Aşırı parlak bir ışığın gözlerimi özellikle acıtacak şekilde yüzüme tutulmasıyla kendime geldim. Gözlerimi önce kısarak kendimi alıştırmaya çalışıp birkaç saniye sonra tamamen açarak etrafıma baktım. Hemşire az önce yüzüme tuttuğu ışığı cebine yerleştirirken sevinçle kapının yanındaki tek kişilik koltukta uyuyakalmış babama haber vermeye gitti. Babamın uykusu aşırı hafifti. Hatta bazen uyurken ona bir şeyler söylediğimde o kadar kısa sürede cevap veriyordu ki hiç uyumadığını düşünüyordum. Tahmin ettiğim gibi hemşire yavaşça onu çağırır çağırmaz doğrularak telaşla etrafına bakındı.
"Kendine geldi." dedi sakin ve bir o kadar da rahatlatıcı bir tonda.
Babam memnun olmuş bir şekilde başını sallayarak bana döndü. "Nasıl hissediyorsun?" Komodinin önündeki sandalyeye oturarak şakaklarını ovaladı. Suratımdaki maskeyi çıkararak derin bir nefes aldım. Hava temiz ve dumansızdı. Olması gerektiği gibi.
"İyiyim." dedim sıkılmış tavrımla. Sırf hastanede olduğum için tamamen iyi hissetsem bile üzerime titremeleri sinirimi bozuyordu. Gözlerim duvardaki saate takıldı. Sabahın beşiydi. Yani yaklaşık altı saattir baygındım.
"Aklından ne geçiyordu Alecia?" dedi babam. Muhtemelen hemşirenin hala odada olmasından rahatsızlık duyarak sessizce sormuştu. Kadın elindeki dosyaya göz attıktan sonra tatsız bir gülümsemeyle bizi yalnız bıraktı. ''Oradan çıkman gerekiyordu, anlamsızca dolaşman değil.'' diye ekledi normal tonuna dönmüş sesiyle.
Brad. Kurtulmuştu. Onu uyandırmıştım. Hayal meyal hatırlıyordum ama uyandığı anın hala aklımda olması yeterliydi. Tahminim beni onun çıkardığı yönündeydi. Kafamda milyon tane soru işareti vardı ama şu anlık en yakınına yöneldim.
"Anlamsızca mı?"
Birini kurtarmanın ne gibi anlamsız tarafı olabilirdi ki? Kendimi tehlikeye attığımı kabul ediyordum ama bu başka bir hayattan nasıl daha önemli olurdu? Sinirlenmiştim. Beni korumak pahasına dahi olsa bunu söylemeye hakkı yoktu.
Derin ve titrek bir nefes verdi. ''Becky sana arkadaşını gösterdiği halde boş bir yere gitmek akıllıca bir hareket mi?"
"O benim arkadaşım değil. Ayrıca boş muydu?" Ağzım açık kalmıştı. Babam hiçbir şekilde bana yalan söylemezdi. Brad orada benim yanımdaydı. Başına bir şey geldiği için böyle söylediğini düşünmek bile istemiyordum.
"Tanımadığın biri için mi bunları yaptın yani?" İnanmakta güçlük çektiğini gösterircesine konuşurken ellerini açıklama yapmam için sallıyordu.
Umursamayarak "Oda boş muydu?" diye tekrarladım buz gibi sesimle.
"Evet. Yerde baygın şekilde bulmuşlar seni." Belki de onu uyandırdıktan sonra beni bırakarak kendini dışarı atmayı seçmişti. Eğer öyle bir şey olduysa bana bir özür ya da herhangi bir açıklama borçluydu.
"Brad'de oradaydı." diye mırıldandım. Hayır. Gerçekten oradaydı. Onu odaya dolan kara dumanlara rağmen uyandırmaya çalıştığım zaman gözlerimin önüne geldi. Vücudunu durmadan sarsıyor uyanması için yalvarıyordum. Sonra bir şekilde rolleri değişmiştik.
"Becky onu dışarıda görmüş, doktorlar aşırı duman solumandan kaynaklanabileceğini söylediler." Kesinlikle beni orada bırakıp kaçmıştı. Başka açıklaması yoktu. Onu uyandıran ben olmama rağmen Becky'nin gösterdiği kişinin de Brad olduğunu hatırlıyordum. Ona aşırı benzeyen başka biri? Sonuçta herkes koşuşturuyor, önünü bile göremiyordu.
Hayal görmüş olamazdım. İnanmak istemesem de gördüklerim gerçekti. Aşırı duman solumamın sebebi oydu zaten. Aptal durumuna düşmem yetmezmiş gibi birde deli damgası yiyecektim. Daha fazla uzatmayarak "Tam hatırlamıyorum." dedim. Ne dersem diyeyim bana inanmayacaktı. Babam bir şey söylemek için ağzını açtı ama konuşmaya fırsat bulamadan biri kapıyı tıklattı.
"Alecia! İyi misin?" Hunter onu hiç görmediğim kadar ciddi bir şekilde konuşmuştu. Babamı fark etmiş olmalıydı ki şüpheyle ona baktı. Ne yani ben konserdeyken mi konuşmuşlardı? Bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum ama içimi saran rahatlamaya engel olamadım.
"Merak edilecek bir şey yok, iyiyim."
Çok hızlı konuşmaya başladı. "Emin misin? Yalan söylemiyorsun değil mi? Nasıl oldu bu?" gülümsedi ve hemen sonra kıpkırmızı kesildi.
"İyi bir yalancı değilimdir." diyerek babama baktım. Ona yakalandığım geceyi anımsayarak. Anlamış olmalıydı ki güldü. Bu dişlerini göstermeden sade bir gülüştü, hala unutmadığını hatırlatmak istemiş ve başarmıştı. Gözlerimi açarak babama kaçamak bir bakış attım. O da mesajı alarak "Ben kapıda olacağım." dedi ve dışarı çıktı.
Hunter kollarını göğsünde kavuşturdu. Ne diyeceğini bilmediği ortadaydı, açıkçası bende bilmiyordum. Omuz silkti. "Sanırım baban benden hoşlanmadı."dedi sıkılmış ifadeyle etrafına bakınarak.
Evet, üç yıl olmasına rağmen onları tanıştırmamıştım. Eğer yapsaydım babam, ondan onay almak istediğimi düşünürdü. Buna kesinlikle tahammül edemediğimi bildiği halde.
"Neden?" dedim kuru bir sesle. Tanrım! Bilmiyormuş gibi yapmak çok zordu.
"Ona söylemeni anlıyorum, Alecia."
Hayır, hayır. Bunu bilmemesi gerekiyordu. Yine onu kırmıştım ve bu sefer ciddi anlamda kötü bir durumdu. "Ne söyleyeceğimi bilmiyorum." Başımı öne eğerek parmaklarımı incelenmeye başladım. Yüzüne bakamazdım, onu istemediğimi bu şekilde ifade etmişken olmazdı.
Babamın kalktığı sandalyeye oturarak ince parmaklarıyla çenemden tutarak hafifçe kaldırıp kendisine bakmamı sağladı. Sonra ne yaptığını anlayarak yavaşça ellerini çekti. "Bir şey söylemen gerekmez. Ancak senin gibi biri üzülmemem için babasını kullanılarak ayrılabilirdi." Gülümsedi. Bunun yapmacık ve zoraki bir gülüş olduğunu onu zerre tanımayan biri bile anlayabilirdi. "Davranışlarından anlıyordum ama bir şekilde seni bırakamazdım. Sadece kız arkadaşım değildin benim için, aynı zamanda yanımda olan tek kişiydin. Eğer benden ayrılırsan ayakta kalamayacağımı düşündüm." Derin bir nefes vermesi söyleyeceklerinin bittiği anlamına geliyordu.
"Hala öyle mi düşünüyorsun?" diye sordum. En azından eski Hunter'ın oralarda bir yerde olup olmadığını bilmeliydim.
Dudaklarını bir çizgi haline gelinceye kadar birbirine bastırdı. Sonunda kendini zorlandığına emin olduğum bir sesle "Sanırım hayır." dedi ve ayağa kalkarak kapıya yöneldi. Son bir yılını içerek geçiren Hunter için bile fazla ciddi bir konuşmaydı bu.
"Ne değişti?" dedim boğulurmuşcasına. Kapıyı açmıştı bile. Parmak boğumları yumruğunu sıkmaktan bembeyaz olmuştu. "Değişen benim." dedi, ardından telaşla odadan çıktı.
Anlayamıyorum. Hunter'dan birçok kez ayrılmaya çalışmıştım ama hiçbiri ikimizi de bu kadar üzmemişti. Yastığıma gömülerek iyi anlarımızı düşünmeye çalıştım. Adını bile hatırlamadığı kadar içip beni herkesin önünde utandırmadığı zamanları.
Lisenin ilk yılında farklı okulda olmamıza rağmen günün sonunda bana olup biten her şeyi neredeyse nefes almadan anlatırdı. Kahkahalarla gülüp eğlendiğimiz ya da yine onunla beraberken olmadığım kadar üzüldüğüm zamanlar olmuştu. Sonra benim okuluma geçiş yapmıştı.
Okulda olmamıza rağmen en iyi vakit geçirdiğim sene oydu sanırım. Öğlen yemeği için dersleri ekip Kat'in Kafesinde yemek yerdik ve sonunda ceza alacağımı bildiğim halde en çok orada mutlu olurdum. Sonra benimle konuşmamaya başlamıştı. Konuşuyordu ama gerçek anlamda bir şeyler anlatmıyordu. Benim merak ettiğim kendisi olmasına rağmen etrafta olup bitenleri söylerdi. Artık kendi düşüncelerini bile saklar hale gelmişti ve ben buna katlanamıyordum. Son olarak da kendini alkole o kadar vermişti ki onu tanıyamaz hale geldim. Bizi bitiren ben değil oydu. Bunları daha fazla düşünerek kendimi üzmeyecektim. Hunter artık yoktu. Hiç olmamış gibi ne yapıyorsam devam edecektim. İçimde hissettiğim boşluğu görmezden gelerek kendimi uyumaya zorladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIR (1)
Science FictionOda çoktan dumanla kaplanmış görüşümü engelliyordu. Ciğerlerime hava çekmek için öksürüp hırlarken bir yandan da odadaki rafların arasında koşar adımlarla ilerleyip Brad'i arıyordum. Sonunda onu duvar boyunca uzanan dolabın dibine tünemiş bir şekild...