İlk kez nankör kelimesini babamdan duydum. Umursamadım, içimde bir yerle oturdugunu hissetsemde umrumda olmadı çünkü o benden daha yalnıştı o zamanlar. Bu yüzden sonuna kadar doğru olduğumu düşünmüştüm. İki gün önceye kadar hâlâ doğruydum da.
Çünkü dünyalar önüme serilsindi, babam başımı okşamadıktan sonra değersizdi hepsi. Babam bilememişti bunu ya da aldıklarıyla vermişti sevgisini, bilmiyordum.
İki gün önce düştü önüme nankörlüğümün ilk nar tanesi. Babamla arkadaşımın babasını kıyasladım. Arkadaşımın babasını anlatırken haliyle kendiminkini kıyasladım. O an hissettim ilk zehiri, dilim yandı.
Düşündüm, fazla sorguladım, fazla düşündüm. Düşünmenin de zehrini yuttum, damağım kavruldu.
Yumağın ucu sandığı ili asıldım. Ettiğim sükürler hicliğe karıştı, babama o an yaptım ilk haksızlığımı, boğazım kesildi.
Biri anlasın hak versin istedim. En kötüsü değil ama en iyisi olmak onun elindeydi, diye çığırdı düşüncelerim. Bir kez daha boktan aklıma verdim sırtımı. Siyahlığa ittim nankörlüğü. Siyahlığıma sızacağını düşünmeden iteledim.
Ben degildim nankör olan, babam eksikti. Kendine konuduramayınca bana kondurmuştu. Anlattım, hicte zor gelmeyen o sözleri sarf ettim dışarı, kafam koptu.
Yarına çıkacağımız belli değil ama gelip hellalik isteyecek yüzüm yok baba. Sen, ben istemesemde helal eyle baba.