormuşum.
Korkuyormuşum, üzülüyormuşum, seviyormuşum, umut ediyormuşum...
Endişe ettiğim, aklımın ucundan dahi geçmeyen ya da hayalini kurmaktan uyuyamadığım çoğu ihtimali yaşadım. Ancak yaşamadan önce bunlara dair nasıl da endişe ettiğimi, aklımın ucundan dahi geçmediğini ya da hayalini kurmaktan uyuyamadığımı unutmuşum. Ben kendimi bulmak isterken asıl beni geride bırakarak yoluma devam etmişim, onu unutarak. Şimdiye ve geleceğe o kadar dikmişim ki gözümü, beni buraya getiren bütün parçaları yok saymışım. Belki de bu yüzden artık yazamıyorum. O sığınağın kapısını açmıyorum güvenli bir yer olduğunu bilmeden, o zincirin düğümünü kırmıyorum beni sıktığını bilmeden. Ufka bakmaktan önümde duran pırıl pırıl denizi, masmavi gökyüzünü, ayaklarımı ısıtan kumu ve arkamda duran yemyeşil manzaraya kör olmuşum, o dağları nasıl aşıp da buralara geldiğimi bilmeden.
Hiç gerçekleşme ihtimalinden delicesine korktuğunuz bir şey oldu mu? O kadar acı veren bir şey ki bu şey, aklınıza ihtimali bile düştüğünde zihninizi susturmak için binbir türlü çabaya girdiğiniz bir şey oldu mu hiç? Herhangi bir ihtimal bu kadar ürküttü mü yüreğinizi? Bununla yüzleşmek fikrinin zerresi bile acıdan kesti mi nefesinizi ya da aldığınız her nefes battı mı göğsünüzün tam ortasına? Bu kadar dehşet bir şey var oldu mu hiç hayatınızda? Cevabı "Hayır." olanlar, dilerim böyle bir şey asla yaşamazsınız. Ben de yaşamamayı dilerdim ömrümün sonuna kadar ancak bugün tüm bu sorulara "Evet." demek zorunda kaldım. Bu evet, o kadar ani ve beklenmedik bir anda çarptı ki suratıma hala gerçekliğini sorguluyorum. Sanırım uzunca bir süre daha sorgulamaya da devam edeceğim. Zaten böyle bir şey nasıl kabullenilir ki ya da kabullenebilinir mi? Bu soruya uzun zaman önce evet diyenler, yalvarıyorum, bir şey söyleyin. Bu kadar acı bir şey nasıl kabullenilir de yüzleşilir? İnsan delirmiyor mu acıdan ya da öfkeden, kendini yiyip bitirmekle mi kalıyor sadece?
Peki, hayatınızda hiç birisinden nefret etmemek için binbir türlü çabaya girdiğiniz oldu mu? O kişiyi sevmek için gördüğünüz her kırıntıya dahi tutunup, yetmeyip bunlarla kendinizi avutup sonrasında da "Sanırım sevmem için bu bile yeterli." diyip de nefrete karşı direndiniz mi hiç? Bir de tam "Evet ya, seviyorum artık." dedikten sonra hayat nefret etmeniz için en sert darbeleri suratınıza vurduğunda yine de direnmeye devam ettiniz mi?
Bir de korkuyorum. Çok korkuyorum. Geriye kalan tüm kötü ihtimallerin gerçekleşmesinden, nefretin beni sarıp sarmalamasından, asla istemediğim o hale bürünmekten çok korkuyorum. Ağlamak istiyorum, ağlayamıyorum. Bağırmak istiyorum, yapamıyorum. Susmak istemiyorum, susuyorum. Yapayalnız olmamama rağmen öylece kalakalmış hissediyorum. Düşünmek beni öldürüyor, düşünmeden edemiyorum. Geçsin istiyorum ama geçmeyeceğini biliyorum. Gün geçtikçe düşüyorum ama sanki her gün bir yeni adım atıyormuş gibi davranmaktan kaçınamıyorum. Kendimi kaybediyorum. Kendimi tanımak için hevesle çıktığım bu yolda hiç bulamadan kendimi kaybediyorum. Ve en kötüsü engel olamıyorum. Anlatamıyorum, artık doğru düzgün yazamıyorum, kendi içimde çözemiyorum. Beni, benden başka kimsenin kurtarmayacağının bilinciyle bu karanlığa çekilmeye devam ediyorum. Ve son bir şey merak ediyorum: Karanlık nedir?
Hayatta her zaman sevginin nefretten daha güçlü bir duygu olduğunu savundum. İnsan sevdiği sürece her şeyi atlatabilir, her şeyin üstesinden gelebilir sandım. Saf sevgiye inandım; karşılık beklemeyen, sebep ya da sebepler aramayan, kendiliğinden oluşan sevgiye inandım. En güçlüyü hep sevgi gördüm. Ama bugün öğrendim ki onu her zaman yıkmaya gücü yetmese bile üzerine gölgesini düşürecek kadar büyük ve güçlü başka bir şey gördüm. Hayır, tanıdım. Hayır, yaşadım. Nefret. Sevgi gibi bir saflığa ihtiyaç duymadan tam tersi her gerekçeyi benliğine katarak büyüyen ve insanı ele geçiren asıl duygu, nefret. Hayatımda hiç bu iki aşırı uç aynı kişi üzerinde hakimiyet kurmamıştı. Ancak şimdi öyle bir haldeyim ki tüm vücudumu titreten, gözyaşlarımı akıtan, yüreğimin ortasına koskoca bir taş atan ve kalbimi böyle hızlandıran şeyin ne olduğunu bilemiyorum. Ne nefret olsun istiyorum sebebi ne de sevgi. Öyle bir acı ki bu, sadece hiçbir şey hissetmemek istiyorum. Bunu kabullenmek, bununla yüzleşmek ve bununla yoluma devam etmek istemiyorum. Bunların hiçbirini yaşamak istemiyorum. Bilmek istemiyorum. Duymak istemiyorum. Görmek istemiyorum. Ben sevmek istemiyorum, nefret etmek istemiyorum. Yemin ediyorum, yalnızca bir hiç gibi hissetmek istiyorum, her anlamda. Tatmayım bu hisleri, iyi ya da kötü düşmesin yüreğime istiyorum. O kadar ağır ki kaldıramıyorum. Çıldırıyorum, elimden bir şey gelmemesine ve gelmeyecek olmasına ölesiye çıldırıyorum.
Sevilmemişlik hissi çöküyor yüreğimin tam orta yerine son günlerde. Gecelerce uyutmayıp "Neden?" sorusuna cevap aramak ancak bir cevap bulamamak o ağırlığı daha da derine itiyor. Ben mi hak etmiyorum sevilmeyi yoksa insanlar mı beceremiyor sevmeyi sorusu uykularımı çalıyor, neşemi çalıyor, gücümü alıyor benden. Cevap bulamamak ise tüm bu özelliklerin zıttını yüklüyor zihnime. Susmuyor zihnim. Bedenime karşı zihnim o kadar hareketli ki susturamıyorum. Susturamıyordum ta ki bu geceye kadar. Bu geceye kadar düşüncelerim oradan oraya bitmek bilmez bir güçle zıplarken ben yalnızca nereye gittiklerini bilmeden peşlerinden sürükleniyordum. Bir köşede "Durun artık!" çığlıkları atarken bir yandan da gittikleri yerden bir cevap bulacakları umuduyla bekliyordum, usulca okşayacak narin bir el bekleyen küçük bir çocuk gibi. Bu gece sesim ulaştı savruk düşüncelerime ancak o el konmadı eğik başıma. Beni peşlerinden koştururken yaramaz gülüşlere sahip olan fikirlerim oldukları yerden dönüp bana bakamadılar. Çünkü durdukları yer almak istemeyeceğim bir cevabın tam ortasındaydı. Sevmeyi çok güzel bilen ve becerenlerin karşısında benim sevilmemişliğim onların da başını eğdi. Bunun umursuzca yüzüme vurulması artık her şeyi susturdu. Her şey olması gerektiği yerde durdu. Fakat geride ben kaldım. Bununla nasıl devam edeceğini bilmeyen tek ben kaldım. Sevilmek uğruna çaba sarf etmenin hatırlara dahi uğramamasının bilinciyle olduğum yerde kaldım. Benim bir bakışı bile silemediğim anılarımın, pişman olamadığım fedakârlıklarımın ve her şeyin sonunda bitik düşmüş yüreğimin tam ortasında öylece kalakaldım.
"Tut hayatı, çevir yüzüne."
Önce kendi yüzüne bak, sonra gözlerine, sonra gülümsemene, sonra içine, ta en içine... Ve oradan başla tam da kendini sevmeye.
Ellerime geriye kalan son gücüyle tutunan inancım, yavaşça kayıp gitti benden. Dilsiz dilim, sessiz ellerim, çökük omuzlarım, yorgun gözlerim ve gücü tükenmiş ağrılı bedenim düş bahçelerinin kapılarının yavaşça kapanışını izledi öylece. Hiçbiri durduramadı inancımı. Yüreğimin kanat çırpmaktan biçâre düşmüş kuşları da kondu en son yanıma. Ardından bana bu gecede ve anda eşlik eden Sezen fısıldadı usulca: "Tut hayatı, çevir yüzüne." Gözyaşlarımın ıslattığı dudak kenarlarıma munis bir tebessüm yerleşti sonrasında. Beni arkasında bırakan inancımın ayak izlerine bakarken yüzümdeki gülümsemeyle ben fısıldadım bu defa: "Düşümden büyük bahçe de yok düşüm de.".
Büyümek, son yıllarda o kadar hızlı yaşanan bir olay ki bunu kabullenemiyorum. 15 yaşında, tek hayatı okulu ve evi olan, aşık olduğunu zannettiği çocuğu aklından çıkaramayan ve her şeyden kaçıp zihnindeki o ütopyada yaşayan küçük kız olmadığımı kabullenmek istemiyorum. Artık daha gerçekçi bir hayat süren ve bu gerçeklik içerisinde hayal dahi kuramayan bir kıza dönüşmemi kesinlikle kabullenmek istemiyorum. Küçükken düşlerimde gördüğüm ve kendimce oluşturduğum büyüklüğümden bu kadar ayrı olmamı gerçekten kabullenmek istemiyorum. Küçük ben'in gözlerinde hayal kırıklığı görme korkusuyla arkama dahi dönüp bakamıyorum. Geçmişim yakalarımdan sıkıca tutunup arkamdan sürüklenmeye devam ederken hevessiz bir şekilde zorla ileriye doğru adım atmaya devam ediyorum. Benliğim, hayallerim, çocukluğum yanıbaşımdan hüzün dolu gözlerle geçip giderken yalnızca utançla gözlerimi kaçırıyorum. Ben her şeyimle birlikte, el ele tutuşup geleceğe doğru neşeli ve güçlü adımlar atmak istiyorum. Ne geçmişim ne de geleceğim bana yük olsun istemiyorum. Ne benliğim ne de hayallerim beni terk etmesin istiyorum. Bugün, büyümek denilen bu yolda bir adım daha ilerlerken dilediğim her şeyi yapabilmeye birazcık daha yaklaşmış olabilmeyi ümit ediyorum. Bu yolda uzun mesafeler katetmeden arkama bakıp küçük ben'in "Başardın!" nidalarıyla yoluma devam etmek istiyorum. İnanın, çok bir şey değil. Yalnızca daha çok kendim olabildiğim ve sevgiyi daha çok hissedebildiğim bir yaş diliyorum. Bu yolda bir adım daha atacağım zaman durup soluklandığımda geldiğim yerde "İyi ki!" diyebilmeyi çok istiyorum. İyi ki...
nasılsın?
https://open.spotify.com/track/0gyoObUS4WilJyNRs6GlDv?si=r864AAVCTxaTUJTzdYSBRw Biraz olsun beni hissettiren şarkılardan, kendime ithafen... ⬇️
Hissizleşmek, bir insanın yaşayabileceği en vahim durumlardan birisiymiş, anladım. Kaçabildiğim kadar kaçıp, reddebileceğim kadar reddedip yok saymaya çalıştım bu ihtimali. Fakat artık kafamı nereye çevirsem bu gerçekle yüz yüze kalıyorum. Elimi neye uzatsam veyahut neye adım atsam kalbim de öylece benimle geliyor. Çırpınmıyor kendince ya da engellemeye çalışmıyor beni. Öylece ayak uyduruyor zihnime. Sakinleştim. Hiçbir zaman deli dolu bir insan değildim ancak bunu net bir şekilde görebilmem için geçmiş yaşantımdan birkaç anı hatırlamak, kendimi yazarak avuttuğumu zannettiğim birkaç devrik cümleme denk gelmek ve yüzümün hala aynı ifadeye sahip olduğu ama kalbimin çığlıklar attığı zamanlardaki fotoğraflarıma rastlamak bana yetti.
Henüz yirmili yaşlarımın başında olmama rağmen otuzlarıma daha yakın hissederken kendime bu aralar sıkça sorduğum bir soru var: Büyümek böyle bir şey mi? Önceden ihtimalleri hayal ederken dahi dudaklarımı kıvıran, kelebeklerin kanat çarpışından ötürü mideme kramplar sokan, her kalp atışımın gümbürtüsü yüzünden beni uyutmayan şeylere ne oldu? Bir bakış uğruna bembeyaz, kireçli duvarları izleyerek sabahı eden ya da bir tek sözcüğün kırdığı kalbimin sancısı yüzünden geceler boyu uyumayan bana ne oldu? Ben mi azaldım yüreğimde yoksa yaşananlar mı yetmiyor artık? Mesela şarkılar gibi hissedemiyorum uzun süredir. Upuzun günler boyunca bir şarkıyla beraber yaşayamıyorum. Beni hissettiren bir ritim ya da söze denk gelemiyorum. Bu eksikliği kimi zaman dolduran şarkılarla karşılaşsam bile hiçbiri tamamlayamıyor, ne yazık ki.
En kötüsü, hayal kuramıyorum eskisi gibi. Bu bir insan için çok acı verici değil mi? Bir insan hayal kurmazsa onu ne heveslendirir? Her şeye gerçekçi bakmak zorundaymış gibi hisseden birisi nasıl neşesini koruyabilir ki! Kendi kurduğu ütopyasından yine kendi gerçekçiliği yüzünden kovulduğunda nasıl eskiye dönmeli insan, var mı bir cevabı? Var mı bir çaresi? Yoksa bundan sonrası böyle mi ilerliyor? Buna alışmak mı gerekiyor bir de? Sorulacak çok sorum var, çoğunun da cevabı yok. Ancak bilen varsa rica ediyorum söyleyebilir mi, gerçekten büyümek böyle bir şey mi?
Both you and this user will be prevented from:
Note:
You will still be able to view each other's stories.
Select Reason:
Duration: 2 days
Reason: