....
Kai oyuğa iyice yaklaşmıştı. Yaklaştıkça oyuk daha da büyüyordu sanki. Ağacın hala canlı olduğunu hissediyordu, her adımını attığında ağacı daha çok hisssediyordu. Can çekişiyordu sanki ağaç. En sonunda oyuğun dibine gelmişti. Bir kapı büyüklüğündeydi oyuk, oyuğun yanları yemyeşil yosun tutmuştu. Yosunların bazı yerleri çürümüş simsiyah bir görüntü almıştı, o siyah yerlerde ise kurtcuklar ve böcekler geziyordu. Kai elini vurmaya tiksindi ve bir süre oyuğun kenarlarına bakakaldı.
İçeriye kafasını uzattı, yükselen ayın ışığıyla az çok aydınlıktı içerisi. Kai ağacın etrafını turlamaya karar vermişti. Yavaş yavaş attığı adımlarla yaklaşık iki bin yıllık bu ağacın neler gördüğünü hayal bile edemiyordu, sanki eziyet görmüştü. Yılların verdiği yorgunluğu her yerinden hissediliyordu ağaçta, yada başka bir şey mi? Bilmiyordu..
Her adımını attığında yerden siyah tozlar yükseliyordu. Neden siyah toz? Neydi acaba? Ağaca dokuna dokuna oyuğun önüne tekrar geldi. Kai'nin merakı git gide artıyordu, sanki ağaç onu cezb etmiş içine çekiyordu, düşündüğü tek şey oyuğun içiydi; oraya girmekti.
Kyungsoo'ya seslendi "Hey! Gelip bu ağacı yakından incelemelisin, çok güzel."
"Hayır istemiyorum." homurtuyla söyledi ve "Eve gidelim artık." dedi titrek bir sesle.
"O zaman ben tek giriyorum." dedi ve hareketlendi
İçi el vermeyen Kyungsoo "Of! Tamam tamam bekle bende geliyorum." dedi ve ona doğru adımlandı.
Kai'nın yanına gitti ve elini tuttu. Oyuğa doğru yöneldiler. "İçerisi çok karanlık. Önümüzü nasıl göreceğiz?"
"Sorun değil Soo, görürüz merak etme." dedi ve oyuğa daldılar.
İçerisi çok soğuktu. Küçük olan iki elini birleştirip ağzıyla hohluyordu. Ayrıca içeride hayvan leşi gibi kokan kokuyuda unutmayalım. İçerisi altı, yedi kişiyi de alacak genişlikteydi ayrıca. Yerden yüksekliği ise iki metreye yakındı, neredeyse içerinin yarısını kaplayan bir masa vardı ortada. Duvara asılı dolaplar vardı, dokunsan düşecek denilecek kadar çürümüştü. Dolapların içinde cam kavanozlar vardı. İçerisinde keçi kanı, keçi gözü, ölü rahip parmağı, ölü rahibe sırt kemiği, bakire kanı vb. şeyler vardı. Bunlar iğrençti ve ikisininde midesi bulanmıştı.
İçerisi çok net değildi, görünmüyordu pek. Sadece ay ışığı aydınlatıyordu içeriyi. Kai masanın üstünde bir kandil gördü. Yanında da kibrit kutusu vardı. Hemen eline aldı ve yaktı. Yaktıktan sonra oda iyice belli olmuştu, daha netti. Kyungsoo "Buraya en son kim geldi acaba?" dedi yüzünü buruşurarak.
Etraf böcek ağlarıyla doluydu. Kirli, tozluydu; nefes almakta zorlanıyorlardı resmen.
Dolapların içlerini karıştırdıklarında tuhaf şeyler buluyorlardı. Siyah pelerinler, bıçaklar, maskeler...
Kai masanın etrafında dönüp duruyor, dolapları karıştırıyordu. Birden ayağı yerdeki bir şeye takıldı ve yere devrildi. Olduğu yerde dikilmiş olan Kyungsoo telaşla yardım etmeye çalışıyordu, bir yandan da korkudan elleri titriyordu. O an Kai kalkarken tavanda çizilmiş bir şey gördü. Altı köşeli bir yıldızdı bu ama daha dikkatli bakınca yıldızın bir ucu daha uzundu sanki. Bir şeyi işaret ediyor gibiydi.
Sağdaki dolaba gözü takılan Kai aniden ayağa kalktı ve dolaba yöneldi. Dolabın kapağını açtı ve içinde un, buğday, küflenmiş ekmekler buldu. Bir kaç saniye daha bakmaya devam ettikten sonra dolabın içindeki boydan boya olan çatlağı fark etti. Dolaptaki eşyaları yere koydu ve ardından iki eliyle ayrığı yanlara doğru itip açtı dolabı.
Dolabın içinde toz yüzünden üstündeki yazılar okunmayan, irili ufaklı kitaplar vardı. İkiside şaşırmış şekilde dolaba bakıyorlardı. Bir kaç kitabı ellerine alıp bakmaya başladılar. İçlerindeki yazının değişik bir dille yazılmış olduğunu fark ettiler. Görüldüğü üzere de kitapların hepsi el yazmasıydı. Sanki bir şeylerin tarifleri yazıyordu ama neyin şekilleriydi, neyin tarifleriydi bunlar anlayamamışlardı.
Kitapları çoğunu karıştırdıktan sonra dolabın derinlerinde Kai'nin eline bir şeyler çarptı. Hemen aldı onu Kai ve incelmeye çalıştı. Siyah bir kutuydu, eliyle çalkaladı. İçinde bir şey vardı. Büyük ihtimal kitaptı ama neden bu kutunun içindeydi? Ayrıca üstünde pentagram resimleri vardı ve üç taraftan bir iple bağlanmıştı. Bir de kilitle kitlenmişti sanki birinin bunu bulmaması, bulsa da açamaması için.
Uzun süre kutuyu incelediler. Kutunun 20 metre eni, 30 metre ise uzunluğu vardı. Meraklı gözlerle kutuyu çantaya koydu Kai. Kyungsoo kısık bir sesle "Neden onu aldın yanına? İçinde ne olduğunu bilmiyoruz geri bırak yerine." dedi.
"Tamam işte öğreneceğiz ya. Ayrıca buraya son 150 yıldır kimsenin girmediğine iddiaya girerim. Bundan sonra da birinin gireceğini sanmıyorum." dedi ve tekrar etrafına göz gezdirdi.
Kyungsoo uzatmadan onayladı ve hatta kendiside bir kaç kitap alıp çantaya sokuşturdu. Etrafta gördüğü bir kaç şeyi daha çantalarına attılar; kalemler, maskeler, özellikle de büyük olan o haçı.
Bir kaç dakika daha dolaştıktan sonra tam çıkacakken Kai yine yerinde duramadı ve oyuğun içinde Kyungsoo'nun pembe dudaklarına yapıştı. Küçüğünü masaya aldıktan sonra öpmeye devam etti ve göğüs uçlarını sıkmaya başladı. Diğeri ise küçük inlemeler atarken bir an gözünü açtı ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. "K-K-Kol! K-Kol! Kol!" diye bağırmaya başladı. Yere indi uzaklaşarak Kai'ye gösterdi. Bu manzaraya Kai'de şahit olmuştu. Hemen yeren çantalarını alarak koşmaya başladılar.
Ağacın önüne gelir gelmez bir rüzgar esti. Karşıdan da bir ordu gibi gelen bir sis yığını vardı. El ele tutuştuktan sonra koşmaya devam ettiler. Koştukları an yanlarında kızıl saçlı beliriyordu. Durmadan koşmalarına rağmen 10 metre uzaklıkta sağ taraflarında onları takip ediyor gibiydi sanki.
Çalılıklara girdikleri anda kaybolmuştu gözden, hava ise epey kararmıştı. İkisi de dizleri üstüne eğilerek soluklandılar. 1-2 dakika sonra ormandan rüzgar esmeye başlamıştı ve sisler yoğunlaşmıştı iyice. Ayağa kalkarak koşar adımlarla çıktılar ormandan.
Evlerine yakın birbirlerinden ayrıldılar, Kai "Yarın buluşalım kesin olarak." dedi ve öptü küçüğünü.
"Tamam olur, ben sana haber veririm." dedi ve öpücüğüne karşılık verdikten sonra evlerine dağıldılar.