"Hyung.""Sungie."
"Sence yıldızlar havada asılmaktan yoruluyor mudur?"
"Bence göğün görünmeyen kolları kucaklamıştır onları."
"Bırakırlarsa düşerler mi yani?"
"Kim bilir, belki de düşmüşlerdir bazıları."
Uzandığı çimenlerde bana döndüğünde, doğrudan gözlerime bakmıştı. Ben neden gözlerime baktığını sorgulamak üzere merak dolu bir beyin fırtınası yaparken içimde, dudaklarının kıvrıldığına şahitlik ediyordum şimdi de. Hem gözlerime bakıp hem de gülümsemesi kalbimi hızlandırsa da cevap veremiyordum. Dudaklarım, burnumdan alıp da yetersiz kalan nefeslerime takviye için bile aralanamıyordu bir kere, bir de cevap mı verecektim?
Yanaklarım yanıyordu. Gecenin karanlığı tarafından kamufle edileceğime güvensem de gözleri kısılana kadar gülen Minho bu defa -muhtemelen beni daha fazla utandırmamak için- saniyeler önce baktığımız gökyüzüne döndürmüştü bakışlarını.
"Sen göremezsin ama düştükleri yeri."
"Sen? Sen hiç gördün mü?"
"Gördüm."
"Gerçekten mi? Ben de görmek istiyorum hyung!"
Tekrar, bu defa sıcacık bir tebessümle gözlerime baktığında uzandığım yerde direkt olarak ona dönmüştüm. Tamamen saf arzularla istiyordum düşmüş yıldızları görmeyi fakat o bana öyle bakıyordu ki, o an, o an gerçekten göstereceğine inanmaktan başka çarem yoktu.
"İşte, yine gördüm."
Ben söylediklerini anlamaz bakışlarımla onu incelerken, saçlarımı karıştırmıştı. Birkaç saniyelik sessizliğimiz de böyle bozulmuştu işte. Güzel gülüşünü tekrar görmüştüm önce, sonra da kâküllerime dolanmıştı parmakları. Onun ikinci kez gökyüzüne döndüğü andan itibaren, ben tekrar sırtüstü uzanmayı reddetmiştim çimenlere. Gözlerimi alamıyordum ve bunu nasıl yapacağımı da bilmiyordum.
Böylelikle on beş yaşımın hormonel ve yeni duygu keşiflerinde olan girişimciliği sayesinde, birinin yüzünde yıldızları görmeyi öğrenmiştim. On yedi yaşında, beni gözlerimde yıldızların olduğuna inandıran Minho'dan.
Tekrar gökyüzüne dönmediğimi anladığı için rahatsız olmuş gibi doğrulmuştu yerinden sonra. Başını birkaç saniye dizlerinin arasına gömdüğünü gördüğümde benim de doğruluşumla hışımla geri kaldırmıştı tabii hemen. Fakat, bunu yaparken sağ gözünü sildiğine şahitlik etmiştim. Benim gibi aptal gecenin karanlığına güvense de, ben gözlerinin kızardığını rahatlıkla görebiliyordum. Ama neden ağlıyordu?
"Hyung?"
"Buradalar Jisung."
Yanağını teğet geçen ikinci bir yaşa engel olmamış, oturduğu yerden bana uzanmıştı. Avucu yanağımda, baş parmağı ise kirpiklerimdeydi şimdi. Tüyden daha hafif dokunmuştu her kirpik telime. Normal şartlar altında bu yaptığı kalbimin hızlanmasını, hatta nefesimi yuttuğum için hıçkırmamı falan sağlardı. Sonra utançtan kızarır ve Minho'nun gülmesini sağlardım. Ama bunların hiçbiri olmamıştı. Çünkü Minho ağlıyordu ve bu kalbimi hızlandırmak yerine öyle ağırlaştırmıştı ki, o an atmayı bırakıp beni boğacağını bile düşünmüştüm.
"Birkaç tanesini yakalamış kirpiklerin."
"Yıldızları mı?"
"Yıldızları."
Kırık bir tebessümdü dudaklarındaki. Islak göz altlarını görmesem yorgun olduğu için gülmeye mecali yok diyebilirdim. Ama ne yorgundu ne de yanakları kuruydu. Düpedüz çaresizdi ve bu manzara inanılmaz ağır geliyordu zaten zorlanan kalbime.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
airglow│minsung
FanfictionHan Jisung'un yıldızlı, mavi bir gecede düşlediği Lee Minho, kör bir belaya düştü; siyah ve yıldızsız bir gecede yeşeren umutlarına gem vurdu ve hüznün küllerini denize savurdu. │25 Mart - 04 Mayıs 2021 │angst