Yayımı kemanın üzerinden çekmemle birlikte salondan gürültülü bir alkış kopmuştu. Hızla nefes alıp verirken, Mark'a döndüm. Parmaklarını pianonun siyah beyaz tuşlarından çekip bana baktı ve gülümsedi.
Batırmıştım.
Hepimiz seyircilere kısaca baş eğip, sahne arkasına geçtik. Telaşla kemanımı kutusuna yerleştirip, orkestra şefimizi beklemeye koyulduk. Herkes nasıl geçtiği hakkında bir şeyler konuşurken, terli ellerimi siyah elbisemin üzerine sildim.
"Soo Min." Orkestra şefimizin içeri girmesi ile herkes sustu. İsmimi söylemesi ile birlikte yutkundum. Bir adım öne çıktım.
"İzleyiciler özellikle seni çok beğenmişler. Az önce eski öğrencim Min Yoogi ile konuşuyorduk. Kendisi seni gelecek sene orkestaralarında görmek istermiş dedi."
Kalbim hala hızla atarken anlamaz bakışlarla orkestra şefimiz Bay Kim'e bakıyordum. Herkes aralarında bir şeyler fısıldıyordu.
"Anlamadım, o kadar da güzel çalmadım ve ayrıca iki kez yanlış yaptım. Min Yoongi neyimi beğenmiş?"
Min Yoongi Koredeki en iyi pianistlerden biriydi. Büyük bir orkestrada çalıyordu ve kusursuz bir imajı vardı. Onun gibi birinin benim gibi sıradan 4.sınıf konservatuar öğrencisi ile ne işi olabilirdi ki?
"Hatalarını tabii ki görmüş, nasıl gözünden kaçabilir zaten. Lâkin hâlâ inatla devam etmeni ve hatanın ustaca üzerini kapatmanı beğenmiş olmalı." Orkestra şefimiz bay Kim gülümseyip, diğerlerine çevirdi bakışlarını.
"Bugün hepiniz çok iyi iş çıkardınız. Biliyorsunuz ki, orkestramıza seçkin öğrencileri kabul ediyoruz. Bugün bir daha beni yanıltmadınız. Burada bulunan bir sürü müzisyene gururla sizi önerdim. Teşekkür ederim."
Sessizliği yeniden gürültülü konuşmalar doldururken, şaşkınca hala olan biteni anlamaya çalışıyordum.
Mark orkestra şefimiz ile konuşurken, Ha Rin telefonu ile ilgileniyordu.
"Kiminle konuşuyorsun sen? Sabahtan beri elinden düşmüyor şu telefon." Ha Rin ekrana sırıtırken, gülümsemeden edemedim.
O da gülümseyerek bana döndü. "Özür dilerim anne. Birazdan derslerimi çalışacağım."
Yanına eğilip mesajları okuyacağım sırada hemen telefonunu kilitledi. Lâkin ben Park Soo Min'dim. Görmüştüm bir kere. Sinsice sırıttım.
"Demek dünkü gruptaki çocukla konuşuyorsun."
Ha Rin göz kırpıp, telefonunu açarak yazışmaya devam etti.
"İlaçlarını düzenli olarak kullanıyor musun, Soo Min?"
Karşımda oturan Bayan Lee gülümsryerek sordu. Karşımdaki sehpadaki suya, ardından önümdeki koltukta oturan psikologuma baktım. Her seferinde o suyu hep oraya koyuyordu ama hiç içmezdim. Bir yerde okuduğuma göre karşımızda masa yerine sehpa olması etkili bir yöntemmiş.
İnsan beyni çok garip. Özellikle de benimkisi.
Kendimi oldum olalı anlamadım zaten. Neleri sevip, nelerden hoşlandığımı bile bilmiyordum. Kendime yabancı kalmıştım bir şekilde.
Ben çok küçükken kemana başladım. Daha beş yaşındayken televizyondan izlediğim bir programda birisi keman çalıyordu. O günden beri keman keman diye tutturmuşum. O günden beri keman benim hayatımın bir parçası olmuştu. Bazen düşünüyorum; acaba keman çalmayıp, başka bir şey yapsaydım, diğerleri gibi üniversiteye girseydim hayatım nasıl olurdu?
Bu soruya cevap veremezdim çünkü ben daha on üç yaşımdayken bana üniversite mi yoksa keman diye sormuşlardı. Ben kemanı seçmiştim. Genellikle kararlarımdan pişman olmazdım. On üç yaşındaki Soo Min'in kararı sonucunda buradaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
afraid, lee donghyuck
FanfictionMutlu olmayı beceremeyen Soo Min ve onu mutlu etmeye çalışan Donghyuck'un hikayesi. ©xarashii | 2021