ŞIK ARABA

180 81 16
                                    


O gün, oldukça şık bir araba N... şehrinin merkezindeki bir otelin önündedurdu. Bu üzeri açık, küçük, yaylı bir arabaydı ve o dönemde bu tür arabalaraancak emekli ve bekâr kaymakamlar, yüzbaşılar, en az yüz tane kölesi olançiftlik sahipleri kısaca "orta hâili insanlar" diyebileceğimiz sınıfın insanlarıbinebilirdi.Arabada oturan adam yakışıklı değildi fakat çirkin de sayılmazdı. Ne şişmanne de zayıftı. Genç sayılmazdı.Kimse bu adamın şehre gelişinin farkına varmadı; sadece hanın karşısındakimeyhanenin kapısında bulunan iki köylünün dikkatini çekmişti. Bunlar dayolcudan çok arabayla ilgilenmişlerdi."Şu tekerleklere bak, çok güzel. Sence bu araba bunlarla Moskova'ya kadargider mi? Ne dersin? Bahse var mısın?""Elbette gider. Fakat ben derim ki Kazan'a kadar gidemez.""Ya! Tabii Kazan'a kadar gidemez." Ve sessizlik oldu.Araba, otelin önünde durduğu zaman oradan bir genç geçiyordu. Dar ve kısabeyaz bir pazen pantolon, modaya uygun bir frak ve kapalı bir gömlek giymişolan bu genç, rüzgârla uçmak üzere bulunan kasketini bir eliyle tutarak başınıçevirdi, arabaya baktı ve sonra yoluna devam etti. 

Beygirler avluya girdiler. Yolcu, çevik bir garson tarafından karşılandı.Pamuklu kumaştan uzun ceketi içinde iri ve zayıf görünen, ensesi görünmeyecek derecede sırtı bükülmüş bu garson, elindeki havlusuyla koştu,saçlarını geriye attı ve yatacağı odayı göstermek üzere misafirin önüne düştü.Bu odada, taşra hanlarına özgü bir hâl göze çarpıyordu. Yolcular, günde ikiruble karşılığında, her köşesinden hamam böcekleri çıkan rahat bir odabulurlar. Önüne dayalı bir konsol ile sanki hiç açılmamaya mahkûm birkapıdan, sessiz ve sakin, fakat son derece meraklı bir komşunun odasınageçilir. Bu komşu, yeni gelen yolcunun nasıl zaman geçirdiğini öğrenmektenbaşka bir şey düşünmez. 

Otelin dış tarafı da iç tarafı gibiydi: İki katlı uzun cephe. Havaların şiddetiylekararmış kırmızı tuğlalar, birinci katı oluşturuyordu; ikinci kat ise, her zamanrastlanıldığı gibi sarıya boyanmıştı. Otelin altında ipler ve kırbaçlar satandükkânlar vardı. Köşedeki dükkânın penceresinin yanında genç bir çırakoturmuştu. Yanakları, önünde dumanlar savuran bakır semaver kadarkırmızıydı. Sakalı olmasa ikisi de âdeta bir semaver zannedilirdi. ' 

Yolcu kendisine gösterilen odaya göz gezdirirken eşyaları da yukarı çıkarıldı.Önce biraz yıpranmış beyaz deriden bir bavul geldi. Bavulu taşıyanlardan birikoyun postundan bir kürk giymiş arabacı Selifan; diğeri de ona yardım eden,otuz yaşlarında ve efendisinin eski redingotunu giymiş olan uşak Petruşka'ydı.Bavuldan sonra odaya kırmızı tahtadan küçük bir sandık, bir çizme kalıbı vemavi bir kâğıda sarılı kızartılmış bir piliç getirildi. Bunlar odayayerleştirilince arabacı Selifan atları tımar etmek üzere ahıra gitti. Petruşka daotelin, karanlık ve pis bir odasına yerleşti. Petruşka, asık suratlı, koca ağızlı,koca burunlu bir adamdı. Mantosu çok kötü kokuyordu. Eşyalarını torbasını vemantosunu yere atmıştı. Bu berbat odada sadece üç ayaklı bir sedir vardı;Petruşka bu sediri duvara dayadı ve üstüne otel patronundan aldığı, yağlı birşilte serdi. Hizmetkârların, ortalığı temizledikleri sırada, bay yolcu da umumiyemek salonuna indi.

Taşrada seyahat edenler bu çeşit salonları bilirler. Hep, üst kısımları sobaborularının dumanı ile kirlenmiş ve alt kısımları da yolcuların ve pazarkurulduğu günler çay içmeye gelen pazarcıların sırtları ile aşınmış, kötü renklisıvalı duvarlar; sürekli tüten bir lâmbanın isiyle kararmış tavan, yırtık halılarve rengi atmış avize.Duvarları yukarıdan aşağıya dolduran yağlı boya tablolar da var; kısaca, heryerde görülebilen her şey... yalnız şu farkla ki, bu resimlerden biri, memelerihayal gücünün üstünde büyük olan, bir periyi gösteriyordu.Tabiatın bu gibi acayipliklerine, Rusya'ya ne zaman ve kimin emriylegetirildiği bilinmeyen tarihî birçok tablolarda rastlanır. Bu eserlerden çoğu da,sanat âşığı bazı asilzadelerimiz tarafından İtalya'dan satın alındılar.Bay yolcu, kasketini ve yünlü atkısını çıkardı; bu, eşlerinin, soğuktankorunmaları için kocalarına verdikleri atkılardan biriydi. Bekârlara gelince,onlara bu hediyeleri kimlerin verdiklerini yalnız Allah bilir; ben ömrümdeboyun atkısı taşımış değilim...

ÖLÜ CANLAR (KLASİK)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin