Gözlerini açtığında hâlâ dokuz bin derecelik koca bir fırının içindeymiş gibi hissediyordu. Ağır ağır gözlerini açarken nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı. Birkaç saniye sonra görüntüsü netleşti ve laboratuvardaki ölülerin konduğu o kutulardan birinde olduğunu fark etti. Sarı kutular ondan öncekilerin kanıyla boyanmıştı. Dizlerini kendisine çekip düşünmeye başladı. Kafasını uzatıp dışarı bakarsa onu fark edeceklerdi. Böyle beklerse hatta ölü takliti yaparsa onu canlı canlı gömerler ve sonunda kurtulmuş olurdu. Hangisi daha kötüydü? İşkencelere devam etmek mi yoksa yine acı verici olacak bir ölüm mü? İki saniye durduktan sonra ''Salak'' dedi. ''ölmediğini anlamayacaklar mı?'' Tabi ki de anlayacaklardı. İstemsiz bir şekilde ölmediği için kendisine kızdığını fark etti.
Başını biraz eğip üzerine şöyle bir baktı. Buraya ilk alındığı günden beri üzerinde olan gömleği ve taytı gitmişti. Şuanda üzerinde sadece çuval gibi sararmış bir şey vardı. Gerçekten de bir çuvala delik açıp giydirmişler gibiydi. Yavaşça gözleri ellerine kaydı. Açık pembe bir renkte parlıyordu. Yumuşaktı ve ten rengiyle kolayca karıştırılabilirdi. Kırmızı veya turuncudan daha iyi görünüyor. diye düşündü. Belki de bu iyileştiğinin bir göstergesiydi. Sadece için için yanıyordu hepsi bu.
Dizlerini iyice kendine çekerek etrafına bakınmaya başladı. Bu kutular bir insan için aşırı küçüktü. Doğal olarak rahatsızdı da. Alexandra ne yapacağını düşünürek kutunun bir kenarındaki kurumuş kanı tırnağıyla kazımaya başladı. Kazıdıkça yan kutuda da duran birisinin olduğunu fark etti. Yavaş yavaş kazımaya ve yanındaki kişiyi görmeye çalıştı. Kaç saattir orada o işle uğraştığını bilmiyordu ama son bir tırnak darbesiyle geri kalan bütün kanı temizleyecek duruma getirmişti kutusunu. Yaptı da.
Bütün kuru kan gidince karşına çıkan şey bir gözü oyulmuş, (en azından Alexandra'nın tahmini buydu) dudağının olması gereken yerde koca bir kan lekesi olan bir surattan geriye ne kaldıysa artık oydu. Ölü bir beden bekliyordu ama bunu görmenin verdiği şokla ani bir harekette bulundu ve kutunun küçük olması sebebiyle kafasını kutunun kenarına vurup olduğu yerde kaydı. Bu, kesinlikle onu ele verecekti. Birkaç saniye nefes almadan bekledikten sonra hiçkimsenin ayak sesini duymadığını fark etti.
Bunun üzerine başını biraz kaldırıp kutudan dışarı bakma hatasına düştü. Laboratuvara bakmasıyla Doktor Delphi ile göz göze gelmesi bir oldu.
''Ah demek uyanmışsın tatlım!'' dedi en sevecen gülümsemesiyle. ''Beni anlayabiliyor musun?''
Alexandra düşünmeyi bırakmıştı. Kaçmak için elinde bir fırsat varsa bile az önce bunu merakı yüzünden kendi elleriyle yok etmişti. Sadece asık suratla Delphi'ye bakmaya devam etti.
Doktor Delphi yapmacık bir üzgün surat ifadesiyle ''Tüh! Sanırım seni sağır ettik. Yine de her ihtimale karşı bir kulağını alsam sorun olmaz değil mi? Sağırlın sebebini öğrenmek için?''
''Hayır! Hayır.''
Alexandra ister istemez ellerini kulaklarına götürmüştü.
''Sizi duyabiliyorum. Sadece ölüleri tuttuğunuz bir yerde uyandım ve yaşayıp yaşamadığımı anlamaya çalışıyorum.''
''Emin ol biz de bunu anlamaya çalışıyoruz.''
Doktor Delphi eline kalın kahverengi bir eldiven geçirerek Alexandra'ya uzattı.
''Gel bakalım. Sorularımızın cevaplarını bulalım.''
Alexandra bundan hiç hoşlanmamıştı. Zaten bu kampların kurulma sebebi de insanların sordukları sorulara aradıkları cevaplardı. Yani Bayan Delphi'nin bu sevecen tavırlarının hepsi yalandı. Şimdi o enjekte ettikleri ilaçtan sonra sonuçlarını öğrenmek için apayrı testler yapılacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A.L.E.X.I.S.
Science FictionBen o kızım. Bugünü düzeltmek için dünü bozdum. Ve zaman bunu affetmedi. Ben de bu yüzden zamanı yok edip onun yerine geçtim. Ben hem varım hem de yokum. Ben evrenin başına gelebilecek en kötü hatayım.