Eğer okulu asmamış olsaydı sıkıcı matematik dersine katlanmak zorunda kalacaktı.
İnce burunlu Matematik Öğretmeni Sezin Hoca mesleğinin başında geliştirdiği hiç ara vermeden anlatma huyunu yıllar içerisinde de devam ettirmişti. Okulun her öğrencisi bu konuda dert yanardı. Göktürk Ayaz Toy'da dert yanan öğrencilerin başında gelirdi.
Bu soğuk havaya rağmen servisi bekleme riskini almadan okul yolunda yürümeye karar vermişti. Güvenlik görevlisi ya da ders saatinde olmayan bir öğretmen tarafından görünmek istemezdi. Eğer görülürse önce derse geri döner, birkaç gün içerisinde de disiplin komitesiyle karşı karşıya kalabilirdi.
Okul yolu yamalı asfaltla kaplıydı. Ara ara çökük olan yolun kenarları yer yer ağaçlar olsa da çoğu insan boyunda çalılıktı. Gri asfalt sanki gökyüzünün rengini almıştı. Yağmur yüklü bulutlar kasabanın üzerinde yağmuru bırakıp bırakmamak konusunda tartışıyor gibiydiler.
Göktürk on altı yaşındaki bir genç nasılsa öyleydi. Sivilceli alnını ince telli saçlarıyla örtmüştü. Saçları gibi ince vücudu onu uzun gösterse de aslında yaşıtlarıyla aynı boydaydı. Üzerine giydiği kot ceketinin altında rengini kaybetmiş üniforması vardı. Bu okulda matematik dersinden sonra en kötü şey bu üniformaydı. İnsanı kaşındıran bir yapısı vardı. Yine de ilk yılından daha iyi bir yıl geçirdiğinin farkındaydı. Okula gelirken çıkardığı oflamaları tamamen bırakmıştı. Dersleri ise bir nebze düzelmiş hatta seçeceği mesleğe bile karar vermişti. Tarihçi.
Tarihçi olmaya karar verdikten birkaç gün sonra kendisini tartışma programlarında kalın çerçeveli gözlükleriyle ve önündeki masada kalın tarih kitaplarıyla tartışır halde hayal etmişti. Bu görüntü onu memnun etmişti.
Okul yolu doğrudan kasabanın işlek caddesine çıkan bir ara yolla birleşiyordu. Oradan da meydana gitmek sadece birkaç dakikaydı. Göktürk'ün adımları – ne kadar yavaş gitmek istese de – oldukça hızlıydı. Caddeye yaklaştıkça önce insanların seslerini duymaya ardından ara sokağın iki köşesinde yer alan lokantalardan çıkan yemek kokusu almaya başladı. Mesai saatinin bitmesine hala birkaç saat vardı ancak kasabanın caddeleri oldukça kalabalıktı. Özellikle civar köylerden gelen yaşlı insanlar Göktürk'ün gözüne çarptı. Güçsüz gözüken vücutlarıyla ellerinde biriktirdikleri torbaları karınca gibi taşıyorlardı.
Karşı yola geçti ve kasabanın küçük meydanına çıkan merdivenleri çıktı. İlk defa o an üşüdüğünü hissetti. Ceketinin iki ucunu birleştirip ellerini göğsünde bağladı. Sabah annesinin montunu giymesi gerektiğini söylerken onu kale almadığı için kendisine söylendi.
Göktürk kasabanın tek kitapçısı olan Samet Amcanın dükkanına yönelirken kendisini tekrardan yavaş yürümesi konusunda ikaz etti. Dükkan meydanın diğer ucunda yer alan iş hanının zemin katında yer arıyordu. Yetmişlerin sonlarında yapılan bina iki yanına yükselen binaların arasında sıkışmıştı. Böylece eskiliği ve çirkinliği daha bir göze çarpar olmuştu.
Bir hafta önce sipariş verdiği tarih kitaplarının geldiğini umut ederek toz kokan dükkana girdi.
Kitaplar duvarlarla bitişik duran demir kitaplıklara pekte düzgün olmayacak şekilde dizilmişti. Hemen hemen her kitaplığın üzerinde kategoriler yazıyordu ama nedense doğruluğu konusunda pekte güven vermiyordu.
Samet Amca, kasabanın ilk eğitim görmüş insanlarındandı. Bu yüzden çevresi tarafından saygı duyulan biri olmuştu. Her seçim döneminde içeriye giren siyaset yalakaları tarafından gaza getirilmeye çalışılsa da o kitapçılığın politikadan daha önemli olduğunu insanların yüzüne karşı dile getirildi. Yaşını almıştı artık, her geçen gün daha da çöküyor, buna karşın dili daha çok çalışıyordu.
Göktürk içeri girdiğinde onu göremedi.
'' Samet Amca, '' diye seslendi. Kitaplar sanki sesi yuttu. Güneşsiz havada içerisi çok daha kasvetliydi.
Ardında bir kapı gıcırtısı duydu. Ara yerden Samet amcanın benekli suratı göründü. Elleri pantolunun fermuarındaydı ve Göktürk bunu görmemeye çalıştı.
'' Kusura bakma, tuvaletteydim. '' dedi Samet amca, ardından ekledi. '' yaşlanınca insan pek sık gider oluyor. ''
''Doğrudur. '' dedi Göktürk. Bu tarz bir sohbetin içinde daha fazla olmamayı umarak.
Samet Amca, ağır adımlarla derisi soyulmuş sandalyeye oturup,
'' Ne vardı senin? '' diye sordu.
Göktürk cevaplamak üzere ağzını açtığında gök gürlemesi duyuldu.
Ama lafına devam etti. '' Siparişlerim geldi mi? ''
'' Bu yağmur boşalırsa, yanarız '' dedi. Ayaklarının altında duran küçük kutuyu neredeyse ıkınarak masanın üzerine çıkardı. Açık kahverengi kutunun üzerindeki şeffaf poşeti eliyle yırtıp açıp, içindekileri çıkardı.
Göktürk'ün sipariş ettiği üç kitapta içindeydi. Kitapları eline alıp hızla kontrol etti.
'' Ne kadar?'' diye sordu. Sesi çatlamıştı. İçerideki hava her geçen dakika daha bir sıcak hissettiriyor, genzini kurutuyordu.
Parayı verip dükkândan çıktı. Dışarısı ne kadar soğuk olursa olsun, havasızlıktan kat ve kat iyiydi.
*
Göktürk'ün evi kasabanın biraz dışında kalıyordu. Yıkılmış kalenin toprakla birleşmiş taşlarını geride bıraktıktan sonra uçsuz bucaksız arazinin nöbetçisi gibi koca arazinin girişine inşa edilmişti. Çoğu zaman yeşil olan çimenlerin üzerinde yarı taş yarı betondan bir evdi. İki katlıydı ve yalnız birinin duman kustuğu üç ayrı bacası vardı.
Hafif yağan yağmurla ıslanan çimlerin üzerinde ayaklarını kaldırmaktan aciz biriymiş gibi yürüyen Göktürk, tek eliyle taşıdığı kutuyu göğsüne yaslamıştı. Eve girip sıcaklığın onu karşılamasını diliyordu.
Kasaba kışın ilk etkilerini hissetmeye başlıyordu. Buranın soğuğu yerliler için oldukça normaldi. Kışın insanın ellerini, dudaklarını kurutan kuru bir soğuk hâkim olurdu. Güneş gökyüzünde olsa dahi ısısını vermekte cimri davranır, yeni gelenler buranın kışından dert yanarlardı. Hemen hemen kasabanın çevresini saran ormandan dolayı odun pek boldu ve insanlar ısınmak için yanı başlarındaki ormandan yararlanırlardı.
Kapıya anahtarını iliştirdiğinde kırmızıya dönen ellerinin sızladığını hissetti. Kapı açılınca onu sıcaklığın karşıladığını görünce oldukça sevindi.
'' Göktürk, sen misin? '' diye annesinin sesi geldi.
'' Benim. '' diye cevapladı.
Kapının girişindeki küçük holde ayakkabılarını çıkarıp ahşap zemine bastığında vücudundaki gerginliğin aktığını hissetti. Tuhaftır ama bugün üzerinde var olan anlamlandıramadığı bir duygu vardı. Vücudu ona dar geliyordu sanki.
Oturma odasında annesi sobanın yanındaki tekli koltuğa adeta gömülmüştü. Uzaktan bakıldığında ayakları yokmuş gibi duruyordu ve Göktürk bunun komik olduğunu düşündü.
'' Erkencisin '' dedi annesi. '' Yoksa yine okulumu astın? ''
Topladığı ayaklarını tekrardan aşağıya uzattığında Göktürk kendisini tutamadan gülümsedi.
'' Hayır anne, ders erken bitti. '' diyerek sobaya daha da yaklaştı.
'' Lisede erken biten ders mi olurmuş. '' Annesi her cümle bitiminde bir köstebek gibi gömüldüğü yerden daha fazla doğruluyordu.
'' Hayır Anne, of tamam son dersi astım. '' diye itiraf etti annesine.
Doğrudan eve gelmek aptallıktı. Biraz daha oyalanabilirdi. En azından kitapçıda biraz zaman geçirseydi ya da daha yavaş yürüyebilir hatta yolu uzatabilirdi ama suç mahallini tekrardan ziyarete gelen katil gibi davranmış ve doğruca eve gelmişti. Ne kadar akıllıca bir hareket.
'' Neyse anne. Babama söyleme yeter, ben yukarı çıkıyorum. Biraz uzanacağım. ''
Annesi arkadan söylense de Göktürk ağır adımlarla üst kattaki odasına yol almış ve kulaklarını annesinden gelebilecek her türlü kelimeye karşı duyarsızlaştırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Göktürk Ayaz Toy
FantasyGöktürk, hiçbir özelliği olmayan bir genç. Ne okulun gözdesi ne de problemli bir öğrenci. Basit bir kasabada sıkıcı bir hayatın sunduklarıyla geçinebilen biri. Ama arka planda işler asla böyle değil. Göktürk Ayaz Toy aile sırrını öğrendikten hemen...