Leş kokunun burnumu ağrıtmasıyla kendime geldim. İdrar, çöp ve kusmuk kokuyordu. Ama gözlerimi açamıyordum. Soğuk zemine yan yatan vücudum donmuştu. Yere gelen yanağıma yerdeki minik taşlardan biri batıyordu. Midem... bomboştu. Ağzım gırtlağıma kadar kurumuş, yutkunmamı engelliyordu. Zar zor kısık nefesler alıp kendimi hayatta tutuyordum. Midemi sırtıma yapışmış gibi hissediyordum.
Ağır göz kapaklarımı araladım. İlk kez gözlerimi açmakta bu kadar zorlanmıştım. Yanı başımda elimi uzatsam zorlanmadan alabileceğim bir su şişesi duruyordu. Birkaç adım ötede... gözlerimi kıstım: parmaklıklar vardı! Siktir! Hücreye kapatılmıştım.
Kendime gelmeliydim. Buradan çıkmak zorundaydım. Hızla doğrularak şişeye uzanıp sudan büyük yudumlar aldım. "Yapma!" diye bağırdı içeriden biri.
Hareket etmekte mi suçtu?
Kalan suyu da içerek etrafıma baktım. Midem eskisinden daha iyi olmuştu. Su gerçekten iyi gelmişti. Kapağını kapatarak şişeyi kenara fırlattım. Eklemlerim ayağa kalkmamı kaldıramayacak kadar ağrıyordu. Bu yüzden emekleyerek yan tarafa gidip bağırana bakmaya çalıştım. "Çok geç." dedi başka bir ses.
Karanlığa gözlerimi diktim. Gölgelerin arasında duvara yaslanmış biri vardı ama yüzünü seçemiyordum. Demirden tutarak daha çok yaklaştım. Bunu en son rüyamda yapmıştım ve atılan yumruğu hatırlayınca korkuyla geri çekildim.
"Alecia, benim." dedi hücrelerin birleştiği yere, ortaya yürürken.
"Elliot!"
Turuncu saçlarının ışıltısı sönmüş, artık daha az dikkat çekiyordu. En son yemeğe gittiğimiz gece giydiği lacivert pantolonu ve beyaz gömleği vardı üstünde. Eğer o gün yanında olmasaydım kimse bu gömleğin beyaz olduğunu kanıtlayamazdı.
Tanrım.
İkimiz de buradaydık ve burası tıpkı rüyamda gördüğüm yere benziyordu. Uzunlamasına odada hücreler yan yana dizilmiş, arada iki adımlık boşluk vardı. İçeriyi havalandırmak için çaba sarf etmedikleri belli oluyordu. Titrek sarı ışıkları altında Elliot'ın suratını görmekte zorlanıyordum.
Ben kollarımı ona uzattığımda düşünmeden yanıma gelerek kollarını bana doladı. Kısa bir süre -demirler göğsümüze ve kollarımıza batsa da- öylece durduk. Sonunda onu bulmuştum.
Yanlış cümle.
Onlar beni bulmuştu.
"Seni öldürdüklerini düşündüm!" dedim gözlerim dolarken.
"Kavuşamayan aşıklar gibiyiz." diye söylendi.
Gülerek geri çekildim. Duygularım altüst olmuştu. Mutluluktan ağladığımı söyleyebilirdim. "Hapsedildin, Elliot. Burada mutsuz olman gerek."
Ben onu bulduğum için sevinmiştim ama Elliot'ın üç gündür -bugünle beraber dört- burada olması işkenceden farksızdı.
"Ölüme mahkum edildik, Alecia. Yaşayacakmış gibi ağlamayacağım."
"Yapma Elliot, biraz olumlu düşün."
"Olumlu yönde söylüyorum: hepimiz öleceğiz."
Kaşlarımı çatarak, "Önceden yakalanacağın için dalga geçiyordun, şimdi yakalandın ve yeni bahane mi üretiyorsun?" dedim.
Yere oturup sırtını duvara yasladı. Cevap vermemişti. O çekilince bende üzerinde doğrulduğum dizlerimi serbest bırakarak oturdum. Yine yan yanaydık. Bir demir uzaklığında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIR (1)
Fiksi IlmiahOda çoktan dumanla kaplanmış görüşümü engelliyordu. Ciğerlerime hava çekmek için öksürüp hırlarken bir yandan da odadaki rafların arasında koşar adımlarla ilerleyip Brad'i arıyordum. Sonunda onu duvar boyunca uzanan dolabın dibine tünemiş bir şekild...