2 | Evren

14 4 4
                                    

Bara vardığımızda beklediğimin aksine fazla gürültü yoktu. Genellikle böyle ortamlarda bulunmayı sevmezdim. Sanki her an başıma bir şey gelecekmiş gibi hissederdim. Kalabalık ortamlarda hep böyleydim. Burası sessizdi ve loş ışıklardan oluşuyordu. Ayrıca parfüm kokuyordu anlayamadığım bir şekilde. Ben ve Ha Rin, müzik aletlerimizi bırakıp gelmiştik. Bu tür yerlere keman ve fülütle girilmezdi her halde.

Mark telefonunda bugün sahneye çıkacak arkadaşı ile mesajlaşırken, Ha Rin boş masaların birine doğru ilerledi. Önüne bakmadan halen mesajlaşan Mark'ın kolundan kendime doğru çekip, onu da peşimden sürükleyerek Ha Rin'in sessiz sedasız peşinden yürüdük.

"Tanrı aşkına Mark, bırak o telefonu artık!"

Masaya yerleştiğimiz ilk dakikada Ha Rin bıkkınca konuştu.

"Sevgilinle bile bu kadar konuşmuyorsun, Mark. Taksiden buraya varıncaya kadar konuştun. Yeter." dedim ben de Ha Rin'e katılarak.

Mark telefonunu kapatıp masaya bıraktıktan sonra iki elini havaya kaldırmıştı suçluymuş gibi.

"Oldu mu Ha Rin ve Soo Min hanım?"

Bu dediğine göz devirip, masadaki peçetelerden birini alıp, kendimce şekil vermeye çalıştım.

"Bu arkadaşının adı ne hiç söylemedin." Ha Rin de elini yanağına yaslayıp, bıkkınca Mark'ı izliyordu. Bugün hepimiz huysuz ve yorgunduk.

"Donghyuck." Dedi Mark. "Kendisi liseden arkadaşım. Gitar çalıyor grupta. Daha kendi şarkıları yok ama coverlar yapıyorlar."

İkimiz de kafamızı "anladık" şeklinde sallayıp, beklemeye koyulduk. Az sonra Barın ışıkıları gitmiş, yerine sahne ışıklanmıştı. Elimdeki şekilden şekile soktuğum peçeteyi bırakıp, kollarımı masada birleştirdim. Ha Rin ve Mark da dikkatlerini sahneye vermişti.

Önce baterist gelmişti. Baterinin ayarları ile oynarken, sahneye siyah saçlı, siyah beyaz gitarlı biri daha girmişti. Sahnenin ortasında, seyircilere yakın olan mikrafonun boyunu ayarlıyordu o da.

"Donghyuck bu mu?" diye sordu Ha Rin siyah saçlı çocuğu gösterip. Mark ise kafasını hayır anlamında salladı. Daha sonra iki kişi de gülüşerek sahneye geçti ve diğerlerine katıldı. Biri bas gitar çalıyordu. Diğernin ise gitarı mavi ve beyazdı.

"Mavi beyaz gitarı olan Donghyuck." dedi Mark hevesle hemen.

Hemen dikkatımı Doghyuck denen çocuğa vermiştim. Uzakta oturduğumuz için yüzünü tam göremiyordum. Kızıl ve kahverengi arası tonlarda ensesine kadar uzanan saçı vardı. Dizleri yırtık buz mavisi bir pantolon, siyah botları, üstünde ise düz bir tshirt ve deri ceket vardı. Gitarına birkaç kablo gibi bir şey bağlayıp, sesi test etti. Herkes yerine geçtikten sonra, birkaç saniye sessizliğin ardından baterist çubukları bir birine vurmuş, ve şarkı başlamıştı.

"The man who sold the world çalıyorlar!" diye hevesle bize döndü Mark. Aşırı gürültülü bir şarkı çalacaklarını düşünürken, aslında yavaş bir şarkı ile başlamışlardı. Biramdan yudumlayarak, arkama yasladım. Donghyuck denen çocuk kafasını aşağı eğmiş, ara sıra parmaklarına bakıyordu. Genellikle ben keman çalarken parmaklarıma bakamazdım; kafamı karıştırıyordu.

Şarkı bittikten sonra pekte gürültülü olmayan alkışın ardından, solist mikrafonunu daha sıkı bir şekilde kavradı. Siyah dalgalı saçları ve birkaç piercingi olduğunu görebliyordum. Sağ eli ile saçını geri tarayıp, gözleri ile mekanı taradı. Bizim masayı bulduğunda ise gülümsemesi sırıtmaya dönüştü. Bakışlarını masamızdan çekip, açılış konuşmasını yapmak üzere kısaca boğazını temizlemek adında öksürdü. O sırada Ha Rin bana döndüp, kulağıma eğildi.

afraid, lee donghyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin