Hey, merhaba. Bu benim hikayem. Ve içeriğinde sevgi ile karşılıksız aşk var. İstanbul' un en geniş evlerinden birinde yaşıyorum. Bu evin ve paranın sahibi babaannem. Ben hep özgürlüğüm için kendimden ve çevremden kaçmaya çalıştım. Asla birisiyle gönül bağı kurmak istemezdim. Çünkü gönül bağı kurmak demek yeni sorumluluklar yüklenmek demektir. Bu özelliğimden en rahatsız olan kişi babaannemdi. Evcilleşmemi, bir yere bağlanıp kalmamı ve özgürlüğümden vazgeçip durulmamı istedi hep. Kontrolü eline alıp benim için birilerini buluyor sürekli. Ama benim cevabım net bir şekilde hayır. Tabi babaannemin tek hobisi benimle uğraşıp durmak değil. Aynı zamanda temizlikçilerle de uğraşmayı çok sever. Ne zaman istediği kadar temiz olmazsa ev, işte o zaman temizlikçilerin en büyük kabusu olur ve onları gün boyunca azarlar. Disiplin onun vazgeçilmez bir tutkusudur.
Bu kocaman ev kimileri için güzel bir hayal olabilir. Ama benim için güzelce süslenmiş bir zindandan başka bir şeyi ifade etmiyor. İnsan mutsuz olunca zihninde, çevresindeki güzelliği görmemesi için bir kalkan oluşuyor. Tabi sarayda yaşayınca kimse içinde neler yaşadığını merak etmiyor. Ancak ne yediğinle ve ne giyindiğinle ilgileniyorlar. Çünkü diğer insanlara göre zenginsen mutlu olmaman için bir sebep yoktur.
Şu gönül bağı hakkında başta söylediğim şeyleri unutun. Çünkü bana o huyumu unutturan biri ile tanıştım. Adı Yiğit Aslan. Bütün bu ışıltılı hayatımın aksine o, sokakta yaşıyor. Asla çevremdeki şımarık zengin insanlara benzemiyor. Belki de onu bu kadar kendime yakın hissetmemin sebebi budur. O da ben de, zenginlikle dolu bu hayata yabancı kalmışız. Onunla tanışmamız hiç de olası değildi. Çünkü bir bakıma -her ne kadar bu söylemden tiksinsem de- biz farklı dünyalara aittik bir bakımdan. Ama o gün peşime takılan iki sapık, bu tanışmayı mümkün kıldı. Yiğit' in beni o iki sapığın elinden kurtarışı hiç aklımdan çıkmıyor. Size bir daha söylüyorum ki, Yiğit' le tanışmamız asla olası değildi. Dövmeleri olan serseri bir tipti. Severken de nefret ederken de, mutlu veya mutsuz farketmeksizin duyguları asla yüzüne yansımazdı.
Anneme gelirsek, annem alışverişi çok seven bir kadındır. Günlük planlarının arasında alışveriş büyük bir yer kaplıyor. Kardeşim Cemre' yi de kendine benzetmiş. Cemre, benim aksine zengin ve itibarlı bir aileden geldiğinin farkında. Ve bu farkındalık onun tüm hayatına da yansımış durumda. Asla başı önünde eğik gezmez, arkadaş çevresini belli kriterlere göre seçer ve de havasından geçilmez. Yani bir şekilde babaannemin standartlarına uyan uslu bir zengin kızı o. Diğer bir deyişle babaannemin uslu torun yetiştirme projesinin ilk başarılı sonucu. Oysa benden sonra umudu biter de vazgeçer sanmıştım bu baskıdan. Ama içinde biriken disiplin ve öfke, onu amacından sapmaz bir makineye dönüştürmüş. Babaannem gibi insanlarla karşılaşırsanız etkilerine maruz kalmanızı istemem. Babamdan bahsetmek gerekirse çalışma odasında gözlüklerini dosyalarının içine atacak kadar yorulana dek çalışır. Babannemin çalışkan evlat projesinin bir mahsülüdür.
Ve ben, Mavi. Böyle disiplinli bir ailede öfkesiz ve sakin bir şekilde özgür ruhumu koruyamadığımdan uyumsuz ve sinir birisi oldum bu ailede. Anneme dahi bu yanımı göstermekten çekinmem. Çünkü annem de bu sistemin bir parçası haline gelmiş. Çocuklarının bu disiplin altında büyümesine hiç sesini çıkarmadı. Belki babaannemden korktu veya karışmak işine gelmedi. Şimdi tüm o görkemli köşkü anlatırdım da inanın hem ben hem de siz kaybolursunuz.Bir ses duyuyorum. İşte tanıdığım o ses -kalınlaşması için ekstradan çabalanmış- daha kuvvetli bir şekilde gittikçe yaklaşıyor ve gittikçe uykulu gözlerimin önünde, başını bana doğru eğmiş bir yüz berraklaşıyor. "Sen hala uyanmadın mı?" diyerek bir yandan da bedenimi işaret parmağıyla dürten bu kişinin babaannem olduğu anlamak çok da zor olmadı benim için. Her sabah böyle uyandırılıyorum, asker gibi. Ne kadar anlamsız ve boşuna olduğunu bilsem de beş dakika daha uyumanın pazarlığıyla onu başımdan savabildim. "Kalk, davete hazırlan." ses tonunu değiştirmeden katı bir şekilde söylemişti bunu. Yataktan kalktım ve üstümü giyinmek için dolaba yöneldim. Tam elbisenin yarısını üstüme geçirmişken duş almam gerektiğini hatırladım ve tekrar soyundum. Babaannem sağ olsun hiç zihin rahatlığı bırakmıyor.
Duştan çıktıktan sonra yeniden dolabın önüne geldiğim zaman yatağın üstünde bir elbise vardı. Üzerinde "Cemiyetteki davete öyle absürt elbiselerle gelmeyeceksin. Hemen giy bunu ve aşağıya in. On beş dakikaya geri döneceğim." Yazan bu not bana baya komik gelmişti. Çünkü giyindiğim elbiselere absürt derken kendi getirdiği elbise oyuncak bebek kıyafeti gibiydi. Tabiki onunla inatlaşmak çoğu zaman hoş bir şekilde sonuçlanamazdı. O yüzden on sekiz yaşında da olsam o oyuncak bebek elbisesini giyindim.