tetiği çek,

31 8 31
                                    

tetiği çekerken nefes al, ciğerlerin oksijeni tanısın ama ölüymüşsün gibi yap çok ses çıkmasın.

Ne yapıyordum?

Yaşam mıydı bu yoksa sürünüyor muydum? Bilemiyordum ama ciğerlerim bu hastahane yataklarında her gün biraz daha soğuk kaparken öleceğim günü bekliyordum. Göğüskafesimin içindeki organların çoğu hastaydı, kalbim işe yaramaz, ciğerlerim kan doluydu. Ölmeye bir adım uzaktaydım ama gidemiyordum çünkü yüzünü göremediğim birisi sırtımdan çekiyordu beni. Birisi engel oluyordu. Gözlerimi sıkıntıyla hastane odamın camlarına çevirdim. Havada uçuşan güvercinler sırf canımı sıkmak için olsa gerek camıma pisliyordu. Yakında o camdan aşağı baktığımda hiçbir şey göremeyecektim.

Ya da o kadar bile yaşamayacaktım.

Hâlâ cama bakarken kapının açılıp kapanma sesi geldi. İçeri girenin hemşirelerden biri olduğunu düşünmek istiyordum çünkü hiç ziyaretçim olmazdı. Uzandığım yerden hareket etmeden kafamı çevirdim. Odaya giren kişi bir erkekti, hemşire olmadığı belliydi ve doktor da değildi, sivildi. Üzerinde gri bir kot pantolon ve kalın bir ceket vardı. Dışarıda yağmur yağıyor olmalıydı ya da onun dünyası fazla yağmurluydu, bilmiyordum. Bazen kafam uçuyordu.

Üstünü incelediğim çocuk öylece dikilirken yüzüne çıkardım gözlerimi, ilk dikkatimi çeken şey dağınık saçlarıydı. Gözleri biraz kısık bakıyor ve içerisinde bir çift kahverengi göz barındırıyordu. Dudakları koyu bir renk almış, üşümüş gibiydi. Susup yüzüme bakarken kafamı iki yana salladım. Eğer buraya gelmişse söyleyeceği bir şey olmalıydı, değil mi? Konuşmasını bekledim birkaç saniye boyunca. Susup bana bakarken dilsiz olup olmayacağı ihtimali üzerinde emekliyordum. Kafamı çevirip dışarıda yağan yağmura bakındım. İlk baktığımda görememiştim, hiç iyi değildim. Artık gözlerimde de sorun vardı, ya da her şey zihnimde bitiyordu. Bilemiyordum gerçekten. Doktorlar kafamın içinde hayali bir kurşun sakladığımı düşünüyordu ama ben sadece akciğer kanserine yakalanmış, zavallı bir kızdım. Fazla yaşamamış, sadece 19 yıl boyunca nefes almıştım.

"Ne kadar zamanın kaldı?"

Duyduğum sesle o çocuğa döndüm, büyük ihtimalle öleceğim zamanı soruyordu. Sahi niye soruyordu ki? Gözlerim üzerindeyken kızarmış burnuna baktım. İlk sefer farkedemediğim elmacık kemiklerini görebildiğimde şaşırmıştım. Kemikli bir yüzü vardı. Kafamı çevirmişken arkamdaki yastığa yasladım, "Belki birkaç hafta." dedim sonra. Belki de daha azdı, doktorlar böyle söylemişti ama bana kalırsa bu saniye iflas edebilirdi kalbim.

"Çokmuş." dedi dağınık saçlı çocuk. Dediği şeyle kaşlarımı çatmadım, üzülmedim de. Doğruydu çünkü, çoktu. Kafamı salladım sadece. Ona bakarken merakıma yenik düşüp, "Sorabilir miyim acaba, kimsin? Odama neden geldin?" diye mırıldandım. Fakat sesim yumuşaktı, asla onu kovar gibi söylememiştim. O da bunu anlamış gibi kafasını sallayıp, "Ölmekte olan bir ruhu görmeye geldim, izin verir misin?" dedi. Bu sefer biraz şaşırmıştım işte, ifademi sabit tutarak baktım çocuğa.

Sonra, "Tam olarak ne istiyorsun, emin ol geri çevirmem." dedim. Çünkü neden olmasındı, şurada ölüyordum. Ve hadi ama, kaybedeceğim hiçbir şeyim yoktu. Aldığım kemoterapi ilaçları simsiyah saçlarımı döküp kafamı çıplak bırakmışken benim artık kaybedecek bir şeyim yoktu, ah bir dakika kalbim dışında.

Çocuk bir adım atıp yatağın ucuna geldiğinde, "Birisine ölümünü izletir misin?" diye sordu. Yüzü odaya ilk girdiği gibiydi. Sert bir ifadesi vardı ve kahverengi kısık bakan gözleri çok güzeldi. Saçları ıslanmış ve dağılıp alnına dökülmüşken kulaklarındaki kızarıklık neredeyse gitmişti. Burnu hâlâ biraz kırmızıydı ve o an bu rengin onda çok güzel durduğunu anlamıştım. Dediği şeyi çok az alaya alıp gülümserken, "Ben izletmiyorum ölümümü, isteyen kişi izliyor. Farklı şeyler. Her gün bir sürü kişi ölüyor, bir o kadarı da izliyor. Alışılagelmiş." dedim. Önemsizdi benim için.

Çocuk sessiz kalırken yan taraftaki hastane yatağına oturdu. Dirseklerini dizlerine koyup kafasını ileri getirirken, "Adım Han, ölene kadar yanında kalmama izin veriyor musun?" dedi. Kafamı salladım. Ziyaretçim yok demiştim değil mi, unutun onu. Çünkü artık vardı. Yorgunlukla gülümseyip, "Adımı bilmiyorum, yeni bir ismim olsun mu?" dedim. Çocuk bakışlarını değitirmeden bakarken hep böyle bakmamasını diledim. İçerisine çok az duygu katsaydı belki nefes alabilrdim.

"Ne olmasını istersin?"

Gözlerimi kısıp tavana çevirdim bakışlarımı, "Aslında bilemediğim için sana sordum." dedim. Kafasını sallayıp konumunu biraz değiştirdi. Gözlerim sürekli onun saçlarına kayarken şu anda saçlarımın olmadığı gerçeği yüzüme tokat gibi çarpıyordu. Soluk tenim ve buz mavisi, büyük gözlerim beni Hobbit filmindeki Simiyago'ya benzetiyor olmalıydı. Ve o an aniden gelen gülme isteğiyle kahkaha attım. Tanrım, inanmıyordum gerçekten de Simiyago'ya benziyordum! Gülmeye devam ederken gözlerimi kapattım. Adının Han olduğunu söyleyen çocuğun yüzüme garip garip baktığına emindim. Ve yavaştan kalbim ağrımaya başlayınca nefeslerimi düzenleyip durmaya çalıştım. Birkaç saniye boyunca uğraşıp gülmeyi kestim.

Kafamı camın tarafına çevirince Han'ın, "Komikti." dediğini duydum. Asıl o komikti, neye güldüğümü bile bilmiyordu ki! Yavaşça kafamı çevirip ona baktığımda, dudağının kenarını çok az kıvırmıştı. Bu çocuğun amacı neydi gerçekten? Neden ölmek üzere olan, akciğer kanseri yalnız bir kızın hiç sahip olamayacağı o ziyaretçi olmaya çalışıyordu?

Ben ona bakarken, gözlerini yüzümde gezdirip, "Simiyago'ya benzemek için fazla güzelsin." dedi.




19 ocak2021,
salı, 19.45.
akşam.

(cidden mi ria, bu ne ksmsksnkdmdkd)

deklanşörHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin