"Bardağa dolan kahvesini alarak, büyük penceresinin önüne adımladı. Yere oturarak, sırtını duvara yasladı. Ve gene düşünmeye başladı. Aklındaki her düşünce dakikalar boyu onu yiyip bitirirken, o bu dakikaların saat bile olduğunu farkında değildi. Çok sonra farkına vardığında, elindeki kahvesine dönüp baktı. Bir şeylerin eksikliğini bir kez daha hissetti. Gözleri hüzünle doldu kahvenin sıcaklığını hissedemeyince.
'Düşüncelerimle boğuşurken, zamanın sadece beni değil, elimde olan her şeyi de benden çaldığını fark etmemişim. Kahvem soğumuş, odam karanlığa gömülmüş, ben koskoca dünyanın en küçük köşesinde kaybolmuştum. Dünümdeki, bugünümdeki acılarımı kendime hatırlatırken yarını düşünmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Çünkü o acılar, benim var olduğumu kanıtlıyordu nitekim. Ancak artık var olmak bile anlamsız geliyor. Çünkü her başını eğdiğinde, ellerinde soğumuş olan şeyler bir süre sonra seni de hayattan soğutuyordu.' dedi. Kahvesini ahşap masanın üzerine bırakarak ayaklandı. Ve o an anladı, bazı vedalar bir kelimeyle değil, sessizce soğuyan kahveyle noktalanıyordu."