3. Kısım

615 91 98
                                    

"Günaydın."

Yibo zorlukla araladığı gözlerinin arasından özlemiyle kalbinin parçalara bölündüğü yüzü izlerken gülümsedi. Dudakları uyuşmuş gibi hissediyor, konuşurken biraz zorlanıyordu. "Günaydın."

"İyi misin? Bir yerin ağrıyor mu? Doktor ağrın olabileceğini söyledi. Ağrıyorsa hemen söyle. Ağrı kesici vursunlar yeniden." Yibo'ya konuşması için bir solukluk vakit bile bırakmadığını fark ederek duraksadı. Sevgilisinin uyuşuk gülümseyişi yavaşça genişlemiş, gözlerine ışıklar birikmişti. Xiao Zhan da tam şu anda aynada kendisine bakacak vakit bulsa, cansız bir mankenmiş gibi ışıksız kalmış ve solmuş gözlerini aydınlatan tek şeyin artık gözyaşları olmadığını fark edebilirdi. Sakince gülümsedi. "İstediğin bir şey var mı?"

Yibo uzun süre taşıyamadığı göz kapakları yeniden güzel gözlerini örterken dudaklarındaki gülümsemeyi silmeden hafifçe başıyla onaylarken mırıldandı. "Hm-hm."

Xiao Zhan sevgilisi için bir şey yapamadan çaresizce oturduğu günlerin üstüne sonunda onun için bir şey yapabilecek olmanın heyecanıyla ayaklandı. "Söyle, hemen yapayım."

Sevgilisi konuşmamaktan ve belki de yatmaktan iyice boğuklaşmış sesiyle konuştu. "Baobei."

"Ne? Efendim?"

Yibo ona seslendiğini düşünerek verdiği tepkiye güldü. "I-ı. Sen bana baobei de," Yorgunca yeniden araladığı gözlerinde haylaz bir parıltı vardı. "Zhan-ge."

Xiao Zhan kalbine uzun bir sürenin ardından mutluluk dolarken huzurla bir iç çekti. İtiraz etmeyi bir an olsun düşünmeden eğildi. Ellerini dikkatli hareketlerle sevgilisinin saçlarında gezdirirken dudaklarını alnına yerleştirdi ve oraya doğru fısıldadı. "Baobei." Dudakları, açılmadığı her salise kalbini uçurumlardan aşağı iten gözlerine ulaştı. "Benim küçük, tatlı, velet Yibo'm."

Yibo bir yandan kalbi mutlulukla dolarken, diğer yandan alışılmış bir küskünlükle söylendi. "Küçük ve veleti eklemene gerek yoktu." Baobei demesini biraz önce kendisi istememiş gibiydi.

Aldığı cevap, sevgilisinin, burnuna dokunmadan hemen önce dudaklarının arasından kaçan bir kıkırtı oldu. Yibo ne kadar zamandır uyuduğunu bilmiyordu, hemşire onu olanlar hakkında bilgilendirirken başının ağrısıyla ve Xiao Zhan'in, ailesinin ne kadar korkmuş olabileceğini düşünmekle uğraşıyordu. Fakat Xiao Zhan'in her halinden taşan, iliklerine kadar hissettiği yoğun özlemle, birkaç günden daha fazla zamandır bilinçsiz olduğunu tahmin ediyordu.

"Zhan-ge." Diye seslendi nefesi yanaklarında gezinen sevgilisine. Özlemini, acısını tenine çarpan her nefesinde hissediyordu. Bu canını ölesiye yakıyordu. Sevgilisinin nefesleri, onun tenine değil, karahindiba çiçeğine dokunurmuş gibi, ortadan kayboluverecekmiş gibi naif ve korkuluydu.

Xiao Zhan ise soluklanıyordu. Günlerdir içine çekemediği her nefesin acısını, sevgilisinin teninde nefes alarak çıkarıyordu. Kokusunu, varlığını içine çekiyor, o anda yapabilecek daha iyi bir şeyi olduğunu düşünmüyordu. "Hm?" diye mırıldandı, dudakları Yibo'nun kulağını bulduğunda.

Yibo iç çekmek istiyor, ama göğüs kafesinin acıdığını hissediyordu. Sağ kolunu kaldıramıyordu, kırılmış ve alçıdaydı. Göğüs kafesinde sancılı bir acı vardı. Doktor kırılan bir sürü kemik saymıştı kendisine, nereleri olduğunu hatırlamıyordu bile. Acıyan ve ağrıyan her yeriydi muhtemelen, ama bedeninde ağrımayan yer yoktu. Fakat kalbi, bir şekilde, hepsinin arasından ağrısıyla öne çıkmayı başarmıştı. Uzanıp sevgilisine sarılmak istiyor, gözlerinin önünde hala acıyla ve korkuyla titreyen kocaman adamı böyle görmeye dayanamıyordu. Onu kollarının arasına sarmak, burada olduğunu tüm bedenine duyurmak istiyordu. Bir yere gitmeyecekti. Yanındaydı. Ruhundan mı, bedeninden mi kaynaklandığını bilmediği ağrılı ve muhtaç bir ses tonuyla konuştu. "Dudaklarım." Xiao Zhan'in geri çekilip, ıslaklığı hiç geçmemiş gözleriyle kendisini izlediğini görünce içi titredi. Uzanıp, kirpiklerinde saklanan gözyaşlarını bile silemiyor olması onu içten içe mahvederken devam etti. "Onları da öp. Özledim."

Yi Ri San QiuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin