bir yasemin çiçeğinde seni hatırlamak.

262 39 171
                                    

Yağan yağmur sığabildiği her yeri en küçük ayrıntısına kadar ıslatırken kendisini ıslanmaktan korumak için kaçan kedilere asla acımıyordu. Gri bulutlar, havayı da kendi rengine boyamış, nerdeyse ıssız sayılabilecek sokakları kasvetli bir korku film sahnesine bürümüştü. Kediler ve köpekler üzerlerindeki küçük su damlacıklarından kurtulmak için yağmurdan kaçarak herhangi bir yerin altına sığınmış, kaldırımlar ve küçük çakıl taşları kaderlerine mahkum olup yağmurla çoktan bir olmuşlardı bile.

Bu ıssız sokakta gri şemsiyesinin altında hızlıca yürüyerek şiddetli rüzgâra dayanmaya çalışan güzel kadın, gözüne kestirdiği küçük kafeye doğru yürüyordu hızlı adımlarla. Bej rengi paltosunun bütün düğmelerini sonuna kadar iliklerken soğuğu ve rüzgarı bu şekilde kapı dışarı etmeyi ummuştu fakat şu anlık bu konu da paltosunun pek başarılı olduğu söylenemezdi. Bu bir anda bastıran sağanak yağmur onu oldukça kötü bir şekilde yakalamıştı. Hafta sonu da olsa piyona eğitimi veriyor olması bugün ona iyi falan gelmemişti. Şu an sadece oturma odasındaki büyük, kahverengi kanepesinde yatıp elindeki mısır cipsiyle televizyon izlediğini hayal ederek bu alacaklı gibi esen rüzgâra dayanmaya çalışıyordu. Evi aslında yakınındaydı ama bu yağmur ve rüzgâra daha fazla dayanamayacağından sığınacak bir yer bulup yağmurun dinmesini beklemenin daha iyi bir fikir olacağı kanısına varmıştı. Bu yüzden yağmurla yarışan adımları yarım dakika sonra kafenin kapısının önünde durmuş, ince elleri oldukça ağır olan kapıyı itekleyebildikten sonra sıcak havanın yüzüne nüfuz ettiği küçük kafenin içine girebilmişti. Kapıyı kapatmadan önce şemsiyesini titreyen parmakları ile kapatmış, daha sonra da sinirle yağmurun yüzüne kapı kapatır gibi hızla çarpmıştı kapıyı, kafenin içindekilerinin varlığını kısa bir an unutarak. Yaptığının farkına kısa bir süre içinde vardığında ise alt dudağı çoktan dişlerinin eseri olmuştu bile utançtan. Gözlerini yumarak içinden kendisine bir hakaret savurduktan sonra hafifçe arkasına çevirerek göz atmıştı kafenin içindekilere. Ya da içinde olmayan kişilere.

Tek bir müşterinin bile olmadığı kafe de fark edemediği tek kişi, kasiyer bölümünde ona şaşkınlıkla bakan genç kızdı. Masalar bomboştu. Sesi yayılan tek şey, keman eşliğinde çalan klasik bir müzikti duvarlar arasında. Yağmurdan ıslanmış olan güzel kadın göz kapaklarını kapatarak hafifçe gülümsedi. Kimse görmemişti. En azından hâlâ fark edemediği kumral kız dışında.

Çantasını ve şemsiyesini sıkı sıkı tutarak cam kenarında bir masaya ilerlerken hala fark edilmemiş olmasına şaşıran kız onu gözleri ile takip ediyordu. Ellerinde, garsonların aylık ücretlerinin yazdığı ve toparlandığı kağıtları düzenlerken çarpan kapı ile irkilmişti genç kızın bedeni birkaç saniye önce. Şimdi ise şaşkınca onun irkilmesine sebep olan kadını izliyordu garip bir merakla.

Bir müşteri beklemiyordu. Hemde bu havada. Ve sırf fırtına tehlikesi haberlerini sabah aldığı için bütün işçilerin bugün erken çıkmasına izin vermişti. Şimdi de kafenin içinde bir tek kendisi ve kardeşi kalmıştı.

İşler son günlerde kesat gittiğinden kafası oldukça bulanıktı kızın. Eline zaten az geçen parayı bölüştürmek zorunda kaldığı için hem işçilerin alacağı maaşları nasıl vereceği derdini en içten şekilde yaşıyor hem de, bir yandan bir çözüm yolu üretmeye çalışıyordu. Ve bu kafenin sahipleri arasında yer alarak buna her gün kafasını yoran tek kişi oydu. Erkek kardeşinin ve çocukluk arkadaşının kafe, tam anlamıyla umrunda değildi. Ve Jennie'nin bunu hatırlayıp kısacık bir an düşünmesi bile tepesini attırıyordu.

'Sanki tek başıma açtım ben bu kafeyi! Her şey hakkında ben düşüneyim! Her şeyin peşinden ben koşayım, bey'fendiler yan gelip yatarak benim alın terimden kazandıklarımla geçinsin. Hayata bak be! Yeme de yanında yat!'

üç izmarit, bir sen Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin