Sekiz yaşındaki ben;
Arkadaşlarım ile yoğun bir öğlen geçirmiştim. Çok fazla yorulduğum için eve dönmek istedim, arkadaşlarıma selam verip oradan ayrıldım. Eve giderken 'acaba bugün annemin nefis ellerinden hangi yemeği yiyeceğim' diye düşünmeden edemedim. Annem ile yaşayan küçük bir aileydik, mutluyduk, huzurluyduk... Babam daha ben doğmadan önce beni kabul etmediği için annemi terk etmişti.
Yolun sonuna yani evime gelmiştim ve içeri girdim. Beni kucaklayan sıcak bir çorba kokusu yoktu yada kapı eşiğinde beni karşılayan 'hoş geldin kızım günün nasıldı' diye, soran annem neredeydi?
Küçük ayaklarım ile ne kadar hızlı koşabilirsem o kadar hızlı mutfağın yolunu tuttum. Ayak parmaklarım ucuna kalkarak kapı kulpuna uzanmaya çalışıyordum. Minik ellerim ile de hafif zorladıktan sonra kapıyı açmayı başarmıştım. Etrafta kimse yoktu. Tezgahın arka kısmına doğru paytak bir şekilde ilerlerken... Oradaydı... Tam da yerde... Öylece yatan annemi görmem ile donup kalmam bir olmuştu. İçimde ki hafif burukluk ile anneme doğru yaklaşırken;
"Ah anne! Uykun varsa yatağında uyumalısın, burada üşüteceksin. Bana hep ortalık yerlerde yatma diye kızardın.''
Az daha yaklaştım anneme, sarılmak istedim ve o sıra fark ettim karnındaki o derin yarayı. Ellerimi, sanki son kez oluşunu idrak edebilmişim gibi, ezberlemek istercesine yüzüne dokundurdum. Nazikçe. Yüzümde ki ürkek tebessüm ile sarıldım anneme. O benim üzülmemi istemez, dayanamazdı değil mi? Annemdi o... Beni canından çok seven annemdi...
"Beni bırakmayacaksın, biliyorum... Çünkü söz verdin... Anneler sözlerini tutar, öyle değil mi?"
Ben kendimi tutmaya çalışırken göz yaşlarım çoktan kendini göstermişti. Hıçkırıklarımın arasında ki bu kelimeler boş duvarlara çarpıp, kulaklarıma doğru tekrar tekrar söyleniyordu. Anneme sarılıyordum fakat o beni duymuyordu. İnanmak istemiyordum ama bir yandan da kaybetmenin acısını iliklerime kadar hissederken göz yaşlarıma da hakim olamıyordum.
Gözlerimi, daha yeni fark ettiğim elimde ki sıvı maddeye kaydırdım. Bu dokunduğum annemin o narin bedeninden akan kanıydı. Biraz daha sıkarak sarıldım anneme, başımı göğsüne yasladım. Kulaklarıma o tanıdık ritimde ki ses gelmiyordu. O, artık yok muydu? Tüm bu olanlar nasıl olmuştu?
Dış kapının olduğu yerden sesler duymam ile birlikte arkama döndüm, içeri iki adam girmişti. Hemen ardından beni kollarımdan tutup dışarı çıkartmaya başladılar.
''Bizimle geliyorsun ufaklık'' Hayır, buna müsaade edemezdim, beni annemin yanından götüremezlerdi.
Artık salmıştım kendimi. Ondan tamamen uzaklaşma düşüncesi çok ağır gelmişti küçücük yüreğime, göz yaşlarım bitene kadar akmasına izin vermiştim. Anneme daha veda edemeden buradan gitmek istemiyordum. Keşke son kez öpüp koklasam, o lavanta kokusunu içime çekebilseydim. Keşke ...
"Annem, anneciğim.. B-en seni bırakmıyorum... Görüyorsun dimi?... Bak anne, beni onlar götürüyor. Anne baksana kızına, hiç tanımadığın insanların elinde kızın, bir baksana. Görüyorsun dimi anne, görebiliyor musun? Hani zorda kalsam koşar yardım ederdin, hani hep yanımda olacaktın."
Sesim gitmişti artık, söylediğim kelimeler anlaşılabiliyor muydu ondan bile şüpheliydim. Geriye sadece dudaklarımdan dökülen, o boş duvarlara yankı olan acı feryatlarımın arasında ki tek kelime kalmıştı. "Anne" bir türlü kendimi susturamıyordum. Bu nasıl tarifsiz acıydı böyle. Ailemde ki tek değerli ve baş tacı olan annemi kaybetmiş olmam, yo hayır inanmak istemiyordum.
Hala kollarımdan tutan ve beni dışarıya doğru sürükleme çalışan adamlara kaydırdım gözlerimi. Onlara tekme atmaya, yumruk savurmaya çalıştım. Küçük aklım işte ne kadar güçlü olabilirdim ki...
"Bırakın beni, anneme gitmek istiyorum. Bırakın dedim. "
Yaptığım şey sadece kendimi hırpalamak olmuştu. Hepsi nafileydi. Artık ne solunacak bir nefesim nede yaşamak için bir sebebim, yoktu. Artık mecalim de kalmamış olacaktı ki, zihnim kararmaya başlamıştı. En son gördüğüm şey ise hala yerde olan, o kan gölünün tam ortasında yatan annemin narin bedeniydi...
Ve ben o gün bir karar vermiştim. Daha da güçlü olursam, sevdiklerimi sonuna kadar koruyacaktım. Kimse, birini kaybetmenin acısı bu denli ağır çekmemeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılın İçindeki Güç
FantasyGüneş tepemde olsa ısıtmaz artık, ay gözümün önünde olsa aydınlatmaz, öyle bir zaman ki senin gelişin, tüm doğa kendine küsmüş, akar sular durmuş, neşe saçan kanaryalar ölmüş ve ben bitmişim. Geç kaldın.. ''Ne çabuk unuttun Almira. Hiçbir şey için g...