1.Bölüm: Haberi Saklama Çabaları
"... Oğlum, bu ne? Bir şey söyle!..""Ayaz..."
"Ayaz!"
"Ayaz cevap ver!"
"Hı-?"
"Sen beni duymuyor musun oğlum? Deminden beri sana sesleniyorum!"
"Ne oldu ki anne, yine ne yaptım?"
"Allah'ım sabır ver! 19 yaşında bir delikanlısın ve hala bana kelime oyunları yapıyorsun Ayaz! şu haberde ne yazıyorsa senin ayarlarını bozdu! Ne yazıyor haberde, söyle!"
Deminden beri haberi baştan sona okuyup gözlerimin bozuk olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyordum. Ama gözlerim bozuk değildi. Evet, ilk defa gözlerimin bozuk olmasını dilemiştim o an. Sıkıntıyla nefes aldım, verdim. Bir kez daha aldım, verdim. Bir kez daha... Ve bir kez daha...Bir hışımla bahçeye çıkmak için koltuktan kalktım. Temiz havaya ihtiyacım vardı. Başımın ağrısı yüzünden kafam patlayacakmış gibi hissediyordum.
Annem arkamdan geliyordu, ama umrumda değildi. Haberi düşünmek zorundaydım, annem beni zorlamaya devam ederse evden çıkar giderdim. Evet, zorlanmaya asla tahammül edemezdim. Asla...Bahçe kapısını açtığım an, gördüğüm manzara keskin ayazın yüzüme vurması gibi vurmuştu bana. Gerçekler yüzüme tokat gibi çarpmıştı... Doğru ya, temiz hava elimde tuttuğum oksijen tüpüydü. Oksijen kalmamıştı ki dünyada! İnsanlar göz göre göre dünyayı türlü türlü gazlarla öldürmüştü... Dünya ölmemiş olsa bile her an ölebilirdi. Evet, içler acısı...
Bahçeden görünen manzara aslına bakarsanız manzara diyemeyeceğimiz bir türden. Sadece kum tepeleri ve keskin ayazla beraber esen rüzgar yüzünden uçuşan toz bulutları var. Bir de evler tabii... Evet, biz manzaramızın böyle olacağını bile bile dünyayı bu hale getirmiştik. Biz, insanoğlu...
Maviye kaçan ela gözlerimden bir damla yaş akarken, annem beni böyle görmesin diye hemen elimin tersiyle gözyaşımı silmiştim. Evet gözlerim maviye kaçan elaydı, annem hep gözlerimin renginin öyle olduğunu söylerdi. Dış görünüşüm hakkında konuşmanın sırası değil, bu yüzden ilk önce haberi düşünmeliyim; sonra her şeyi anlatacağım...
Bahçedeki, kötü bir laf atsan anında kırılacakmış gibi duran sandalyeye bir hışımla, ona eziyet etmek ister gibi oturdum. Oturduğum anda ne oldu biliyor musunuz? Sandalye benim koca cüsseme dayanamayıp o anda kırıldı! Ve tabii ki ben de kendimi yerde buldum! Anneme rezil olmakta varmış bu hayatta demek ki. Annem deli gibi gülmeye başladı. Ve ben de o an kalçamın acısını hiçe sayarak şu anki durumumun saçmalığına deli gibi gülmeye başladım. Yahu, ben az önce sinirlenip bahçeye çıkan, sonra halimize üzülüp gözümden yaş getiren, ardından sinirimin acısını sandalyeden çıkarmak isteyen, ardından da yere düşüp kahkahalara boğulan Ayaz Sever miyim? Bu nasıl bir duygu karışıklığıdır? Biz delirdik millet, geçmiş olsun. Yok ya da geçmesin! Ben bu halimden memnunum.
"Anne, hani gülmeyi bırakıp da şu biricik oğluna yardım etsen diyorum. Kalçam kırılmış olabilir de!"
Annem gülerken gözünden gelen yaşları silip yanıma geldi ve bana elini uzattı. Tam elini tutacakken, annem elini geri çekti! N'oluyor yahu?!
"Bana haberde ne yazdığını söylersen, seni kaldırırım."
Anneme kocaman açılmış gözlerimle baktım. Ya sabır, ya sabır... Evet, annem okuma-yazma bilmiyordu. Dediğine göre ben çocukken ölmüş olan babam, onun okuma-yazma öğrenmesini istememişti. Ama annem hâlâ inatla okuma-yazma öğrenmek istemiyordu. "Bu yaştan sonra okusam n'olur?" diyordu ama bir haber yayımlanınca okumam için gözlerinin en içiyle bana bakıyordu. Bu hâli beni delirtiyordu. Şimdi de kalkmış, bana teklifte bulunuyor. Allah'ım sabır ver! Ben ona haberi söylersem ne değişecek. Onun iyiliği için uğraşıyorum ama anlamıyor.
"Öyle olsun ben de burda güneşlenirim o zaman. Hadi içeri geç sen."
Bu sefer kocaman açılmış gözlerle bakan annemdi!
"Oğlum, güneşin zararlı ışınları yüzüne geliyor! Kalk çabuk hadi!"
İşte zafer! Anne yüreği benim burda ölüp gitmeme el vermedi. Elini uzatmış bir adet anneme bakarken zafer mutluluğuyla sırıtıyordum. Ama millet, cidden kalçam kırılmış olabilir...
Hızlı bir şekilde bahçe kapısına doğru yürümeye çalışırken, bir yandan annemin beni iki omzumdan tutan kollarına sarılmaya çalışıyordum. Lan, harbi kalçam mı kırıldı benim? Neyse ki, sonunda içeri geçmiştik ve koltuğa kendimi bırakabilmiştim. Bir anlığına her şeyi unutup koltuğa uzanacakken elime değen kağıt parçası dikkatimi çekti. Ah, haber!
Annemin görmemesi için katlayıp cebime koyacaktım. Tam katlıyordum ki, bir adet; gözleri, gözlerimin tam içine sinirli bir şekilde bakan annemle karşılaştım. Annem, bir anda ben ne olduğunu anlayamadan elimden haberi kaptı ve hemen incelemeye başladı. Resim, sayı vb. bir şey var mı diye bakınıyor olmalıydı. Bir dakika! SAYILAR! Tam o esnada bana tedirgin ve korkak bir bakış atan annemin diyeceği şeyden korkarak gözlerimi kaçırdım.
"Ayaz, bu rakamlar ne? Yanında da dolar işareti mi var?! Oğlum, bu ne? Bir şey söyle!"
Anlamıştı sanırım ama yine de söylemeyecektim. Ama bir sayıdan anlayamazdı ki zaten. Peki, o zaman niye gözleri dolmuştu? Evet, annem ağlıyordu. Nasıl anladı ki? Annem okuma-yazma bilmiyor? O an düşündüğüm tek şey, bu manzaraya daha fazla dayanamayacağımdı. Annemden haberi aldığım gibi kalçamın ağrısını hiçe sayarak kalktım ve kapıya doğru yürümeye başladım. Bu gece bizim tayfadan birisinde kalsam iyi olacaktı. Yoksa gece boyu annemin delip geçen bakışlarıyla ya da dolu gözleriyle sabahlayacaktım. Ve ben asla sabahlayamam. Çünkü eğer ben uyku ihtiyacımı gidermezsem... İşte millet, o zaman korkun benden...
-Selam canımın canları! Bölüm nasıldı?
-Yakışıklı Ayaz'ımızın yere düşme sahnesi pekii? Hahahahshssh
-Dünya'yı "öldürmemize" ne diyorsunuz?
-Son yerden Ayaz'ın bir tayfası olduğunu da anladık artık rahat bir şekilde uyuyabiliriz hahahahshs
-Lütfen bölümün devamı için oy kullanmayı ve yorumları çökertmeyi unutmayınnn :)
-Bu hikayemizi gelecekte basıp kitap haline getirmek istiyorum o yüzden bu hikayeyi okuyun okutturun ve yorumlara düşüncelerinizi yazınn❤️
Herkesi yorumlarda bekliyor olacağımm. ^^
Sizi çok seviyorum şimdilik görüşürüzz💗
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dünmedya
Teen FictionBelki de bu, bizim son başlangıcımızdı... Dünyamızda fosil yakıtlar vb.den dolayı artık oksijen kalmamış, asit yağmurları dışında ne bir damla yağmur ne de kar yağıyor. İnsanlar anlaşma yapılan bir gezegenden getirilen oksijen tüplerini ekmek su gib...