Genç çocuk elindeki siyah beyaz hafif buruşuk fotoğrafa uzun uzun bakmayı sürdürüyordu. Yüzünde ise tek bir mimik bile oynamıyordu. İnceden inceye boğazının acıdığını hissetmeye başladı, gözyaşlarını tutup kendisini sıkmaktan doğan bu acıya epey alışkındı. Derin bir nefes alıp karşısındaki nehre baktı ve eski günlere gitmekten kendini alamadı.Annesini hayal meyal hatırlıyordu Forsythe, her zaman uzun etekler giydiğini hatırlıyordu mesela sonra hiç çıkarmadığı kolyesini hatırlıyordu. Ellerini, gözlerini, kaşlarını...kısacası fiziksel olarak onu tamamen kaydetmişti. Fakat soyut değerler uçup gitmişti. Bir türlü kokusunu hatırlamıyordu, sesini de hatırlamıyordu, insanlar ayak seslerinden bile tanınırdıa; ama o da yoktu.
Birlikte geçirdikleri kış mevsimleri daha netti. Ama 1968 senesinin şubat ayındaki kış asırlardır bitmemişti onun için. Orada zaman durmuş, Forsythe sadece bedenen başka yerlere hareket etmiş gibiydi.
Annesi muggledı ve bir hemşireydi. Her zaman eve 5 olmadan mutlaka gelir, Forsythe da oturup onu beklerdi. O gün duvar saati gece yarısını vurduğunda dahi annesi evde yoktu. Dışarısı sessizleşmiş, hava zifiri karanlık olmuştu. Forsythe korkudan kalkıp lambayı bile açmadan halının üstünde kıpırdamadan sokak kapısını izledi sabaha kadar.
Sabaha karşı uyuyakaldığında kendisini bir kaç saat sonra lacivert üniformalı, bıyıklı bir adam dürterek uyandırmıştı. Çocuk neye uğradığını anlamadan evden apar topar çıkartıldı. Forsythe onun polis olduğunu anladığında annesini sorabileceğini düşündü, tam ağzını açmıştı ki memurun ağzından çıkan sözler onu olduğu yere çiviledi.
"Annen bir kazaya kurban gitti." dedi memur. İstemeye istemeye kendini zorlayıp yumuşatmaya çalışarak söylediği ve bununla uğraşmak istemediği her halinden belliydi.
"öldürüldü." dedi tek bir nefeste ekleyerek.
Forsythe durup bakakaldı ona ne yapacağını bilemiyordu. Memur "Baban birazdan burada olacakmış, bir yere ayrımadan burada bekle." dedi ve bir saniye bile beklemeden evi incelemeye alan memurların yanına döndü.
Forsythe boş gözlerle gölü izlemeyi sürdürürken o gün ve sonrasındaki bir kaç haftanın ne kadar bulanık olduğunu hatırladı.
Kendisine anlatıldığı ve anımsadığı kadarıyla annesi boğularak öldürülmüş, ardından bir garaja atılmıştı. Faili ise hala meçhudu. O dönem İngilterede bunun gibi bir dize daha genç kadın öldürüldü. Muhtemel seri katilden en ufak bir iz dahi bulunamadı, sonrasında ise dava düştü ve yüksek olasılıkla bir emniyet binasının arşivine çürümek üzere terk edildi.
O akşam komşuları yan komşularının koltuğunda uyuduğunu hatırlıyordu ancak emin değildi. Babası hariç hiçbir akrabası yoktu. Cenaze töreni muhtemelen gelmiş geçmiş en berbat cenazeydi, Forstyhe bunu çok az hatırlayabildiği için beynine teşekkür etti.
Babasını o güne kadar sadece 4 taş çatlasa 5 kez görmüştü. Uzun boylu, kirli sakallı, postal bot ve ona uyumlu ceketiyle bir babadan çok barda oturup bira içeceiğiniz birine benziyordu.
Forsythe onun ve kendisinin büyücü olduğunu epey geç öğrenmişti. Kendisini cenazeden sonra karavanına bindirmiş, Forsythe arkasına baka kalmış şekilde yola düşmüşlerdi. Yanında sadece içinde kıyafetleri ve birkaç eşyası olan eski model bir çanta vardı.
Bir de elinde sıkı sıkı tuttuğu peluş tavşanı. Annesiyle uyumadığı zamanlar onunla uyurdu.
"Annen..." yarıda kesip güldü ve sigarasının dumanını üfledi. "Ne diyim şaşırmadım. Kimlerle kırıştırdıysa yine sonunda fişini çekmişler."
Forsythe anlamadığı belli eden bir yüzle dikiz aynasından babasına baktı zira bu terimleri hayatında ilk defa duyuyordu. Adam ona bakıp başını sinirli şekilde iki yana salladı.
"Neyse ki artık benim yanımdasın, bomboş bir kafayla büyümekten kurtardım seni işte; sonra teşekkür edersin." dedi ve radyonun sesini sonuna kadar açtı.
Forsythe başını öne eğip tavşanına bakmayı sürdürdü. Sadece annesini istiyordu, annesinin gittikleri yerden onu almasını ve geri eve götürmesini sonra onu kucağına oturtup birlikte televizyon izlemeyi istiyordu. Veya kadının neşeli kahkahasını işitmek, enerjik hareketlerini izlemek istiyordu.
Babasının o günkü halini hatırladıkça iyice sinirlendi Forsythe. Ne bir gram üzülmüş ne de iyi bir şeyler demişti. Babası büyücüydü. İngiltere'de it kopuk ne kadar büyücü varsa varoşlarda karavanlarda park alanlarında birlikte yaşıyordu, bir çeşit komün gibi.
Babası varoşlardan olmasında rağmen tanıdığı en zeki ve kurnaz herifti. Mugglelara sirk kuruyor ve basit kart uçurma gibi bebek büyücülerin bile yapabildiği şeylerle onları sömürüyordu. Daha basit tabiri ile bir üçkağaçtıydı.
Duyduğu uzaktan gelen ince ses ile irkildi.
"Forsythe!"
Kafasını kaldırıp bakarken arka arkaya aynı sesi duydu "Forsythe!"
El sallayan kıza doğru bakıp oturduğu yerden kalktı ve ona ilerledi.
Kız mavi gözlerini kocaman açmış ona bakıyordu. İtiraf etmek gerekirse bu bakış Forsythe'ı her zaman biraz korkutmuştu çünkü kız böyle bakınca bir gece baykuşu veya etrafı gözetleyen bir radar gibi görünüyordu.
"Nerdesin, seni arıyordum?" dedi hafif sitem ederek. Ve ekledi "Hadi yemeğe geç kalıyoruz bitecek her şey."
"Dalmışım kusura bakma Emma" dedi çocuk ve adımlarını onunkilere uydurarak yan yana yürümeye koyuldu.
Emmanın yol boyu anlattığı şeylere odaklanmaya çalışsa da o gün annesinin nasıl koktuğunu hatırlamaya çalışmaktan başka bir şeye pek odaklanamadı.
Boy farkı bariz ikilinin lacivert cüppeleri rüzgarda dalgalanırken konuşmaları ve ayak sesleri giderek uzaklaşırken güneş ufukla buluştu.
YN (önemli)
Bahsi geçen katil ve kurban kurgu değildir. İngiltere'de 68-69 yılları arasında faili meçhul seri cinayetlerde bulunan "İncil John" lakaplı katilin ilk kurbanı Patricia Docker isimli genç bir hemşiredir. Şubat 68'de boğularak katledilmiştir.
Yazar notu 2)
Herhangi bir katili özendirme veya sepmatize etme amacı yoktur, sadece kurgumu gerçek temellere dayandırmak istedim.
Sevgiyle kalın <3.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
forsythe
Non-Fiction"Dünya mı yıkılsın yoksa bir bardak çay mı içersin" deseler, çayımdan bir yudum aldıktan sonra "Dünyanın canı cehenneme derdim."