writtenincardigan
Link to CommentCode of ConductWattpad Safety Portal
aklıma düştü gözlerin, boynumu büktüm ağladım
writtenincardigan
writtenincardigan
ölüm ile kalım arasında yaşamak
writtenincardigan
Bir mektup yazdım yokluğuna, gönderemedim varlığına…”
Bu sefer kelimelerim muma dönmedi; siyah bir bıçak gibi keskinleşti. Kağıdın boşluğu, gece kadar soğuk; mürekkep ise artık kelime değil, damlayan gölge. Her harf birer küçük cenaze, cümlelerim sırayla gömülüyor kendi karanlıklarına.
Yokluğun bir mezar değil, mezarın içindeki suskunluk. Ellerim kazıyor ama toprağın altında sen yoksun; sadece ben ve kazdığım izler var—izler, senin adının hiç okunmayacağı bir harita gibi. Adını yazdığım her satır, göğe atılmış bir taşın çıkardığı çınlama; yankısı var ama yüzeye hiçbir dalga ulaşmıyor.
Varlığınsa soğuk bir tapınak. Kapısında yalnızlığın kilidi var, anahtarım yok. İçeri girsem bile rahip ben olamıyorum; dualarım sana ulaşmadan çürüyüp kötü bir kokuyla geri geliyor. Gözlerinin içine baktığımda, orada başka bir hayatın silueti beliriyor—ben değil. O siluet, benim yokluğumda yaşamayı öğrenmiş; bana öğrettiği tek şey susmak.
Benim mektubum artık yalvarmıyor; itiraf ediyor. Her cümle bir vedâya benziyor: küçük, soğuk, kesin. “Seni gömerken yanımda olamamak” değil, “seni var ederken kendimi öldürmek” gibi bir şey bu—ölümün dilinde değil ama bir tür gölge ölümü. Gecenin rüzgârı zarfları paramparça ederken, içlerinden dökülen sözcükler toprağa karışıyor; orada, karanlığın dibinde, senin adınla çürüyen harflerim bekliyor.
Ben seni sevdikçe bedenimtenin bir mezar kazıyor; aşkım bir mezar taşı değil, kazılmış toprağın kaldırılmış kapağı. İçeri baktıkça, kendi yüzümü yabancı görüyorum; o yüz, bana ait olsa da artık başka birinin hüznünü taşıyor. Yıldızlar bile bu gece bana ihanet ediyor; onların parlaklığı, içimdeki karanlığı daha derin, daha keskin gösteriyor.
writtenincardigan
Sözcüklerim inciler gibi dökülmüyor artık; kirli, ağır taşlara dönüşüyor. Onları omuzlarıma yükledim; yürürken her adımımda kırılıyorlar. Bu kırılmaların sesi, gecenin en derin boşluğunda yankılanıyor—senin adını fısıldayan bir yankı değil, yalnızca kırılan şeylerin soğuk sesi.
Belki bundan sonrası sadece bir sessizlik notu. Belki de yalnızca bir çığlık saklanmış gibi sayfaların arasında; kâğıdın liflerine sinmiş bir ağrı. Ben yine de yazıyorum. Yazıyorum çünkü sustuğum her an, içimdeki karanlık daha çok büyüyor; kelimelerim kanamaya devam etsin diye yazıyorum.
Sana söylemek istediklerim, bir ölümü anar gibi kesin değil; daha çok, yaşamın içine karışmış bir küskünlük. Seni sevmek, bana yabancılaşmayı öğretti; seni özlemek, beni kendi gözyaşlarımın derinliklerine indirdi. Ve ben, inan ya da inanma, bu derinlikte seni aramaya devam ediyorum—bulamasam da, aramak bir tür ritüel artık.
Sonunda, mektubum kendini yakıyor; kelimeler alev alev sönen bir kandilde yanıyor. Dumanı göğe savrulurken, içimde bir hafiflik—ama bu hafiflik huzur değil, yorgunluk. Senin varlığınla yokluğumun arasında, ben bir ateş olmaktan vazgeçtim; sadece sönmüş bir korum.
Eğer bu cümleler bir gün ellerine ulaşsa, bil ki yazan hâlâ buradaydı—suskun, parçalanmış, ama hâlâ yazıyordu. Ve belki de en acı gerçek şu: seni varlığında sustuğum, yokluğunda ise sana mezar kazdığım için; her iki durumda da kendimi kaybettim.
•
Reply
writtenincardigan
Ve ben, günlerce küçücük umutlarla kandırmıştım kendimi…
Ama her umut, içimde patlayan bir boşluktu; her beklenti, sessiz bir felaketin habercisi.
Kendime attığım yalanlar, birer zincir gibi boynumu sıktı;
ve ben, nefessiz, acıyla dolmuş bir gölgeye dönüştüm.
Hiçbir ses, hiçbir dokunuş, hiçbir hatıra acımı dindirmedi;
Her an, daha ağır, daha keskin, daha dayanılmaz oldu.
Kendimi kandırmanın zehri damarlarımda dolaşırken beni yavaş yavaş öldürdü;
Acı, sadece bir his değil, varlığımın tek gerçekliği oldu.
Her gün, kendi içinde çöken bir dünya gibiydi;
Gözlerim boşlukta gezinirken, içimde biriken sessizlik çığlık attı,
Ama kimse duymadı;
Kimse görmedi.
Kendi gölgemde yürüyordum, her adımım acının keskinliğiyle delinmişti.
Her nefes, ciğerlerimde bir taş gibi sıkışıyor,
Ve her düşünce, beynimi kemiren bir zehir gibi kalbime ulaşıyordu.
Zaman… zaman da acımı dindirmedi;
Her saniye, varlığımı biraz daha eritiyor, beni kendi içine hapsediyordu.
Aynalara bakarken, kendimi tanıyamadım;
Yüzümde bir iz, gözlerimde bir boşluk, dudaklarımda sessiz bir çığlık vardı.
Bazen kendime soruyordum: “Bu acı, beni yok edecek mi yoksa sonsuza kadar içimde mi kalacak?”
Ama cevap gelmiyordu, sadece çürüyen bir yalnızlık ve bitmek bilmeyen bir karanlık vardı.
Ve ben, o karanlıkta kaybolmuş bir gölge gibi, kendimden kaçamadan sürüklendim.
Kendimle yüzleşmenin ağırlığı altında çöktüm.
Acı, her şeyi tüketen bir alev gibi, içimi kavurdu;
Bedenim, ruhum, düşüncelerim birer birer çöktü;
Ve ben, kendi varlığımın enkazında, nefesimin bile acıya dönüştüğünü hissettim.
Her bakışım, her sessizliğim, her nefesim…
Sadece acının soğuk, keskin, bitmek bilmeyen bir boşluğuna düştü.
Ve ben, o boşlukta kaybolurken,
Kendimden başka hiçbir şeyi tutamadım.
Hiçbir şeyi…