Duymak istediğim tek koku ve hissetmek istediğim tek sıcaklık. Kısaca olmak istediğim tek yer: Minho'nun kolları. Hayal değil, bunları yatağımda düşünmüyorum. Sahiden de oradayım. Yer minderlerimizin üzerinde uzanmış, beni de göğsüne çekmişti. Hemen önümde birleşen ellerinde -muhtemelen ödevlerinden birinin parçası olan- şiir kitabını tutuyor ve altını özenle çizdiği dizelerin çözümlemesini yapıyordu bana. Ha, evet, edebiyat okuyordu Minho. Bu hikâyenin edebiyatçısı ve aşkını dizelerde dillendiren ben olmalıydım, değil mi? Bence de. Ama ben güzel sanatlar okumayı tercih edip aşkımı eskiz defterimde canlandırmayı seçmiştim. Gerçeğini çok özlersem onlarla avunayım diye biraz da tabii.Bu sırada ders çıkışı sözleştiğimiz gibi ağaç evdeki minik toplantımıza katılan Felix, dönem ödevinin derdine düşmüştü bile. Herkes gelene kadar en azından taslağını bitirdiğim için ona nazaran biraz daha rahattım ben. Tabii bu rahatlığım birilerinin gözünden kaçmamıştı. Taslağımdan kopya çekerek sevgilisine yardım etmeye çalışan bir Changbin de vardı aramızda. Ama ona kızmayacaktım. Kızamayacak kadar huzurlu bir anın ortasındaydım çünkü. Gerçi, benim huzurumun direkt olarak Minho olduğunu söylemiş miydim hiç?
Tüm bunlar olurken arada bir Chan'dan onaylamaz bakışlar yemiyor da değildim. Elbette ki şu an Minho ile birlikte, onun göğsünde uzanıyor olduğum için kızmıyordu bana. Kızmazdı da. Ben bu bakışları tanıyordum. Canın yanacak, yapma bakışlarıydı. Sanki bilmiyordum ben, elbette yanacaktı canım. Kendince erkenden uyandırmak istiyordu işte beni. Gelin görün ki, nerde bende o akıl? Minho beni sarhoş etmişti çoktan. Gerçi bu yeni bir şey değildi ama kokusuna bu kadar yakın olmak işleri daha çok zorlaştırıyordu işte.
"...Anlatması imkânsız olan öyle bir ân ki,
Hülyâdaki ses varlığın gayesi sanki...
Bak emrediyor: Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın.."Alt dudağımı ısırırken derince bir iç çekmeye çalışmıştım. Şimdi ağlarsam her şeyi berbat etmiş olurdum, öyle değil mi? Evet. Bu yüzden yine en iyi oynadığım rolü üstlenecektim: bir şey yokmuş gibi davranmak.
"Kırmızı bir mürekkep düştüğü bardaktaki suyu kırmızı yapıyorsa, sevgi de düştüğü kalbi kendi rengine boyamaz mı?"
İlgiyle bana baktığını hissediyordum fakat sırtım göğsünde olduğu için yüzünü göremiyordum. Kaldı ki doğrudan yüzüme bakıyor olsa bu kadar cesur olamazdım zaten. Onun çözümlemesi gereken şiire burnumu sokmam bile başlıca heyecanlandırıyordu beni.
"Bence şair ne demek istiyor biliyor musun?" Daha rahat bir pozisyon için hafifçe hareketlendiğimde biraz kenara kaymış, artık isterse yüzümü görebileceği bir yere geçmiştim. Fakat ben hâlâ kitaba ve sayfayı okşayan parmaklarına bakmayı tercih ediyordum. Böylelikle daha rahat devam ettirebilirdim cümlelerimi.
"Bu sevgi benim kalbimden taştı, beni aştı artık. Taşan bu sevgi önce sana varacak; parmak uçlarından sana dokunacak, yavaş yavaş seni saracak, göğsünden kalbine inecek ve kalbinde ne var ne yok dışarı atıp bütün kalbini benim sevgimle dolduracak. Ve sen göreceksin ki tüm bundan sonra baştan ayağa benim sevgimle boyanmışsın. Kalbinde benim sevgimden başka hiçbir şey kalmamış."
Tahmin ettiğim ve izin verdiğim gibi bakışları tamamen yüzümdeydi artık. Çözümlemem öyle içtendi ki, eğer diğerleri bizi dinliyor olsa sahiden de Minho'ya açıldığımı düşünebilirlerdi. Minho bile. Sahi, fırsattan istifade etsem ne olurdu ki tam şu an?
"Çünkü ben seni öyle büyük bir sevgiyle seviyorum ki, sevgim kalbini tıka basa doldurmuş, orada benim haricimde ne varsa her şeyi dışarı atacak kadar. Tıpkı kırmızı mürekkebin bardaktaki bütün suyu kırmızı yapması gibi işte. Senin kalbin de benim sevgimle boyanacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
airglow│minsung
FanfictionHan Jisung'un yıldızlı, mavi bir gecede düşlediği Lee Minho, kör bir belaya düştü; siyah ve yıldızsız bir gecede yeşeren umutlarına gem vurdu ve hüznün küllerini denize savurdu. │25 Mart - 04 Mayıs 2021 │angst