Hücrenin kapısının büyük bir gürültü sonucu açılmasının hemen ardından içeri aynı mavi üniformalı üç görevli girdi. Birisi sarışın zayıf ve sert suratlıydı. Kaşından üst dudağına doğru gelen kavisli bir yara izi vardı. Koyu mavi şapkası yüzüne bir gölge düşürüyordu ve bu yüzden gözleri neredeyse görünmüyordu. İkincisi kahverengi kısa saçlıydı. Masmavi gözleri vardı ve diğerine oranla daha sevecen bir suratı vardı. Şapkasını takmamıştı. Sonuncusu ise kahverengi saçlıyla hemen hemen aynı fizikteydi. Sadece ondan biraz daha kısaydı. Çilleri ve yeşil gözleri olmasa rahatlıkla karıştırılabilirlerdi.
Daha ne olduğunu anlayamadan kahverengi saçlılar Alexandra'nın kollarından tuttuğu gibi kaldırıp dışarı çıkardılar. (Ki kız daha uyanmamıştı bile.) Bu sırada sarışın olan Jennifer fazla yaklaşmasın diye tıpkı üzerindeki yırtılmış, rengi atmış ve yıpranmış turuncu renkli elbisesinin rengindeki bir spreyi yaşlı kadının yüzüne boşalttı. Bu ani şokla kadın acı içinde haykırarak geri çekildi ve herkes gittikten sonra bile köşesine çöküp ağlamaya devam etti. Ellerini gözlerindeki turuncu spreye sürerek silmeye çalıştı biraz ama olmadı. Ağzı, burnu, gözleri alev almıştı sanki ve o göremiyordu. Karanlıkta ve soğukta ağlayarak yüzünü silmeye devam etti. Kör olmuştu.
→→
Alexandra birden aydınlık ortama çıkınca gözlerini kısarak etrafına bakmaya çalıştı. Her gün olduğu gibi yine aynı yoldan yürüyorlardı. Bulunduğu yer bir dağın içi ya da daha kötüsü yerin altı olabilirdi. Hücreler devasa silindir bir çukurun içine sırayla yerleştirilmişti. Metal koridorların soluna hücreler denk geliyordu, sağındaysa yerin dibine kadar inen, sonu görünmeyen boşluk vardı.
Alexandra onu tutan görevlilere baktı. Jennifer'la uğraşan adam arkadan geliyordu.
"Ne o? Bugün köpek suratlı yok mu?"
Bunu demesiyle sol kaşını patlatacak bir dirsek darbesi yemesi işten bile değildi. İki gün önce olsa sinirlenir belki de ağlardı ama aklında dün Jennifer'la yaptığı konuşma vardı. Kahkahalarıma sahip olamazlar. Bu düşünce önce sırıtmasına sebep oldu sonra başını kaldırdı ve görevlilerin suratlarına bakıp katıla katıla gülmeye başladı.
Görevliler şaşkın şaşkın birbirlerine bakıp iç çektiler.
"Sana söylüyorum Eric sonunda bu da kafayı sıyırdı."
"Tüh! Halbuki aralarında en sevdiğim buydu."
Arkadan gelen görevli sırıtarak lafa karıştı.
"Değil mi? Baya seksi bir parça."
Mavi gözlü görevli kaşlarını çatarak sarı saçlıyı susturdu.
"Ne dediğine dikkat et mankafa. Burası genelev değil. Hepimiz içinde bulunduğumuz savaştan ülkemize en iyi şekilde hizmet vererek kurtulmaya çalışıyoruz. Senin bu 'seksi' dediğin 'parça' da deneylere olumlu cevap verebilen nadir insanlardan biri. Doktor Delphi'nin gözdesi hakkında böyle konuşmasan iyi olur."
Alexandra konuşma boyunca sadece kaşlarını çatıp yürümüştü. Sarı saçlı görevliden nefret ediyordu. Bunca insanın, doktorun, rehinenin, görevlinin arasında bile en hastalıklı ruha sahip olan kişi büyük ihtimalle oydu. Ama Alexandra'nın aklını karıştıran konu başkaydı. Bedeninin deneylere verdiği sonuçlar gerçekten de olumlu muydu? Her deneyde öleceğini düşünmesi iyi bir şey miydi? Bu kampa ilk geldiğinde toplu mezarlardan birini görmüştü. Birbirinden farklı ten rengine, yüz ifadesine ve duruşa sahip onlarca insan kocaman çukura beyaz bir toz eşliğinde gömülüyordu. Alexandra bu mezara ne zaman düşeceğini merak etmişti ama görünen o ki daha çok vakti vardı. Ne yazık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A.L.E.X.I.S.
Science FictionBen o kızım. Bugünü düzeltmek için dünü bozdum. Ve zaman bunu affetmedi. Ben de bu yüzden zamanı yok edip onun yerine geçtim. Ben hem varım hem de yokum. Ben evrenin başına gelebilecek en kötü hatayım.