İlk bölümler biraz durağan olabilir ama bence bir şans vermelisiniz hikayeye:) Bu arada media da biricik Lora var :)) Pek tatlı.
Keyifli okumalar...
Sıcacık yatağımda doğrulup bir iki saniye amaçsızca etrafa baktım. Zihnim yavaş yavaş uyku modundan çıkarken bende mavi, tüylü terliklerimi ayağıma geçirip yatağımı terk ettim. Banyodaki işlerimi de bitirip mutfağa gittim ve kendime bir kahve yaptım. Kahve olmazsa olmazımdı. Şu hayatta vazgeçemeyeceğim tek şeydi her halde.
Kahvemi yudumlayıp internetten haberlere bakarken kapının sesiyle sandalyeden kalkıp kapıya yöneldim ve açtım.
"Ahh, Miss Lora," diyip Nilüfer'in kolundan aldım Lora'yı. Lora, Nilüfer'in terrier cinsi köpeğiydi. Ah lütfen, Lora'ya köpek demeyin ama. Kendisi bu konularda çok alıngandır da..
Nilüfer kızının başına birkaç yumuşak dokunuş bırakıp elindeki Lora'ya ait olan çantayı kapının yanına bıraktı.
"Bebeğim, biliyorum sana çok yüklendik bu aralar sana ama bugünlük de affet bizi." Nilüfer'le Murat masum bakışlarını bana yöneltince elimde olmadan başımla onayladım.
"Bizim kahramanımızsın Ilgın. Ilgım Poweerr!" diyip başımdan öptü Murat. Nilüfer de sarılıp teşekkürlerini iletince onlara daha fazla dayanamayıp kapıyı yüzlerine kapattım.
"Bazen gerçekten çok vıcık olabiliyorlar, değil mi Lora?"
Lora'yla mutfağa yöneldim ve onun yemeğini de hazırlayıp kahvaltı masasına koydum ve karşılıklı kahvaltı etmeye başladık.
"Biz hiç evlenmeyelim olur mu? Elli yaşımızda da beraber olalım, ha Lora? Ah, sende benim gibi düşünüyorsun demek.. Biz birbirimize göreyiz.." Daha önce bir defasında kendime bir köpek almayı düşünmüştüm ama Lora gerçekten çok kıskançtı. O küçücük vücuduyla hırlayıp yeni kardeşine saldırmıştı.
Lora'nın kafasına kırmızı bir kurdale takıp küçük tarağıyla tüylerini taradım.
"İşte şimdi tam bir hanımefendi gibisiniz Miss Lora." Lora'yı ufak çantasına koyup koluma taktım ve kapıyı kilitleyip kafeye doğru yola çıktım. Kafede oldukça yorulmaya başlamıştım ve gerçekten yeni bir eleman gerekiyordu. Zaten Murat'la Nilüfer evlilik hazırlıkları yaptıkları için pek kafeyle ilgilenmiyorlardı. İş tamamen benim üzerime kalmıştı ve bende yavaş yavaş bu tempodan yorulmaya başlamıştım.
Ufak yürüyüşümüzü tamamlayıp kafeye ulaştık ve Lora'yı ona özel hazırladığımız köşesine koydum. Bu köşeyi Lora'ya ben, Nilü ve Murat hazırlamıştık. Lora gerçekten önemli bir yer kaplıyordu hayatımızda.
Masaları düzenleyip mutfağa geçtim ve menüleri hazırlamaya başladım.
Kafenin renkli masaları gelen renkli müşterilerle dolarken bir iki saniye soluklanıp enerjimi toplamaya çalıştım. Bugün saat 5'de aşçılık kursum vardı ve gidemeyecektim. Gerçekten kafeye yeni biri gerekiyordu.
Köşesinde tüm keyfiyle uzanan Lora'ya öpücük atıp kendimi sıkı tempoya hazırladım ve ayağa kalktım.
Yorucu bir günü daha atlattığıma sevinip kendimi boş bir sandalyeye bıraktım. Benim hayatım buydu işte. Ne daha fazlası ne daha azı. Kendi yalnızlığımı kendimle gidermeye çalışıp, hüznümü sürekli içime gömerdim. Kusursuz bir maskenin arkasına saklanır, insanların gerçek yüzümü görmelerine izin vermezdim. Zaten o maske artık o kadar yapışmıştı ki yüzüme istesem de çıkaramazdım. Ben buydum.
"Çok teşekkürler Ilgın'cım ya. Ama söz bir daha seni bu kadar yormayacağız. Yarından tezi yok bir eleman daha alacağız kafeye," diyip saçlarımı karıştırdı Murat. Bende sorun yok anlamında omuzlarımı kaldırıp Nilüfer ve Lora'yla vedalaşıp hızlı adımlarla kafeden çıktım. Hava karanlıktı. Her ne kadar bir an önce eve gitmeyi istesem de kendime güvenemeyip orman yoluna girmedim. Evet o yol kısaydı ama ıssızdı. Aslında ne tuhaf değil mi? Kendi ıssızlığımız değil de somut, kuru ıssızlık korkutur bizi..
Önümdeki son düğmeyi de ilikleyip daha büyük adımlar atmaya başladım. Kış gelmişti. Soğuğuyla, beyazıyla, ritimiyle gelmişti. Ne kadar soğuk olsa da severdim kışı. Ben aslında beyazı severdim.
Dalgın bir şekilde yoluma devam ederken birden izlendiğim hissiyle kafamı kaldırdım. Bir paranoya mıydı yoksa gerçekten izleniyor muydum? Başımı çok kıpırdatmadan etrafı süzdüm. Yaklaşık 30 metre solumda siyah paltolu adamı görmemle kalbim ritmini arttırdı. Tanıyordum. Dün kafeye gelen adamdı bu. Yine mi kafeye geliyordu? Hemen paltomun cebinden telefonumu çıkarıp saate baktım. 23:10. Dün de bu saatlerde gelmişti kafeye.
Nereden geldiğini anlayamadığım bir cesaretle adımlarımı o adama yönlendirdim. Adam belki sapıktı. Belki mafya, serseri belki de katildi. Bilmiyordum ama adımlarımın ona yönelmesinin önüne de geçemiyordum. İlginç bir şekilde kaderimde benim şu anda olmam gerektiği yazdığına inanıyordum.
Gözleri bana kitlenmiş ona gidişimi izliyordu. Aramızda üç adım kaldığında durup gözlerimi gözlerine diktim. İkimiz de göz kaçırmıyorduk. Önce kim inatlaşmayı bırakacak merak ediyordum. Doğrusu benim diyecek bir şeyim yoktu. Neden şu an da karşısındayım bilmiyordum.
"Evet?"
"Evet?" diyip gözlerimi kıstım.
"Konuşmanı bekliyorum."
"Yaa. Tesadüfün de böylesi. Bende aynı şeyi senden bekliyorum."
"Yanıma gelen sensin. Ben burada tek başıma duruyordum." Gözlerimi bir iki saniye kapattım. Tamam gözlerini açtığında hiçbir şey demeyip dönüp gideceksin Ilgın. Gerçekten şu an çok saçma bir şeyin içindesin.
"Kimsin sen?" Hayır.. Hani gidecektim?
"Derken?" diyip tek kaşını kaldırdı karşımdaki yabancı.
"Sen... Dün kafeye geldin. Şimdi de karşımdasın. Adın ne?"
"Yankı," diyip elini uzattı. Elimle hafifçe elini sarıp "Ilgın," dedim bende.
"Başka sorun var mıydı?"
"Kimsin sen?" Az önceki sorumu tekrarladım.
"Dedim ya Yankı. Sadece bu."
"Bu kadar yani?"
"Ne olmasını beklerdin, Ilgın?" İsmimi ne kadar güzel telaffuz etmişti.
"Hiçbir şey. Bir şey beklemiyorum. Hatta neden burada durmuş seninle konuşuyorum onu da bilmiyorum. Sanırım ben gidiyorum," diyip hızlı adımlarla yoluma devam ettim. Ne kadar saçma konuşmuştum yahu!
Erkeksi, tok kahkahasını duyunca içimden gelen dönüp bakma dürtüsünü yok sayarak adımlarımı hızlandırdım. Ne yapıyordum ben?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEVRİM
ChickLitDevrim; yaşam'dır, bütünlüktür.. Duyusallığın en yüksekte olduğu; mantığın duyulardan uzak kalmadığı bir düşünce yapısıdır. Devrim benim cümlelerimin arasında senin düşüncelerinin bağrındadır . Devrim aslında sensin.