Ahret anne, anneannemin o kocaman bahçeli evinin karşı ve yan komşusu olan evin hanımı yaşlı teyzeydi. Annemler ona "âret anne" diyorlardı. Sonradan öğrendiğime göre, bu lâkabın aslı "âhiret anne" imiş ve anneannemle onun "ahretlik" olduğu anlamına geliyormuş.
Ahret anne âhirete göçeli çok oldu sanıyorum -vefat haberini hayal-meyal hatırlıyorum- fakat çocukluğuma dair silik anılarda onun da mütevazi bir yeri mevcut.
Beton bahçesindeki saksılarda küpe çiçekleri mi vardı, cânanlar mı, fesleğenler mi, güller mi, yoksa hepsi mi, emin değilim, ama her bayram ziyaretinde onların arasından geçip içerideki sobalı salona oturuyorduk. Tabi mevsim bahar ya da yaz ise, o saksıların arasındaki divanda ve sandalyelerde kuruluyorduk.
Kocaman bir salon, borusu "u"lar çizerek bacaya ulaşan bir soba, divanlarda ve koltuklarda edeplice oturup "nasılsın yavrum?" sorusunda sıranın kendisine gelmesini beklemekten başka çaresi olmayan çocuklar, "nasılsın, çocuklar nasıl?" sorularını kibarca cevaplamış olmanın verdiği yetişkin gururuyla çocuklarını izleyen anne-babalar...
Ziyaretimiz bayram tebriği amaçlıysa, Ahret Anne'nin evinde çoğunlukla bizden önce gelmiş, oturan, tatlı yiyen, gitmekte olan ya da biz oradayken akın akın gelen gruplarla görüşmek işten değildi. Minicik mutfakta bir misafirin demlediği çayı, başka bir misafir ikram ediyor, diğer bir misafir ise bulaşıkları yıkıyor gibi bir karmaşık döngü olurdu. Ya da "kime niyet, kime kısmet" tatlı tabakları, kahveler, kolalar, hanım misafirlerin ve genç kızların ellerinde aktarıla aktarıla, salonda ve ona bağlı minik ek odada devridaimini tamamlardı. Evet, o minik oturma odasından bahsetmeliyim; misafirler salona sığmayınca, o küçük oda açılır ve oturup tatlısını yemesi gereken misafirlerin bir bölümü de oraya alınırdı. O odanın küçücük bir penceresi vardı ve duvarda bir tablo gibi yukarı asılmıştı sanki. O pencere, anneannemin bahçesine bakıyordu.
Ahret Anne ufak-tefek, minicik bir hanımken, eşi onun aksine, uzun boylu bir yaşlı amcaydı. Bu ince-uzun dede ve Ahret Nine'nin hiç çocukları ve dolayısıyla torunları olmamasına rağmen, evlerinin irili-ufaklı, gençli-yaşlılı insan kalabalıklarıyla dolup taşması, ben çocuk yaşlardayken soru işareti uyandırmış bir durumdu. "Demek ki çok seviliyorlar." diye sonuca varmış olmalıyım. Hep sessizce oturup gözlemleyen ve sorularının cevaplarını kendi veren çocuk olmak da bunu gerektirir!
Bayram ziyaretlerimizde çikolata, tatlı ikramlarının yanı sıra, biz çocuklara özel mini hediyeler de olurdu Ahret Anne'de. En çok da o kumaş mendilleri hatırlıyorum. İşlemeli, desenli, düz mendiller. Şu anda bile ufak bir mendil koleksiyonum varsa, bunu o kumaş mendil kullanılan zamanlara ulaşmış olmama da bağlayabiliriz, bu arada. Aralarında Ahret Anne'nin hediyesi var mıdır, bilemem, ama mendillerimi sevdiğimi eklemeden geçemeyeceğim. Limon çiçeği kolonyası kokulu hatıraların içine girmişken, nasibimizi tam alalım, değil mi?
Annemle babam çalıştığı için anneanneme bırakıldığım yaşlarda, anneannem ve Ahret Anne ile şehrin iki pazarından birine gitmiştik bir gün. O küçücük halimde, bana ölçülemez büyüklükte gelen geniiiş alanlara ve açıklıklara kurulmuş pazara. Bu iki ahretlik, minik ve uslu kız çocuğuyla o gün neler aldılar da eve kadar taşıdılar, hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım iki şey, bahsettiğim "uçsuz-bucaksız alanda küçücük olma hissi" ile aralarından saklı bir sevinçle geçtiğim plastik oyuncaklar. Belki bana da o envai çeşit oyuncaklardan almışlardır o gün ve eve dönerken, tren yolunun demirlerinden sevinçle zıplamışımdır.
Tren yolu, apayrı bir hikaye. Anneannemin ve Ahret Anne'nin evi, demiryolunun hemen kıyısındaydı. Her tren geçişinde büyük gürültülerle sarsılan zemini de hissettik, her geçen trenin içindeki yolculara el de salladık, bakalım kimler el sallamamıza aynıyla mukabele ediyor diye izleyip küçük mutluluklar da yaşadık, trenlerin geçmediği saatlerde adına tuhaf ve ürkütücü şekilde "şeytan treni" denen küçük raylıları da gördük, o şeytan trenlerindeki birkaç adamın tahterevalli gibi bir düzenekle ne yapmaya çalıştıklarına da kafa yorduk, evden her çıkışta mecburi istikamet olan demiryolunu aşarken aralardaki taşlara düşmemeye de çalıştık, o taşların arasına atılmış türlü türlü çöp, ıvır-zıvır nesne arasında göz farına varasıya birçok eşya ile de karşılaştım.
Ahret Anne'den nerelere geldim... Daha çook yere gidilir buradan da, onları başka hikayelere saklayalım. Mesela anneannem ve evi var. Burası çok gizemli. Şaka şaka, biraz abartayım da, "arkası yarın"cılık oynayalım istedim.
Dilerim, Ahret Anne ve eşi, ışıklar içinde uyusunlar; alçakgönüllü bir sakinlikle ve sevecenlikle çocuklara olan iltifatlarının hediyelerini, ruhları alıp huzur bulsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ahret Anne
Non-FictionAnneannemin komşu arkadaşı olan teyzenin çocukluk anılarımda kalan izlerinden.