bnejeonggukmrblaraq 'a ithafen
iyi ki doğdun sevgilim, seni çok seviyorum 💗💗_
elimden tutup bana hiçbir şey demeden beni peşinden sürüklese de tek bir soru bile sormadan körü körüne peşinden gidebilirdim. öylesine güveniyordum ona, onun da bana olan güveninin aynı şekilde olduğunu biliyordum.
ilişkimiz.. ne olduğunu ikimiz de adlandırmamıştık. gerek duymuyorduk, her şey açıktı bizce. "siz nesiniz şimdi?" tarzı sorulara tek cevabımız olurdu. birbirimizin her şeyi.
gerçekten de öyleydi. birbirimize bağlıydık. herkesin bildiği şu japon efsanesi vardı ya, kırmızı ipler hani. jeongguk'u tanımasaydım bunun bir saçmalık olduğunu rahatça sunabilir, inananların üzerinden yılmadan dalga geçerdim. fakat, olan buydu işte. tanışmamız da çok saçmaydı. ikimiz de sonunda bu halde olacağımızı asla tahmin edemezdik. kaderle dalga geçmeyi düşünürken, kader bizimle dalga geçmişti. iyi ki de geçmişti.
sarhoş gibiydik ve bu aşk sarhoşluğu değildi. daha da fazlasıydı, çünkü biz sadece aşk kalıbında değildik. biz aşkın da ötesindeydik, birbirimizin uyuşturucusuyduk. ama iyi açıdan. bizim maceramız kamp yaptığımız o gece başlamıştı. arkadaş grubumuzla kampa gitmiştik, fakat benim tek hatırladığım jeongguk'la geçirdiğim zamandı.
bunu zamanında jeongguk'a söylediğimde bana gülmüştü, ama kendisinin de benden farkı olmadığını söylemişti. bu ikimizi de güldürmüştü. o gece asla aklımdan çıkmıyordu, çıkmayacaktı da. kaldığımız çadırın önünde sandalyelerimizi karşılıklı kurup oturmuş, ortamızda yanan ateş eşliğinde içki içmiştik. gözlerimi onun gözlerinden çekememiştim.
ona bir bakıma suç ortağıyız, demiştim. sarhoş olduğumu sanarak beni pek ciddiye almamış gibiydi o an, gülmüştü. fakat çok geçmeden ciddiyetimi de kavramıştı, içimi okumuşcasına.
o ise, özel bir bağımız var, diye karşılık vermişti. haklıydı, kimse bizim gibi değildi.
gecenin karanlığında tek ışığımız ortamızda yanan ateş, gökyüzündeki sonsuz yıldızlar ve büyük dolunaydı. ne ateş, ne de gökyüzü ilgimi çekiyordu. galaksiler sakladığı gözlerindeydi tüm odağım. benim ışığım onlardı. kendi ışığımda kaybolmuş, sarhoş gibi izlemiştim galaksilerini.
aramızda pek sohbet geçmemişti, sadece birbirimizi izliyorduk. iletişimin başka bir versiyonunu keşfetmiş gibi bir halimiz vardı. dışarıdan izleyenlerin bizim yerimize yanaklarının kızardığına emindim. bizim de yanaklarımız pembenin tatlı bir tonuna bürünmüş olsa da utanca dair bir duygu barındırmamıştı. sadece fazla mutlu ve huzurlu hissetmiştik ikimiz de.
büyük gülümsemeyle birbirimize bakarken elimi onun eline yerleştirip okşamış, daha sonra da sessizliği bozan ben olmuştum. teklifimle beraber yerlerimizden kalkıp ağaçların arasında bir yürüyüşe çıkmıştık. yan yana yürürken salladığımız ellerimiz birbirine hafif hafif çarpıp sürtünüyordu. kıkırdamamak için o gece dudağımı fazlasıyla dişlemiştim. ağaçların tekrar seyrekleştiği bir bölgeye geldiğimizde jeongguk başını kaldırarak yıldızların parıldadığı gökyüzüne bakmış, gecenin ortasında açan bir güneş gibi gülümsemişti.
o hayran hayran gökyüzüne bakarken ben ise ona hayranlıkla bakıyordum. bakışlarını bir an bile yıldızlardan çekmeden konuştu. taehyung, ellerimden tutar mısın? ancak sadece şimdilik olmasın, hiç bırakmasan olmaz mı?.. tatlı ses tonu kulaklarıma dolarken bakışlarım anında eline inmişti.
jeongguk.. ben, ben tutarım. buradaki tüm yıldızlar şahidim olsun ki, tutarım ve hiç bırakmam. elimi eline ilerletip parmaklarımızı kenetleyerek elinden tutmuştum. ellerimiz kenetlendiği an bana dönerek direkt gözlerime bakmış, kocaman gülümsemişti. diğer ellerimizi de o kenetlediğinde kıkırdayarak ona doğru bir adım atmıştım. o da aynı şekilde bana bir adım attığında ayakkabılarımızın uçları birbirlerine çarpmıştı.
gözlerimizin içine bakarken ikimiz birden katıla katıla gülmeye başlamış, bir süre birbirimize bakarak gülmüştük. bana nasıl bu kadar iyi gelebilirsin? ona yönelttiğim soruyla bana omuz silkti. boylarımız arasında çok fark olmamasına rağmen parmak ucunda yükseldi ve dudaklarını benim dudaklarıma bastırdı. bunu bekliyor gibi karşılık vermiştim ona. zaman kavramını yitirdiğimiz için ne kadar süre öpüştüğümüzü bilmiyorduk.
dudaklarımızı sonunda ayırdığımızda dudaklarıma bayıldığım kıkırtısını sunmuştu. taehyungie, delirmiş olabilir miyiz? gülmeyi kesemiyorum.
dudaklarını büzerek kurduğu cümleye dayanamayarak dudaklarını art arda öptüm. jeongguk'um, seninle olduğum sürece ne olduğumuz hiç umrumda değil. üstelik, gülüşüne bayılıyorum.
dediğimle başını boynuma gömüp ayaklarını heyecanla yere vurduğunu çok net hatırlıyorum. sevimliliğinden eriyeceğimi sanmıştım. ben de senin gülüşüne bayılıyorum.. o zaman hep gülelim! başımı saçlarına gömerek kıkırdamış, onu onaylamıştım.
başını boynumdan çekip bana baktığında burunlarımızı sürtmüştü. bu yıldızlı gecede ellerimden tuttuğuna göre, götür beni. nereye gidersen git, seninle olacağım. gittiğin her yere beni de sürükle suç ortağım.
tanrım, beni benim cümlelerimle vuruyordu. bu huyu hiç değişmemişti. bayılıyordum benim cümlelerimle oynayışına. yumuşak yanaklarına bastırdım dudaklarımı, kurduğu cümlenin etkisiyle kıkırdıyordum hafif hafif. yanağını öpmüştüm. biliyorsun, suç ortağıysak aynı şeyler benim için de geçerli. sen ne tarafa sürüklenirsen ben de sürüklenirim. yanında olacağım, her şeyin olacağım gguk.
konuşmak için konuşmuyorduk. o günden sonra ikimiz de hep beraber olmuştuk, sözlerimizin arkasında durmuştuk. beraber geçirdiğimiz yıllarda bir sürü güzel anı biriktirdik, hala da biriktirmeye devam ediyoruz. maceramız asla son bulmayacak, nefesimizin sonuna kadar beraberiz.
"ortak! bizi bekleyem bir suç var gibi görünüyor." yüzündeki oyuncu ifadeye bakarak kıkırdadım ve elinden kavradım. suç ortaklığı oyunu asla son bulmayacak gibiydi. gerçi, son bulmasını isteyen de yoktu. "hmm, nasıl bir suç bekliyormuş bizi?"
dudaklarıma uzandı. "bayıldığın türden bir suç." cilveli bir şirinlikle kurduğu cümlenin ardından dudaklarıma uzun bir öpücük bıraktı ve beni ara sokaklardan birine sürüklemeye başladı.