sessiz

19 1 0
                                    


(Nostalgie de la boue)

Tabağıma attığım uzun bakışın akabinde  babamın masaya sertçe koyduğu kadehle, irkilerek iri patlıcan parçasını hızla ağzıma attım. Nefret ediyordum. Öylesine tiksinerek yiyordum ki şu iğrenç sebzeyi, kusasım geliyordu. Ağzımda daha cıvık bir hâl alan patlıcanı zorlukta yuttuktan sonra, tiksinmekten dolan gözlerimi saklamak için başımı eğdim titreyen ellerime doğru.

Babamla geçirdiğim her an böyle biterdi zaten. O hiçbir şey yapmasa bile ağlatırdı beni. Heybeti ağlatırdı. O güçlü duruşu, çatık kaşları, zenginliği, kimseye boyun eğmeyişi hıçkırarak ağlamama vesile olurdu. Ağzını açmadan kalbimi devasa korkusuyla doldururdu. Yüzüme bakmazdı bile. Zaten benim de bakmaya cesaretim yoktu. Birkaç sefer şahit oldum o kara gözlere. Bedenim buzdan, ruhum kayadan oluvermişti bir anda. Gözlerimi kırpmayı bir köşeye at, esen rüzgar saç telimi oynatamıyordu sanki.

İpekten yapılma, ince detaylı, kumaş peçeteye yağlı bıyıklarını silip bütün görkemiyle kalktı yemek masasından. Altın tırabzanlı merdivenin  basamaklarından sakinlikle çıkarak koridorun solundaki ilk kapıdan girdi. Konağın o bölümü babamın çalışma odasıydı. Özeldi, hizmetli dışında kimsenin girmesine izin yoktu. Annemin söylediğine göre babam bir devlet adamıydı. İşi çok hususiydi. Dikkatli olması gerekiyormuş. Hem de her zaman. Dalgınlık edemiyor, sakarlık yapmıyor, canının istediğini değil; devletin ihtiyacı olanı yerine getiriyordu.

'Ne sıkıcı!' diye düşünmüşümdür hep. Otuzlarımın sonuna dayanmış, çulsuzun teki olan ben, babamı oldum olası sıkıcı bulmuşumdur.  'İnsan nasıl olur da hiç düşmez? Hadi onu geçtim, dizlerin de mi acımaz koşmaktan? Yorulmak nedir, bilmez misin be adam!' derdim.

Kusursuz bir hayatı vardı. Duygularından arıtılmış, inişleri çıkışları olmayan, garip ve zevksiz. Yanan mum gibiydi. Üzerine düşeni yapıyordu. Ta ki söneceği güne kadar. Benliği yoktu, şahsiyeti yoktu. O şatafatıyla örtbas ederdi bütün eksikliğini. Belki de bu yüzden ona 'kusursuz' derdik.

Geriye dönüp bakmanın manasızlığını yaşatıyordu kendine. Çünkü biliyordu, geçmiş ile şimdinin hiçbir farkı yoktu. Değişen tek şey birbirinden pahalı kıyafetleriydi. İçtiği puroların yeri, sayısı bile değişmezdi. Fakat bana göre bütün bunlar saçmalığın daniskasıydı. Delinin teki olarak konuşuyorum, sevgilim. Babam gerçekten aklını yitirmişti. Servetten diktiği buzdan şatosuna kendini kitleyerek bizi de mahvetmişti.

Babamın sofrayı terk etmesinin ardından bir çırpıda çatalımı bırakıp, bahçeye koşmaya başladım. Oyuna yetişeceğimden değil, yarıda kalan bir oyunum yoktu. Arkadaşım dahi yoktu ki benim. Yeni biçilmiş çimlere uzanırdım sadece. Gökyüzüne bakardım. Bulutları çizerdim parmaklarımla. Sevdiğimden değil, güneş mayıştırırdı beni. Uyuyuverirdim, ders çalışmak zorunda kalmazdım. Annem çok kızardı bana. Çalışmamı, başarılı olmamı, gücümle anılmamı kısacası babam gibi olmamı isterdi. Çok ilginç gelirdi bana. 'Nasıl olur da evladını hiç sevgi görmemiş birisine benzetmek isterdi?'

Ben istemezdim.

Bana bir kere gülümseme zahmetine bile girmemiş adama çocuğum benzesin istemezdim. Belki abartıyorumdur, sevgilim. Belki de olması gereken budur. Fakat sen tanıyorsun beni. Ben olması gereken kişi değilim. Nasıl olunur, bilmem de.

Gözlerim bulutların arkasına saklanan güneşle birlikte usulca kapandı öğleden sonra. Çimlere gecenin habercisi soğuk çöküyordu ağırdan. Çıplak ayaklarım üşüyor, serbest bıraktığım kollarım birbirine dolanıyordu. Yüzüme konan birkaç sineği kovmak dışında da açılmadılar. Güneşin sızan son turuncusunu ise ne zaman kaybettiğimi hatırlamıyordum.

_

Seni görmeyeli çok şey değişti, sevgilim. İlk pratik sıcak hava balonu yapıldı mesela. Ülkedeki üst sınıflar o iki kardeşi kutladılar. Günlerce konuşuldu. Evimin yıkık dökük duvarlarından duydum bütün sesi. Asırlardır süren mucitliğin önemli eserlerinden biri diye bahsettiler.

İki sokak ötede oturan beraber sürekli ekmek aldığımız fırıncının oğlu evlendi. Bütün aile çok mutluydu. Söylediklerine göre kız çok güzel ve alımlıymış. Hep açık olan camlarımdan duydum bunları.

Eminim ben seni düşünüyorken daha fazlası da olmuştur. Ancak aklımı meşgul ettiğinden meraklanıp dinleyememişimdir.

Şimdiye dönersek,karşımdaki yabancı silüete...

Gözlerim yüzüne çıktığı andan itibaren donakalmıştım. Damağıma yapışan dilim yüzünden midir, bilmem. Dakikalardır sadece bakıyordum. Evin genel aurasına tezat düşecek şekilde temiz kokan, sinsi karanlığına inat parlayan gözleri, dahası eski ama tertipli kıyafetleri olan sana bakıyordum. Çapaklanmış gözlerimi üzerinden çektiğim elimle ovuşturdum. Mantıklı değildi. Burada olman senin için çok anlamsızdı.

Senden uzaklaşmak için geriledim. Birkaç kere avucumla yüzüme vurup kendime gelmeye çalışıyordum. İmkansızdı. Bunun yaşanması imkansızdı. Ciğerlerim gittikçe bedenimi darlarken, burun deliklerim irice açılmıştı rahat nefes almak adına. Uzun süredir yutkunmadığımdan boğazımdan başlayıp mideme kadar inen yanma söz konusuydu. Neyse ki yana sadece midem değildi. Kulaklarım, gözümün kenarları, saç diplerim alev alev yanıyordu.

İki-üç adımlık mesafesi olan sandalyeye sendeleyerek oturdum. Evdeki tek ses eski tahtaların gıcırtılarıydı. Normalde susmayan cırcır böceklerinin şimdi konuşası yoktu anlaşılan.

"Taehyung."

Bakışlarımı çivisi çıkmış ahşap parkeden duyduğum sesle sana çevirdim. Öyle özlemiştim ki bu sesi. Sol gözümden aniden yaşlar düşmeye başlamıştı. İsmime aşık olmuştum o an, sevgilim. Nasıl güzel söylemiştin sen? Dünyanın en güzel mırıltısıydı benim için.

Ağlamama rağmen genişçe gülümsedim. Deli gibi mutluydum. Zaten benden başka türlüsü beklenemezdi. Ağır adımlarla bana doğru yürüyordun. Gülümsemem yüzümden kaybolurken, bana yakınlaşmanın verdiği gerginlikle pantolonumun yıpranmış kumaşını sıktım.

Ellerini omuzlarıma yerleştirip kucağıma yan bir şekilde oturduğunda gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Dişlerimi birbirine bastırıyordum. Boğulana kadar nefes almıyor sonra göğsüm kabaracak derecede soluyordum. Öyle acınası histi ki bu. Alnımdan vurulmak istiyordum. Böylesine muhtaç olmak kafayı yedirtiyordu bana. En ufak temasımızda bu hale geliyordum.

Araya giren zamanın veyahut özlemin bir manası yoktu. Şayet seni dün görmüş olsam, hatta sabahlara kadar sevişmiş olsak dahi bugün yine aynı şekilde hissederdim. Sana olan sınırsızlığım, uçlarda yaşamama neden oluyordu.

Acın da büyüktü, neşen de.

"Daha az uyudukça daha çok düşünüyorum,
Daha çok düşündükçe de daha az unutuyorum."
İyi geceler.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 08, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

La Douleur ExquiseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin