when i hear you

182 26 24
                                    

"Ne zaman buraya gelsem, sen çoktan burada olmuş oluyorsun. Nasıl beceriyorsun bunu?" Nedendir bilmem Doyoung buruk bir gülümsemeyle denize bakarak konuşuyordu. Sanki ben orada değildim de kendi kendine bir şeyler hakkında konuşuyormuş gibiydi.

"Çünkü seni artık tanıyorum, Doyoung." Bu sefer başını hafifçe öne eğmiş ve sessizce gülmüştü. Soğuktan kızarmaya başlayan elleri kucağındaki çantasının üzerinde dinleniyordu.

"Doğru, uzun zamandır tanışıyoruz. Beni tanıman normal." Bakışlarını bana kaldırmıştı bu sefer konuşurken. Buraya geldiğinden beri ilk kez doğruca gözlerime bakıyordu. Bir şeylerin onu rahatsız ettiği aşikârdı. Yoksa buraya hiç gelmemiş olurdu zaten.

"Peki, neden ben seni hiç tanımıyormuşum gibi Hyung?" Sorduğu soruyla konuşmanın nereye gideceğini tahmin etmek hiç zor olmadı benim için. Uzun süredir bunu konuşmak için debelenip durduğunu da görebiliyordum. Her zaman yapıyordu bunu. Baş başa kaldığımızda hep bu durumdan bahetmeye uğraşıyordu. Ama biliyordum, şimdi burada bu bankta oturuyor olmasının sebebi bu değildi.

"Sen neden buradasın Doyoung?" Sorusuna bir cevap beklediği için benim karşı sorumla bir anlığına afalladı ve bakışlarını benden çekti. Gergindi. Ne zaman buraya gelse öyle olurdu. Ne yapacağını bilmez bir şekilde etrafına bakınır dururdu. Düşünürdü. Ama bir sonuca varamazdı. Nefesini uzun uzun tutar kendine gelebilmek için çabalardı. Bazen gözlerini sıkı sıkı yumar, sanki bir rüyadan uyanmış gibi aniden açardı. Doyoung bunları hep yapardı ama neden yapardı bilmezdim. Kimi zaman yanında olurdum kimi zaman ise uzağında onu izlerdim. Onu bu kadar yoran şeyin ne olduğunu hep sormak istemiştim ama faydasız olacağını da biliyordum. Doyoung bana her ne kadar güvense de bazı şeyler başkalarına anlatılmıyordu. Bana söyleyebilmesi için, problemi önce kendi içinde halletmeliydi.

"Hava almak için geldim." Mırıldanarak konuştuğunda gerçekten ağlamak istedim. Yalan söylüyordu, yorgundu. Biliyordum, ağlamak istiyordu ama ağlamıyordu. Neler yaşadığına dair en ufak bir fikrimin bile olmaması beni deli ediyordu. O an ayağa kalkıp karşısında tüm gücümle bağırarak ağlamasını söylemek istedim.

     Ağla Doyoung, ağla ki hafifle. Seni öyle bir gizleyeceğim ki, sen bile göremeyeceksin kendini.

     Neden bu kadar çekiniyordu ağlamaktan? Güçsüz düşeceğini mi sanıyordu, yoksa kendini öyle görmekten mi korkuyordu? Neyeydi tüm bu karşı koyuş?

"İçinde neler olup bitiyor bilmiyorum Doyoung. Bildiğim tek şey yorgun olduğun. Kendini öyle bir sıkıyorsun ki, benim yerimde olsaydın ne demek istediğimi anlardın. Sorunun ne ya da neler yaşıyorsun emin değilim ama sen çok güçlü bir çocuksun Doyoung.   O kadar güçlüsün ki sen, sana hayran olmamak elde değil. Senin yapabildiğinin birazını yaparak problemlerimle başedebilseydim, eminim ki şimdi daha mutlu olurdum." Onu teselli edebilmek adına uydurduğum şeyler değildi bunlar. Gerçekten de böyle düşünüyordum. Onu seviyordum ve ona karşı kimseye duymadığım kadar saygı duyuyordum.

"Haklısın Hyung. Yorgunum, hem de çok. Ama bu yorgunluk hiç geçmeyecek. O gün gelene dek, ben yorgun bir şekilde yaşayacağım. Kimsenin göremediği bu yorgunluğu gördüğün için teşekkür ederim sana. Ama bilmelisin ki Hyung, güçlü olmak bazen iyi bir şey değildir. Bazı zamanlarda diyorum ki, keşke korumasız, hayattan bi' haber ama yine de mutlu bir kuş olsam. Sonucu için endişelenmeme gerek kalmadan deli gibi kanat çırpsam. Hiç yükselmediğim kadar yükselsem. Koca dünya bir nokta olana dek yukarılara çıksam. Düşmekten korkmasam çünkü bilsem ki, ben düştüğüm vakit birileri koşulsuz beni tutacak." Sertçe yutkundum bu dedikleri karşısında. Tek bir kelime bile ağzından çıkarken bakmamıştı bana. Taşa çarpan dalgaları izlemişti. Bense hiç çekememiştim bakışlarımı onun güzel yüzünden.

     Bankın bir ucunda o, bir ucunda ben oturuyordum. Bu mesafe hep vardı aramızda, ama bu kez yok etmek istedim bu boşlukları. Düşünmeden yanına kaydım. Bacaklarımız birbirine değiyordu artık. Anlamazca baktı yüzüme bu sefer. Önemli değildi çünkü ben de anlamıyordum ne yaptığımı. İçimden ne geliyorsa onu yapıyordum sadece. Gözleri gecenin karanlığında öyle güzel parlıyordu ki, onları sevmem için herhangi bir çaba harcamalarına gerek kalmıyordu. Heyecanlıydım. Nefes alış verişlerim öyle hızlanmıştı ki Doyoung duyacak diye korkmuştum. Ama yine de geri çekilmedim.

     Ben Doyoung'u duyuyordum. İki dudağının arasından çıkan sözleri değil, gözlerinin anlattığı acıyı, kalbinin yorgun haykırışlarını duyuyordum. Onda duyduğum şeyleri, daha önce kendimde bile duymamıştım. Öylesine ağırdı ki her şey. Ben bile kaldıramadım. Doyoung, sen nasıl ayakta kalmıştın bu zamana dek?

     Bedenimi hafifçe ona çevirdiğimde o da karşılık olarak bana dönmüştü. Boğazımın kuruduğunu hissediyordum. Gözlerim gözlerine değmeye korkuyordu. Gerginlikle dudağımı yaladığımda sertçe yutkunmuştu. Yüzlerimiz hiç olmadığı kadar yakındı şimdi.

"Doyoung," Fısıltı gibi çıkan sesim zar zor duyuluyordu belki ama o anlıyordu beni.

"Bebeğim," Elim yanağını bulduğu zaman, başparmağımla okşadım yumuşak yüzünü. O ise bu hareketimle yüzünü elime daha da bastırmış başını hafifçe sağa eğmişti. Gözleri sıkı sıkı yumuluydu. Alt dudağı titriyordu. Her an ağlayacakmış gibi bir hâli vardı.

"Yapma böyle, kaç defa demem gerekiyor sana. Ben varım. İnan bana, iki elim kanda olsa koşar yine sana gelirim Doyoung. Seni korumak için her şeyi yaparım." Alt dudağının titremesi şiddetlenince durdurmak adına ısırdı dudaklarını. Daha da yaklaştım ona. Nefesini hissedebiliyordum yüzümde artık.

"Dur."  Durdum. Ama tek duran ben değildim. O an her şey durdu. Nefes alış verişim durdu, zaman durdu, damarlarımda akan kan durdu. İlk kez bir şeyler için pişman oldum. O gün orada onu öpmeye çalıştığım için pişman oldum. Kendi isteklerime yenik düşüp, onun üzüntüsünden faydalanmaya çalıştığım için pişman oldum. Bilinçsizce davranıp onu kırdığım için, onu ürküttüğüm için, onun ne istediğini düşünmediğim için pişman oldum ve kendimden nefret ettim. Duyduğum utançla onu orada bırakıp gittim. Sonrasında ne olacaktı tahmin edemiyordum. Onu kaybetmek... Düşüncesi bile beni öyle yaralıyordu ki... Ne yapmıştım böyle ben?

     Telaşlı telaşlı yürürken boş sokağa telefonumdan yükselen ses yayıldı. Aceleyle cebimden çıkarıp kim olduğuna bakmadan açtım telefonu. Başta hiç ses gelmedi. Öylece karşıdakine seslendim. Sonra kimin aradığına bakmaya akıl edebildiğimde kaşlarım çatıldı.

"Jaehyun? Orada mısın?" Birkaç garip sesin ardından sonunda Jaehyun'un kalın ama pürüzlü çıkan sesi duyuldu. Sarhoş gibi bir hâli vardı.

"Hyung... neden... ?" Kelimeleri zar zor seçiliyordu, dediği birkaç şey dışında neyden bahsettiğini anlayamıyordum. Şimdi onunla uğraşacak hâlim de yoktu ama başına bir şey gelsin istemiyordum.

"Jaehyun, neredesin? Duyuyor musun beni? Nerede olduğunu söyle ki yanına gelebileyim?" Bir şeyler mırıldanmaya devam etti ama sonra ses tamamen kesildi. Bir an telefonun kapanıp kapanmadığını kontrol ettim ama hâlâ açıktı.

"Jaehyun? Tanrım!"

"Hyung, neden bunu yaptın?" Jaehyun ağlıyordu. Sesi öyle bir titriyordu ki, ne yaptığımı bilmediğim hâlde kendimden tekrar tekrar nefret ettim. Cevap vermedim. Konuşmasını bekledim sadece.

"Cevap versene! Neden bunu yaptın diyorum sana!" Hem ağlıyor hem de bana bağırıyordu. Yine de konuşmadım. Yorgunlukla kaldırımın kenarına oturdum ve dinledim onu.

"Sen benim en iyi arkadaşımdın. Bunu yapmaman gerekiyordu. Ya da bana söylemen gerekiyordu. O zaman belki kendime engel olabilirdim. Ama şimdi çok geç. Ne yapsam olmuyor." O kadar şiddetli ağlıyordu ki, yanında olup onu teselli etmeyi çok istedim. Bana sinirliydi, ama bir o kadar kırgındı da. Belki yanında olsam çoktan yumruğunu geçirmişti yüzüme.

"Onu ilk ben gördüm Hyung. Onu ilk ben sevdim." O an beynimden vurulmuşa döndüm. Bunca zaman neyden bahsettiğini hiç anlamamıştım. Ya da Doyoung'a karşı neden bu kadar öfkeli olduğunu. Neden onunla aynı yerde bile durmak istemediğini. Neden bana, onu bırakmam gerektiğini söyleyip durduğunu. Şu ana dek anlamamıştım tüm bunların nedenini. Ama şimdi biliyordum. Ve bunu bilmenin beni bu kadar yıpratacağını bilmiyordum.

Bana ulaşmak için;

IG: iamsolita

when i know you • johndo Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin