Dışarıdaki hafif rüzgar, ağaçtaki kiraz çiçeklerinin sallanmasına sebep olurken şu aralar Busan'da havalar sıcak olduğundan kuşlar buraya doğru göç ediyordu. Güneş açıyordu ardından dolu yağıyordu, fırtınalar kopuyor, şimşekler çakıyordu ama Jeon Jungkook sadece gökkuşağını istiyordu. Tüm renklere sahip parıldayarak onlara bakan bir gökkuşağı ve o gökkuşağının altında sevdiğiyle birlikte oturmak.
Kalbindeki küçük kelebeklere söz geçirmeye çalışıyordu. Birisi vardı o kadar güzeldi ki kendini onun yanında çirkin bir kurbağa gibi hissediyordu, sevdiği ise bir prensti, prensi onu öpünce o da güzel bir insana dönüşecekti. Çenesini eline yaslamış bir şekilde camdan Park Jimin'inin gelmesini bekliyordu. Ondan tam üç yaş büyük olmasına rağmen buna pek takmıyordu. Bakışlarını oradan ayırıp saatine baktı, erken de gelmişti aslında onu görebilmek için ama hala ortalıklarda yoktu. Ayağıyla ritim tutmaya başladı, aniden çıkıp gelecek diye eli ayağı birbirine giriyordu. Heyecandan kalbinin yerinden çıkacağını sandı bir an "Tanrım!" elini kalbine götürdü, cidden de maraton koşmuş gibi çok hızlı atıyordu kalbi.
Park Jimin onun uyuşturucusuydu, kalbini uyuşturuyordu çok zararlıydı onun kalbine.
Daha fazla dayanamayıp sırasındaki şapkayı kafasına takıp sınıfından koşarak çıktı. Uzun koridorda önüne bakmadan yürüyordu, arka cebinden maskesini çıkarıp ağzına taktı. Herkes onun hastalıklı bir tip olduğunu söylüyordu ama o bunlarla ilgilenmiyordu. Zehirli olan bu maskeyi bir kez daha yüzüne takıp Jimin'ini görmeye gidiyordu her zamankisi gibi. Arkasından yada yüzüne karşı söylenen sözlere takmamaya çalışarak kütüphaneye doğru adımladı. "Acaba bir hastalığı mı var?" "Neden sürekli maske takıyor bu, takıntılı mı acaba?" "Kendisinden utanıyor, bizim onu görmemizi istemiyor kesin" Evet hastalıklıydı ve evet takıntılıydı ama sadece Jimin'e.
Kütüphaneye girdiğinde tek tük kişiler olduğu için rahatladı ve onca zamandır tutuğu nefesini geri verdi. İşte oradaydı sevdiği, tek başına oturmuş kitap okuyordu. Onu rahatsız etmeden yanındaki sandalyeye oturdu. Midesi kıramp girmiş gibi kasılıyordu, kelebekler uçuşuyordu çünkü orada, artık özgür olmak istediklerini bağırıyorlardı, o kelebeği midesinde hapsetmekten vazgeçip serbest bırakmalıydı, hisleri artık özgürleşmeliydi Jungkook'un ancak o bunları yapmaktan korkuyordu. Jungkook hislerini söyledikten sonra kabul edilmemekten, sevilmemekten korkuyordu. Ona kendini gösteremezdi, saklanmalıydı, bu acınası, acizleşmiş yanını görmemeliydi onun güzel Jimin'i.
Jimin hep güzel olandı, ulaşılmaz olandı, Jungkook onun yanında sönük kalıyordu, çirkindi, işte bu yüzden maskesinin ardına gizleniyordu sanki o koruyacakmış gibi.
Elini masanın bir kenarına uzatmış uyuyordu şimdi Jimin. Hangi ara yatmıştı ki. Maskesini çıkarıp masanın üstüne koydu. Pencereden sızan güneş Jimin'in yüzüne vuruyordu. Öyle de çok güzeldi fakat gözlerini kırpıştırmaya başladığında rahatsız olduğunu anlayıp elini güneşe siper edip Jimin'in yüzüne gelmesine engel oldu. "Çok güzelsin sevgilim" iç geçirdi. Ona 'sevgilim' diye hitap ediyordu çünkü Jungkook olmayacak şeyleri söylemeyi yada olmayacak şeyleri düşünmeyi çok severdi.
Can sıkıntısından zaten ezbere bildiği benlerini saymaya başladı. Ezbere biliyordu Jimin'inin yüzünü, okulda her uyuduğunda sayıyordu. Nerede oldukladırını dahi biliyordu, hangisi büyük hangisi küçük
o kadar aşıktı işte Jeon Jungkook...
Sevgisini hissettirmeden, usulca gösterirdi. Kimsenin ruhu dahi duymazdı. Güzel severdi asla bırakmazdı. Uyandığını belli edercesine mırıltalar çıktı Jimin'in dudaklarından, Jungkook ne yapacağını şaşırdı hemen oradan gitmeliydi, tam oradan uzaklaşıyordu ki sevdiğinin elleri onun koluna dolandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cafuné | Jikook
FanficCafuné: Sevdiğinin saçlarının arasında parmaklarını nazikçe dolaştırmak demek. Geçmişinde sıkışıp kalan Jeon Jungkook'un anıları birbirine bağlanmış ve düğüm olmuştur. Yapması gereken zaman saatindeki süresi dolmadan sevgilisini de alıp oradan kaçma...