seninle ilk kez yan yana oturduğumuzda 17 yaşındasın.
ben ise 15.
saçlarımı kestim. uğraşmaktan bıktım artık. aptal bir kız çocuğu gibi görünmekten de bıktım. sınavımı geçtim, iyi bir liseye başladım ama hiçbir arkadaşım yok. benimle sürekli dalga geçiyorlar. kim olduğumdan haberleri yok, sadece bana bakıp gözlüklerimle ve at kuyruğuma laf atıyorlar. bana hiç şans vermiyorlar.
sen de bana hiç şans vermiyorsun.
şirkete yeni insanlar geldi. senin grubunun üyeleri olacaklarmış. çok neşeli insanlar. çok havalılar. çok da yakışıklılar. ama hiçbiri sen kadar dikkatimi çekmiyor.
senden biraz hoşlanıyorum.
ama sana söyleyemem.
hepinizin aynı yurtta kaldığını duydum ama vaktinizin çoğunu şirkette geçiriyorsunuz. şirketimiz çok büyük değil, bütçesi kısıtlı. amcam bunca yardımıma rağmen bana sadece cep harçlığı verebiliyor, senin de bundan ne gelirin olduğunu az çok kabul edebiliyorum. ama buradasın. buradasınız. bir yıl geçti ama hiçbir yere gitmedin.
bir gün senin ağladığını duydum. stüdyonun önünden geçerken. normalde stüdyoların ses yalıtımlı olmadı gerekir ama bizim çok paramız yok. ağlayan sendin. buna eminim. yanında kimse yoktu.
sana camdan biraz bakabildim ama yanına yaklaşamadım.
senden korkuyorum.
arkadaşların çok canayakın. neredeyse hep berabersiniz. bir tanesinin dansçı olduğunu duydum, diğeri de yeraltında rap yapıyormuş. sen gibi. onlarla çok iyi anlaşıyorsun. bazen lobide oturup saatlerce konuşuyor ve gülüyorsunuz. ben de geliyorum, bazen etrafı toparlıyorum. dansçı olan bana sürekli selam veriyor.
başımı sallıyorum.
muhtemelen sen de benden korkuyorsun.
bazen pratik odasına giriyorum, kocaman puslu aynada kendimi izliyorum. belirsiz, diğer kızlardan ayırt edilemeyen bir yüz ve kusurlarla dolu bir vücuttan başka bir şey göremiyorum. kıyafetlerim gösterişsiz, saçlarım bakımsız, yüzüm sivilcelerle dolu.
çirkinim.
çok çirkinim.
o dansçı çocuğun bana verdiği selamı bile hak etmiyorum.
birkaç hafta sonra ikisi de evlerine gidiyorlar, kendi memleketlerine. yine sadece sen kalıyorsun. tarz konusunda bir kararsızlık yaşadığını anlayabiliyorum, sürekli farklı kıyafetlerle ve saç şekilleriyle geliyorsun. bana kalsa hepsi eşit derecede havalı görünüyor.
bir gün amcam beni kenara çekiyor, yanında sen de varsın. şeftalili dondurmacıdan bahsediyor. adını bilmiyorum, amcam da muhtemelen bilmiyor ama beni küçükken hep oraya götürürdü. sürekli şeftalili dondurma aldığım için adı hiç değişmedi.
seni de götürüp şeftalili dondurma almam için biraz para veriyor.
yolda yürürken aramız tuhaf bir şekilde açık. ellerimi ceplerime soktum, gözlerim yerde. bana soru soruyorsun. seoul hakkında neyi sevdiğimi ve neyi sevmediğimi. okulumun nasıl olduğunu. en sevdiğim dersi.
aradığın muhabbet arkadaşın ben değilim.
ben konuşmayı bile bilmiyorum.
yanımda olman hoşuma gidiyor. yoldaki insanların bize bakmaları, beni tuhaf bakışlarla süzmeleri hoşuma gidiyor. sanki senin gibi birini nasıl olup da yanıma takabildiğim hakkında sorular soruyorlar, yargılıyolarlar beni. ama taktım işte.
" çok konuşkan biri olmadığım için özür dilerim. " diyorum, banka oturduğumuzda. elimdeki karton kapta hala biraz dondurma var, seninki neredeyse bitmiş.
" sorun değil, özür dilemene gerek yok. "
sözlerin çok rahatlatıcı.
inanmak istiyorum.
inanamıyorum.
benden rahatsız olduğunu düşünüyorum.
" saçlarını neden kestin? " diye soruyorsun bir süre sonra. fark etmen bile şaşırtıcı.
" kullanması daha rahat. "
" böyle çok yakışmış. "
utançla saçlarımın bir kısmını kulağımın arkasına itiyorum.
gülümsüyorsun. görmüyorum ama hissediyorum.
bana gülümsüyorsun.
belki de sadece acıyorsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
serenity || kim namjoon
Fanfictionsana seni sevdiğimi söylediğimde 20 yaşındayım. sen beni reddettiğinde ise 22.