"Hayaletler görünmezlerdir değil mi? Öyledirler tabii. Peki siz hiç hayalet gördünüz mü?
İnsanlar, hatta canlılar diyeyim; doğa ananın emriyle doğar ve ölürler. Bu kanunu kimse değişemez.
Ben de bir ölüyüm. Ülkem yıkılınca vefat ettim. Bir 1975 sabahı gözlerimi açtığımda kendi cenazemdeydim.
Kendi cenazenizi görmek çok değişik bir his, bilir misiniz? Bilemezsiniz gerçi, siz yaşıyorsunuz.
Cenazenize kim gelmiş, kim gelmemiş görebilirsiniz. Kim arkanızdan ne diyor, ne çekiştiriyor duyabilirsiniz. Bu iyi gibi geliyor değil mi? Ah, hayır. Tek kelime ile berbat.
Benim cenazeme sadece üç kişi geldi. Üçü de birbirinden tatlı çocuklar, çocuklarım. Diğer baktığım çocuklar benim arkamdan konuşurken onlar bana moral veriyorlardı.
Yine de onlara hak ettikleri değeri veremedim. Onlara hep kötü davrandım, berbat biriyim ben. Çok pişmanım, çok.
Pişmanlık ölünce çok berbat bir hale geliyor. Sizi boğar, ölüyken bile ölebilirsiniz. Ruhunuz çalkalanır, nefes alışınız daralır.
Aslında bu size komik geliyor olabilir. "Sen ölüsün, ne ölmesi?" diyebilirsiniz. Yani, haklısınız. Ne diyeyim ki?
Ruhunuz ile ilk gününüzde, yaşayan sevdiklerinize sarılırsanız. Onların hissetmeyeceğini, göremeyeceğini, duyamayacağını bile bile onlara sarılmak...
İkinci gününüzde anılarınız geliyor aklınıza. Öldüğünüz için çok sinirlisiniz, çok... Aslında öldüğünüz için değil de, sanki kendinize sinirlisiniz.
Çünkü istemeseniz bile arkanızda sürekli ağlayan biri olur. Sadece onu fark etmeniz uzun sürer, ölüm anınız gibi.
Neyse, bunları sana niye anlatıyorum ki hayalet çocuk? Zaten hepsini biliyorsun. Hadi evine dön şimdi, annen merak etmesin.