Odamın içine giren, yürüyen bir çığlık ile uyandım. Melik gelmişti, ister istemez yüzümü büyük bir gülüş kaplamıştı. "Hadi uykucu uyan, saat kaç oldu sen hâlâ uyuyorsun" dedi. O an saatte bakmak aklıma geldi, aman tanrım saat öğlen ikiyi geçiyordu. "Tamam Melik, sen bahçeye çık. Ben üstümü değiştirip hemen geliyorum". Koşarak aşağıya indi, dolabımı açtığım gibi aklım mavi tişörtüm ve beyaz pantolonuma takıldı -mavi özgürlük, beyaz huzur. Neden bilmiyorum ama kendimi Melik'in yanında hep özgür ve huzurlu hissederim- Üstümdeki pijamaları bir yere fırlatıp hemen dolabımdan seçtiklerimi giyinip, bahçeye indim. Melik'i gördüğümde bir şeyler ile uğraştığını gördüm, benim geldiğimi fark edince arkasına gizledi. "Git bakma, sana sürpriz hazırlıyorum","Tamam" dedim ve çardak da onu beklemeye başladım. Yaklaşık 15 dakika sonra yanıma geldi, sürprizini de arkasında saklıyordu, çok sabırsızdım. "Tamam prenses, gözlerini kapat" dediği gibi gözlerimi kapattım ve sabırsızca beklemeye başladım -sanki her saniye bir yılmış gibi geliyordu- "Tamam prenses, gözlerini açabilirsin" dedi ve ellerinde papatyadan bir taç. Tacı başıma koymasını bekledim, elini çektiği gibi ona sıkıca sarıldım -diğer insanlara göre onu çok seviyordum- oda bana karşılık verdi... Bir kaç saat oyun oynadıktan sonra uzaktan cırtlak sesli bir kızın bize koştuğunu gördüm. -Ece öküzü bize geliyordu, gerçi biz ona gelmek diyemiyoruz o ayrı konu, arkadaş standart olarak bize her gün aynı saatte damlar ve sofraya oturup tıka basa yer, sanki tıklıktan çıkmışcasına- Annem de o sırada kapıya çıkmıştı bile, bizim ile birlikte içeriye girdikten sonra masaya oturup tıkınmaya başladık.