Hwang in yeop'dan
Koşarak Yu-il'in yanına yaklaştım. O özel bir kızdı ve ölmemeliydi. O bebekken bile ona ben bakmıştım. Onu korumak için gönderilen biriydim. Şuan ölmemeliydi. Birine mühürlenmek istemiyordum. Onun ölmesini de istemiyordum.
Bir meleğin ağladığını görmüş müydünüz?
Ben ağlıyordum.
İnsanlar bana ve Yu-il'e bakarken ağlamaya devam ettim. Onunla olan bütün anılarımız gözümden geçerken daha çok ağlamaya başladım. Ben onu korumak için gönderilmiştim ve o ölüyordu. Onu koruyamamıştım. Gözlerimden yağan sellerle birlikte bağırmaya başladım.
"Yu-il! Uyan! Uyan!!" Yüzüne hafifçe vurdum. Kanatlarımı açamıyordum çünkü insanların içindeydik. Yine de bu bir acil durumdu.
Onun acısını otomatik ben de çekiyordum. Yine de önemli olan şuan bu değildi. Kimse hastaneyi aramıyordu. Kafayı yemek üzereydim. Hiç bir şey yapamamak o kadar çok canımı yakıyordu ki, yapabileceğim tek şeyi yapmaya karar vermemi sağladı.
Kanatlarımı açtım hızlıca. Herkes bana şaşkınlıkla bakarken onları umursamadan Yu-il'i kucağıma aldım. Kanatlarımı havalandırırken beni telefona çeken insanların sonunu düşündüm.
Öleceklerdi.
Beni telefona çektikleri için öleceklerdi. Yu-il'e baktım. Bana sesleniyordu. "Abi..." Onun çektiği acının aynısını çekiyordum. Sesi çok kötüydü ve bir insana göre çok fazla acı çekiyordu.
Hastaneye doğru son gücümle uçarken bir yandan bağırmaya devam ediyordum. Ölemezdi.
İzin vermiyordum!
Hala bağırırken hastaneye yaklaştığımızı gördüm. Hızlıca yere inerek koşmaya başladım. Hastanenin yanındaki polisler ve hemşireler dahi şokla bana bakarken Yu-il'i bir sedyeye koydum.
"Lütfen! Lütfen onu iyileştirin." Dediğimde hemşireler bir şey yapmadan birbirlerine baktılar. Polislerin beni tuttuğunu hissettiğimde umursamadım. Şuan önemli olan ben değildim.
Yu-il ölüyordu.
Kimsenin birşey yapmadığını görünce sinirlenerek bağırdım. "Yardım etsenize! Burası hastane değil mi!" Hemşireler elindeki sakinleştirici ile bana yaklaştılar.
Bağırmaya devam ettim. Acım üstüne acı katlanıyordu. Bu büyük acı ölümün işaretiydi. Onu korumam gerekiyordu ama ben onu iyileştiremezdim. Onu sadece korumam gerekiyordu.
Bir insan melek melezi olan onu korumak için görevlendirilmiştim. O güçlerini kazandığında ise kardeş damgasıyla kardeş olacaktık. Onu iyileştirmem yasaklanmıştı.
Ben bir melektim ve ona yardım edemiyordum. Bu yüzden daha çok canım yanıyordu.
Hemşireler kanatlarıma sakinleştirici sıkmaya yeltendiklerinde kanatlarım hareketlenip şeytan kanadına döndü. Hemşirelerin şırıngaları otomatikmen erirken, Çığlık atarak geri çekildiler.
Herkes korkuyla bana bakıyordu. İlk kez bir melek-şeytan melezi olri, hatta ilk kez doğadışı varlık görüyorlardı ve ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Tek yapmaları gereken Yu-il'i iyileştirmekti. Ben iss herkese sinirle bakarak ona yardım etmelerini istiyordum. İşte tam o sırada hissettim.
Yu-il'in ölüm acısını.
Dizlerimin üzerine düştüm hızlıca. Hızlı hızlı nefes aldım. O ölmüştü. Kardeşim dediğim kişi gitmişti. Onu koruyamamıştım. Kimse ona yardım etmemişti.
Herşey benim yüzümdendi.
Polisler hala bana hayretle bakarken bazı insanların korktuğunu hissediyordum. Diğer ekiplerin arabıların sesi de buraya geliyordu. Fakat bunların hiçbiri umrumda değildi şuan.
Yu-il'i koruyamadığım için ölmüştü.
O benim yüzümden ölmüştü. Dikkat etmemiştim. Beni yanında istemediği için rahat bırakmıştım. Ona araba çarpacağını bilememiştim. Gözümden bütün anılarımız geçerken ayağa kalkarak cansız bedenine doğru ilerledim.
Ağzı, gözleri, burnu, saçları; o kadar güzeldi ki. Melekler gibiydi. Benden bile güzeldi o. Dünyanın en güzel kardeşiydi. Derin bir nefes alarak yavaşça bedeninden çıkan ruhunu kucakladım.
Bana şaşkınlıkla bakan Yu-il'e gülümsedim. Ayakları yere değdiğinde kendi bedenine baktı. "B-ben öldüm mü? Yani n-nasıl?" Dedi. Ruhu konuşuyordu.
Buruk bir şekilde gülümsemeye devam ettim. İçim kan ağlıyordu ama yapacak bir şeyim yoktu. Geri gelemezdi. Ölmüştü ve onu tekrar göremeyecektim. Yavaşça ruhuna sarıldım. Biraz öyle kaldıktan sonra geri çekildim. "Kimi korumamı istersin?" Dedim yavaşça.
O öldüğü için ceza olarak onun istediği kişiye mühürlenerek her zaman o kişiyi koruyacaktım. Herşeyi anlayan Yu-il yükselmeden önce konuştu. "Benim bir öz ablam varmış. Beni tanımıyor. Onu korur musun? Adı Park Yoo-na."
Kafamı salladım. Havaya doğru yükselirken konuştu. "Nereye gideceğim bari?" Göz devirdim. "Büyük ihtimalle cennete gideceksin Yu-il." Kafasını salladıktan sonra el salladı. Ben de gülümseyerek ona el salladım. Gözden kaybolunca ise derin bir nefes aldım.
Şimdi iş çıkmıştı başıma. Kafamı delip geçen kurşuna karşı göz devirdim. İnsanlar cidden salaklardı. Herkesle göz teması kurduktan sonra otoriter sesimle konuştum. "Hafızamı kaybetmek istiyorum." Kanatlarımı içeri soktuktan sonra herkesin kafasını kaşıyarak birbirine baktığını gördüm.
Göz devirerek yürümeye başladım. Koluma baktığımda mühürün oluştuğunu gördüm. Büyük ihtimalle onun da oluşmuştu. Aslında güzel gözüküyordu. Havaya baktım "Öyle olsun. Demiyorsun ki abi kendi kendini koru." Kafamı iki yana salladıktan sonra kızmış gibi yaptım.
Kendi kendime gülerken ağaçtan inen yaprağa baktım. Yaprakta oluşan talimatlarla kafamı salladım. Demek üniversite öğrencisiydi.
Park Yoo-na
Onu çabucak bulmalıydım.
🅸🆁🅻🅾
İlk bölüm İn yeop'umuz ağzından
Bundan sonra tamamen yoo-na aşkımın ağzından yapmayı planlıyorum
Bazen değiştirebilirim belki
Bir de kafama göre atacağım
Neyse vote verin hadi öptüm ❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Angel but devil •| Inyeona
Fanfic√ Inyeona • Hwang in yeop ° Park Yoo-na "S-sen nesin?" Dedim zorla toparlayabildiğim cümlelerle. Yine de sesim titremişti ve ben buna çoktan lanet okumaya başlamıştım. "Sana mühürlenmiş bir melek şeytan meleziyim. Yani irlo'yum diyebiliriz." Kafamı...