1

2.1K 109 36
                                    

  Memlekette arkadaşları, Viyana'ya gittiğinde Josefstadt'ta oda tutmasını söylemişlerdi. Üniversiteye yakın ve üniversite öğrencilerinin oturmayı sevdiği bir yerdi, çünkü sakin ve biraz da eskilerden kalma bir semtti, ayrıca gelenekten gelen alışkanlıkla öğrencilerin yaşadığı merkeze dönüşmüştü. Böylece o da eşyasını geçici olarak bıraktığı istasyondan başlayarak önüne gelene sormuş, yağmurda arkalarından birileri kovalıyormuş gibi koştururken ona gönülsüzce bilgi veren bütün o telaşlı insanların yanından geçip, tanımadığı gürültülü sokaklara girip çıkarak oraya gitmişti. 

Sonbahar havası göz açtırmıyordu. İğne gibi batan bir sağanak aralıksız çağıldıyor, boz renge dönüşmüş ağaçların titreşen kurumuş son yapraklarını sürükleyip götürüyor, bütün yağmur oluklarından gümbür gümbür iniyor ve hüzne bürünmüş göğü milyonlarca kurşuni damara ayırıyordu. Rüzgâr, bazen dalgalanan bir bez gibi yağmuru önüne katıyor, duvarlara doğru şaklatarak savuruyor ve şemsiyeleri kırıyordu. Çok geçmeden sokaklarda ağızlarından dumanlar çıkan atların çektiği sarsılarak giden siyah arabalardan ve yoldan koşarak geçenlerin hızla uzaklaşan tek tük gölgesinden başka bir şey kalmamıştı.

    Genç üniversite öğrencisi ev ev dolaşıp, sayısız merdiveni inip çıkarken berbat yağmurdan bir süreliğine kaçabildiği için memnundu. Pek çok oda gezdi, ama hiçbirini beğenmedi. Bunun sorumlusu yağmur ve odaların hepsine kasvetli bir görünüm verip içlerini sağlıksız boğucu bir havayla dolduran soğuk ve kurşuni ışıktı belki. Yamulmuş rutubetli merdivenleri çıkarak ulaştığı odalardaki sefaleti ve pisliği görünce içinde bunaltıcı bir duygu uyanmıştı; yıkık dökük, aşınmış küçük kasaba evlerinin cephelerinin ardına gizlenmiş büyük hüzünlerin ilk sezgisi gibiydi bu. Genç adam arayışını sürdürürken gitgide umutsuzluğa kapılıyordu.

Sonunda seçimini yaptı. Josefstadt'ın yukarı kısmında, Gürtel 1 yakınlarında, oldukça eski ama oturaklı ve orta sınıfın huzurunu yansıtan geniş bir binada kendine kalacak bir yer seçti. Basit bir odaydı burası, aslında istediğinden küçüktü, ama pencereleri büyük, içinde o sırada yağmurdan hışırdayan ve soğuktan usulca titreyen birkaç ağacın bulunduğu eski dış mahalle avlularından birine açılıyordu. Bu ürkek son birkaç yeşil, genç adamı memleketinin bahçelerinin tamamen yitmiş anılarına götürüp onu cezbetmişti; bir de holde zili çaldığı sırada bir kanarya kafesinde ötmeye başlamış, o odayı gezdiği sürece kıvrak namelerle şakımaktan bıkıp usanmamıştı. Delikanlı bunu iyiye yormuş, ayrıca ev sahibesini de sevmişti; yaşlıca, kederli bir kadındı, memurluk yapan kocasını kaybettiğini anlatmıştı. Küçük kızıyla birlikte perişan durumdaki tek odada yaşıyordu, bitişikte ise varlığı giriş kapısına iliştirilmiş kartvizitinden anlaşılan başka bir üniversite öğrencisi genç kalıyordu.

    Akşam olmasına birkaç saat kalmıştı, delikanlı bu süre içinde nicedir özlemini çektiği yabancı kenti aceleyle biraz gezmek istiyordu, ama rüzgârın kamçıladığı yağmur çok geçmeden hevesini kırmıştı. Bir kahvehaneye girdi, bilardo masasındaki beyaz topun kırmızı topun peşi sıra koşmasını uzun süre dalgın dalgın izledi, çevresindeki yabancıların konuşmalarını duydu ve boğazında ağır ağır büyüyüp dile gelmeye çalışan acıtıcı düş kırıklığını yenmeye çalıştı. Sonra sokaklarda bir kez daha dolanmayı denedi, ancak yağmur çok şiddetliydi. Üzerinden sular aka aka sırılsıklam halde bir lokantaya girdi, akşam yemeğini canı hiç istemeden hızla yiyip, odasına döndü.

    Şimdi odasında durmuş çevresine bakınıyordu. Birkaç eşya yan yana dayanmış ve unutulmuş gibiydi, hiçbirinin diğeriyle içsel bir bağı, zarafeti ve enerjisi yoktu: Biri yaklaşacak olsa iç geçiren öne doğru meyil vermiş iki eski dolap, üzerindeki yıkanmaktan solmuş örtüsüyle bir yatak, loş odanın karanlığında sıkıntılı sıkıntılı sallanan beyaz bir lamba, her yeri dökülen eski Viyana tarzı bir soba... Aralarda birkaç tablonun renkli baskısı ve fotoğraflar asılıydı, birbirleriyle ilgisiz solmuş şeylerdi bunlar, birbirlerini belki hiç tanımadan yıllardır burada bakışan yabancı yüzlerdi. Engebeli döşemeden titreten bir soğuk kabararak yayılıyor, odanın tam olarak kapanmayan tek penceresi rüzgâr ve yağmur cama vurdukça huzursuz edici bir gürültüyle tangırdıyordu.

KızılHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin