Kalabalık mahkeme salonunun tam ortasında yığılmış du rumdaydı. O, ülkenin en seçkin avukatlarından biriydi. Bir dizi çarpıcı hukuki zaferinin yanı sıra bakımlı vücuduna giy diği üç bin dolarlık İtalyan takım elbiseleriyle de iyi tanınan bir adamdı. Orada, az önce tanıklık ettiğim şeyin şoku ile felç olmuş. Öylece duruyordum. Büyük Julian Mantle bir kurbana indirgenmişti ve şimdi çaresiz bir bebek gibi yerde kıvranıyor, deli gibi sarsılıyor, titriyor ve terliyordu.
O andan sonra her şey ağır çekimde hareket ediyor gibi göründü. Stajyer avukatı, heyecanla "Tanrım, Julian'ın başı dertte!" diye bağırarak, duruma bakakalmış olan bizleri ken dimize getirdi. Yargıç paniğe kapılmış görünüyordu ve he men acil durum telefonuna sarılarak bir şeyler mırıldandı. Bense kafası karışmış ve sersemlemiş, öylece duruyordum. İçimden "Lütfen ölme yaşlı budala. Gitmek için daha çok erken. Böyle ölmeyi hak etmiyorsun" dedim.
Bir süre ayakta mumyalanmış gibi duran mübaşir aniden harekete geçti ve yerde yatan hukuk kahramanına sunî so lunum ile kalp masajı yapmaya girişti. Stajyer avukat da onun yanındaydı, uzun sarı bukleleri Julian'ın kıpkırmızı yüzüne doğru sarkmış, rahatlatıcı sözler söylüyordu; ancak onun bunları duyamadığı açıktı.
Julian'ı on yedi yıldır tanıyordum. Onunla ilk kez hukuk öğrencisi olduğum dönemde ortaklarından biri tarafından yaz için araştırma asistanı olarak işe alındığımda karşılaş- mıştık. O zaman da her şeye sahipti. Büyük düşleri olan ze ki, yakışıklı ve korkusuz bir avukat, firmanın genç yıldızıy dı; mucizeler sergileyebilecek biriydi. Bir gece geç saatler de çalışırken, köşedeki şahane ofisinin önünden geçtiğim de masif meşe masasının üzerinde duran çerçevelenmiş bir alıntı gözüme çarptı. Sözler Winston Churchill'e aitti ve Ju¬ lian için söylenmiş gibiydiler.
Bugün eminim ki bizler yazgımızın efendileriyiz, bizden önce belirlenmiş olan bu görev gücümüzü aş mıyor; onun getireceği acılar ve güçlükler benim da yanıklılığımın üzerinde değil. Kendi nedenlerimize inandığımız ve aşılamaz bir kazanma azmimiz ol duğu sürece zafer bizden esirgenmeyecektir.
Julian da kendi yolundan yürüdü. Sert, zor ve yazgısı ol duğuna inandığı başarıya ulaşmak için günde on sekiz saat çalışmaya istekli biriydi. Dedikodulardan büyükbabasının ünlü bir senatör, babasının da Federal Mahkeme'de saygı duyulan bir yargıç olduğunu duymuştum. Bu noktaya pa rayla geldiği ve Armani bürünmüş omuzlarında çok büyük beklentilerin yükü olduğu açıktı. Yine de bir şeyi itiraf et meliyim; o kendi yarışını sürdürüyordu. İşleri kendi tarzıy la halletmeye kararlıydı ve bunu gösteriye dönüştürmeyi se viyordu.
Julian'ın şok edici mahkeme gösterileri sürekli gazetele rin ön sayfalarında yer alıyordu. Zenginler ve ünlüler ne za man kavgacı bir tarafı da olan üstün bir hukuk taktikçisine ihtiyaç duysalar ona koşuyorlardı. Onun iş dışındaki yaşan tısı da muhtemelen İyi biliniyordu. Gece geç saatlerde ken tin en şık restoranlarına seksi genç modellerle yaptığı ziya retler veya "yıkım ekibi" olarak adlandırdığı gürültücü bir borsacılar grubuyla pervasız içki kaçamakları firmada efsa ne haline gelmişti.
O ilk yaz savunduğu heyecanlı cinayet davasında birlik- te çalışmak için neden beni seçtiğini hâla anlayabilmiş de ğilim. Onun da okuduğu Harvard Hukuk Fakültesi'nden mezun olmama rağmen, kesinlikle firmadaki en parlak staj yer değildim ve aile ağacımda soylu biri olduğuma dair işa ret yoktu. Babam Deniz Kuvvetleri'ndeki görevinden sonra tüm yaşamını yerel bir bankada güvenlik görevlisi olarak geçirmişti. Annem Bronx'ta büyüyen alelade biriydi.
Yine de sonradan 'Tüm Cinayet Davalarının Anası' ola rak anılacak bu olayda onun hukuki yardımcısı olma ayrı calığını kazanmak üzere çokça lobi yapan diğerlerinin ara sından beni seçti; "açlığımı" sevdiğini söylemişti. Kazandık elbette ve karısını vahşice öldürmekle suçlanmış olan mü vekkilimiz artık özgür bir adamdı; ya da karmaşık vicdanı ona izin verdiği ölçüde özgür.