1

14 5 1
                                    

  Açıkçası bölüm başına bu şekilde bir şeyler yazmak istemiyordum ancak ilk bölüm olduğu için teşekkür notu bırakmak istedim. Şu an burada olup, okuduğunuz ve ilgilendiğiniz için teşekkür ederim.
  Evet... Bu kadar.

   “Baksana, bahar partisinde o payetli gri elbiseyi giyebilmem için yeterli zamanım var mı?” Güneşli bir öğleden sonra parlak gün ışıkları sırtımı tatlı tatlı ısırırken, iptal edilmiş sanat tarihi dersinin tadını çıkaracağımıza Irene karşımda oturmuş somurtuyordu. “Vermem gereken beş kilom var ve yaptığım diyet bu zamanlamaya uymuyor.”

    Ona bayık gözlerle baktım. Irene, kampüse adımımı attığım ilk gün diyaloga girdiğim ilk ve üç yıldır da diyalogda kaldığım tek kişiydi. Beline kadar inen sarı saçlarının rengi güneşte beyaza kadar açılıyordu ve kendisinin aşırı kilolu olarak tabir ettiği benimse mükemmel kıvrımların ideal örneği olarak gördüğüm vücudu ile Yunan tanrıçası gibi gözüküyordu. Asık suratlı bir Yunan tanrıçası.

    Bu kıza vermesi gereken herhangi bir kilonun olmadığını tekrar söylememin bir yararı olmayacağını artık anlamıştım. “Elinden geleni yapıyorsun, Irene, biraz daha dayan.”

    “Pek elinden geldiğini yaptığını söyleyemezdim. Öğle yemeğinde ekstra patates kızartması yediğini görmüştüm.” Spooky ortaya çıktığında gözlerimi üzerine milyon tane isim kazınmış kafeterya masasına indirdim. İnsanlar boşluğa odaklanan birilerini gördüklerinde bundan pek hoşlanmazlardı. “Benden duymadın.”

    Spooky… En yakın dostumdu ve ben kendimi bildim bileli yanımda olmuştu. Ailem yanımda değilken bile. Ve o, şey…

    Benim hayali arkadaşımdı.

    Kulağa deli zırvası gibi geliyordu ama hayatımın bir parçasıydı işte. Hafızama sahip olduğumdan beri ona da sahiptim ve çocukların dört yaşlarında hafıza kazandıkları bilindiğini hesaba katarsak, evet, o ben var olduğumdan beri vardı. Spooky’nin varlığı beni ergenlik yaşlarımın başında endişelendirmeye başladıysa da, bu konuda ne bir psikiyatr ile ne de ona benzer, akıl sağlığını önemseyen kimseyle konuşmaya yanaşmamıştım. Kendi çapımda onu reddetmeye, görmezden gelmeye çalışmış, yok olması için elimden gelen her şeyi yapmıştım ancak bu sadece Spooky’nin bir çeşit dışlanma bunalımına sokmaktan öteye sonuç vermemişti. Bende onu kabullenmiş ve onunla birlikte yaşamaya alışmıştım. Fazla konuşkan olması ve erkek dedikodusu yapmaktan pek hoşlanması dışında şikayetçi olduğum bir özelliği de yoktu.

    Ona Spooky ismini vermeye birlikte, ben çocukken karar vermiştik. Yetimhanedeki, yayının ara sıra karıncalandığı eski televizyonda Sevimli Hayalet Casper izliyorduk. Casper’ın arkadaşı Spooky’i ilk kez gördüğümüzde onun da yuvarlak bir burnu olsa nasıl olurdu diye konuşmuş, komik şapkasına ve simetrik çillerine gülmüştük. Ardından hayaletin ismi ona yapışıp kalmıştı.

    Ve Spooky şapkalardan nefret ederdi.

    “Dayanırım, elbette, ancak bahar partisinde iyi görünmeliyim. Bu partinin ne demek olduğunu biliyorsun. Ucuz bira, aynı tempoda çalan bayat elektro müzik ve kişi başına düşen bir çıtır erkek.” Bordo ojeli tırnağını dudağına vurdu. “Belki de iki.”

    Spooky, Irene’nin sağ tarafından sol tarafına doğru süzüldü. “Konu şu anda ilgimi çekmeye başladı.”

    Kafamı iki yana salladım. Bu ikisine de verdiğim bir tepkiydi. Partiler uğrak duraklarım değildi. Kalabalık insan ortamlarından oldum olası kaçınırdım ancak bu çabalarım birkaç defa Irene yüzünden yok sayılmıştı. Beni birkaç kez kimin evi olduğunu dahi bilmediğim partilere sürüklemiş, bir kere de kendisinin bile son saatine kadar dayanamadığı, ‘ilk ve son’ olarak andığı ucuz bir üniversite partisine götürmüştü. Ve bahar partisi de bir üniversite partisiydi…

SpookyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin