#02 "Ölümün Bakiresi'ne sarıldığı o anı inceleyin."

93 11 31
                                    

#02 "Ölümün Bakiresi'ne sarıldığı o anı inceleyin."

Sokakta verilen yaşam savaşının bu denli beni zorlayacağını bilmiyor oluşum hazırlıklarımı boşa çıkarıyordu. 6 sene boyunca her gün, o yatağa yattığımda yalnızca kaçacağım günün taslağını çıkartmıştım. Yeterli miydi? Haddinden fazla yetersizdi. Gözümü bürümüş hırs, istek ve arzu belki de engellemişti fazlasını düşünmemi. Sonuçta fazlasını düşünmek demek, gözümün korkması benim bu işten vazgeçmem demekti. İyi bir şey mi yapmıştım kötü bir şey mi yapmıştım, emin değilim.

Koskoca 2 gün geçmişti üzerinden, koskoca 2 gün. Kimsenin dikkatini çekmemiştim. Peşime takılan, beni kaçırmak isteyen.. hiç kimsenin. Kalacak bir yerim bile vardı üstelik.

Kaçtıktan sonra tek yaptığım ayaklarım şişene dek yürümek; susuzluktan, açlıktan güçsüz düşene kadar kaçmaktı. Kaçınılmaz son elbette kısa süre sonra beni himayesi altına almıştı. Bilmediğim bir çok sokağı gerimde bırakırken, bir ev ya da otelde kalamazdım. Ya bir parkta bulduğum bankın üstüne kıvrılacak ya da merdiven altı, köprü altı bir yerde sabahı sabah edecektim. Tercihimi köprü altından yana kullanmış, kimsenin fark etmemesini defalarca dileyerek bir köşeye sinmiştim.

Şimdiyse, o köprü altında uyumamanın cezasını çekiyordum. Uyuyamamış olmam gayet normaldi. Bir sürü insan gelip geçmişti önümden, kıyafetlerim oradaki insanlara bakaraktan daha düzgün daha temizdi. Onları aşağılamak için söylemiyorum, sadece onların arasında altın diş gibi duruyordum.

Sabaha dek tetikte durmuş, kucağımda ki çantayı bir an olsun bırakmamıştım. Bu para fazlasıyla eziyet olmuştu açıkçası bana. Kıyafet almam gerekiyordu, rahatça kullanabileceğim bir çanta, ayakkabı.. kısacası komple değiştirmem gerekiyordu dış görünüşümü.

Sabahın erken saatlerinde insanlar ayaklanıp işine gücüne giderken, tekrardan yola koyulmuş yeraltı çarşısını aramaya başlamıştım. Bu yeraltı çarşısını da köprü altında sabahlarken konuşan bir kaç gençten işitmiştim. Söylediklerine göre kıyafetler epey uygun fiyatlıydı.

Aç karnına halsiz düşen bedenimin aksine kendimi ayakta tutmaya çalışıyor, kıyafetlerimi değiştirdikten sonra bir şekilde karnımı doyuracağımın hayalini kuruyordum.

Bahsedilen yeraltı çarşısına geldiğim de, isimleri mıh gibi aklımıza kazınmış lüks mağazaların aksine döküntü kıyafetler vardı. Defolu, ikinci el giysilerdi hepsi. Her ne kadar içim el vermese de ince paçavranın üzerine serilmiş giysilerden giymeyi, başka şansım yoktu.

Kıyafetlerin etrafına çullanan insanların arasında bulduğum ufak boşluğa sıkışırken, rengi solmuş yıpranmış giysilere bakındım. Elimi attığım bir-iki tane tişört, elimden hızla çekilerek kapılsa da sesimi çıkartamıyordum. Burada ki insanlar sebepsizce beni korkutuyordu.

İnsanların dağılmasını beklerken geriye kalan kıyafetlere göz gezdirdim. Az öncekilerden birisini almadığım için pişman olsam da son pişmanlık bir şeye fayda etmiyordu.

"Bu tişört ve şu pantolon ne kadar?" Elimde tuttuğum soluk koyu gri tişört ve koyu mavi pantolonu karşımda ki satıcı eliyle inceledi.

"Sana 42 won olur." Bir yandan kıyafetlerimi teker teker incelemeye devam ediyordu. Bu kıyafetlerin 42 won etmesi imkansızdı ve para dolu çantanın içinde ki paralar dolardı. Ne halt edecektim şimdi?

"Ben de 42 won yok.. ne yapacağım?" Çaresiz şekilde sorduğum soruyla sanki işine gelirmiş gibi gözleri ışıldadı karşımda ki adamın.

"Üzerinde ki kıyafetleri bu kıyafetlerle takas edebiliriz eğer paran yoksa genç oğlan." Söylediği şey bir anlık kalmama sebep olmuştu çünkü elimde tuttuğum kıyafetlerden yüzlerce olsa yine de üzerimde ki kıyafetin maliyetine eşit olamazdı.

LUJURIA © taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin