Nefes nefese uyanmıştı. Ellerini yüzüne götürdü ve terlemiş olan yüzünü silmeye başladı. Yatağının yanında ki suya uzandı ve bir bardak içti. Tüm bunlar olurken hala gördüğü rüyanın etkisindeydi... Bu gördüğü ilk rüya değildi küçüklüğünden bu yana bu şekilde devam ediyordu. Artık 17 yaşında genç bir kızdı. Kömür siyahı saçları beline kadar uzanıyordu. Minik ve en az saçları kadar siyah olan gözleri yüzüne yakışıyordu küçük bir burnu ve güzel şekile sahip dudakları vardı. O güzel bir genç kızdı. Doğduğunda boynundaki yara iziyle gelmişti dünyaya. Ara sıra aynanın karşısında uzun uzun seyrediyordu yara izini... Ne ilginçti. Aslında çok sıradan giden bir hayatı vardı fakat rüyaları bunu bozuyordu. Uyandığında ne gördüğünü tam anlamıyla hatırlamasada birisinin kendisini öldürdüğünü hemen hemen her rüyasında görüyordu. İşin ilginç tarafı yara izinin olduğu yerden ölüyordu. Rüyaların ne gibi bir anlamı olabilir ki diye düşünüyordu her seferinde. Orta gelirli bir ailenin tek çocuğuydu. Annesi ev hanımıydı ve günün belli çoğunluğunu arkadaşlarıyla sohbet ederek geçirirdi , babasının meydanda güzel bir terzi dükkanı vardı. Güzel elbiseler diker ve beğenilirdi. Rose onların biricik aşklarının meyvesiydi. Gece gördüğü rüyalar ilk başlarda onları endişelendirsede zamanla bu duruma alışmışlardı.
Karmaşık bir iç dünyası vardı. Bazen her şey ona yabancı gelir bazen de her şeyden uzaklaşırdı. Çevresi onun sorunlu biri olduğunu düşünüyordu. Ama onun için kimin ne düşündüğünün bir önemi yoktu. Onun düşünmekte olduğu çok daha önemli şeyler vardı.
Bunlar; RÜYALARIYDI...Aslında ilk başlarda oda önemsemiyordu ama artık rüyaların kendisine bir şeyler anlatmak istediği fikrini aklından bir türlü çıkaramıyordu. Bazen sırf dahasını görmek için uykusu olmadığı zamanlar da bile uykuya dalıyordu ama bu kendisinin isteyince görebileceği şeyler değildi belli ki... Günün çoğunluğunu kitap okuyarak geçirirdi , odasından pek çıkmazdı. Zaten hiç arkadaşıda yoktu. Aslında olmasını da istemiyordu. Bazen farklı kişiliklere büründüğünü kendisinin bile kendisini tanıyamayacağı zamanları olduğunun farkındaydı ve hayatında başka insanlara yer vermiyordu. Çok konuşmazdı ve genellikle yalnızdı. Onun bu garip ve gizemli dünyası büyük bir belirsizlikle doluydu...
Sert bir sarsılmayla gözlerini açtı. Terden sırılsıklam olmuştu. Etrafına baktığında karşısında annesi ve babası duruyordu ne olduğunu anlayamadı. Ailesi onun için endişelenmişti. Uykularından Rose'nin odasından gelen seslerle uyanmış ve yataklarından fırlayarak buraya gelmişlerdi. Rose uykusunda anlamadıkları bir dilde bir şeyler söylüyor adeta haykırıyordu. Uzun bir süre onu uyandırmaya çalışmışlardı. Fakat Rose hiç birini hatırlamıyordu. Sadece üzerinde ki derin ağırlığı hissetti. Evet her yeri acıyordu sanki birisi tarafından hırpalanmıştı. Ne olduğunu anlayamadı çünkü hiç bir şey hatırlamıyordu hala... ailesi kızları için endişeleniyordu. Neyi vardı böyle?
Rose kendisi de tam anlamıyla anlayamadığı için ne diyeceğini bilemedi uzun bir süre. Biraz daha sakinleştikten sonra bir kabus olduğunu ve endişelenmemeleri gerektiğini söyledi. Anne ve babası her ne kadar üzülse de bu durum için Onu daha fazla yormamak için onu yalnız bıraktılar.
Rose uzun bir süre yatağın içinde öylece oturdu ve etrafına baktı. Üzerinde bulunduğu yatak eski bir karyolaydı. Çoğu zaman hareket ettiğinde yatağın gıcırdaması onu ilk zamanlar sinir etsede artık alışmıştı bu duruma. Hemen yanı başında birbirine paralel konulmuş raflar vardı buraya üç beş süs eşyası annesinden hediye olan kar küresi ve bir kaç bebek konulmuştu. Kapının girişinde yatağının hemen sol tarafında bir kitaplık bulunuyordu. Babası onun için bizzat hazırlamıştı bu kitaplığı... özenle yerleştirmişti okuduğu kitapları bu raflara.
Yatağının diğer tarafında gardırobu duruyordu. Küçüklüğünden beri düzenliydi Rose. Her biri özenle katlanmış ve yerleştirilmiş kıyafetleri vardı burada. Hatta hiç giymediği özel zamanlara ayırdığı elbiselerini bile ütüleyip asmıştı askısına. Çalışma masasına baktı, masanın üzerinde bulunan defterlerine, masa lambasına baktı uzun süre hiç bir şey düşünmese bile uzun uzun bakıyordu bu küçük odaya. Aklı karmakarışık olmuştu... Zihni ona oyun oynuyordu sanki.
Pencereyi açmak ve biraz nefes almak için yatağından doğruldu. Pencereyi açtığında içeriye esen hafif bir rüzgarla kendini toparlamaya başlamıştı yavaş yavaş. Uyumak onun için bir problem haline gelmişti ve gördüklerinden ve gördüğü halde anlayamadığı şeylerden ötürü iyice bunalmıştı.
Kendisini her yere yabancı hissediyordu. Bütün mesele kendisini hiç bir yere ait hissetmemesiydi. Elini yara izine götürdü ve uzun uzun ona dokundu.
Bu sırada düşünceler peşini bırakmıyordu. Ne yapması gerekti. Normal insanlar gibi yatağa girip uyuması sıradan rüyalar görmesi gerekmiyor muydu? Sinirleri bozulmuştu ve kendisini iyi hissetmiyordu bir türlü.
Derken saatler geçmiş hava artık aydınlanmaya başlamıştı. Rose artık ne kadar uyumamaya çalışsada bedenine karşı direnci kalmamıştı ve uyumadı gerekiyordu. Gözleriyle daha fazla mücadele edemiyordu. Zaten bütün gece uykusuz kalmıştı. Bütün bu düşünceleri aklından çıkarmayaca çalıştı ve kafasını yastığa koydu önce uzun bir süre gözlerini kapatmadı. Ve sonra kendisini uykunun kollarına bıraktı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRİLİŞ
Science FictionRose rüyalarıyla geçmişini bulur.Ama her şey o kadar kolay değildir.Geleceği nasıl olur bilinmez ama geçmişindeki bilinmezlikler kendisi tarafından son bulacaktır.