01 // love you to the moon and to saturn

30 2 6
                                        

daha uzun bir bölümle gelmek isterdim ama başlangıç için anca bu kadar yazabildim:(

iyi okumalar<3

12 yıl önce

Ana karadan uzakta, denizle çevrili başka bir kara parçası üzerinde uzun zamandır bozulmamış huzur, barış ve refah içinde yaşan küçük bir krallık vardı. Pek çoklarının önemsemediği ada krallığı balıkçılıkla geçiniyor, birbirinden yeşil ormanların halkına sağladığı meyve, sebze ve hayvanlarla yaşamlarını sürdürüyorlardı. Yollar ve evleri taştan bu adanın kralı adanın en yüksek noktasında, binlerce kişinin yüzyıllar önce alın terleriyle, tek tek tuğla taşıyarak inşa ettiği kalede yaşardı. Hükmetme hakkı aynı kuşakta olduğu sürece bu kaleden ayrılmamış, onu oluşturanların emeğinin anısını korumak için ellerinden geleni yapmışlardı.

Kalenin dört bir yanı ormanla kaplıydı. Uzun ağaçlar güçlü rüzgarlarla savrulurken kalenin içinde ürkütücü bir gürültü yaratırdı. Kızıl taştan kale duvarları zaman zaman pencerelere gölge yapan sarmaşıklarla kaplıydı. Duvar diplerinde yetişen beyaz papatyalar ürkütücü görünüşü bir nebze yatıştırırdı. Kale kapıları hiçbir zaman insanlara kapanmamıştı. Krallık kurulduğundan beridir, ilk kral taht odasına yerleştiğinden beridir, o oda her zaman halkın odası olmuştu. Dertleri dinlenir, çözüm üretilir ve huzur yeniden sağlanırdı. Halkın yardımıyla, kalenin içi de dışı da yüzyıllardır eksik olmamış seslerle dolardı – hayatla.

Krallar hiçbir zaman aç gözlü olmamıştı. Güce aç olmak yozlaşmayı beraberinde getirirdi. Yozlaşmaya başvurulduğu takdirde acı çeken sadece halk olurdu ve bu ada krallarının istediği son şey insanlarına acı çektirmekti. Krallar, yöneticiler halk olmadan birer hiçti, onların başta kalmasını sağlayan bu kişilerin iyiliği için çalışmak dışında başka bir görevleri yoktu.

Yüzyıllardır süregelen bu gelenek değişmemişti, değişmeyecekti.

Ancak iktidardaki kralın sekizinci hüküm yılının sonbaharında ada tamamen sessizliğe bürünmüş, güneşin önünü kesen büyük bulut kalabalığıyla griye boyanmıştı. Halkın gözyaşları sıcak bir yağmur gibi sokakları nemlendirmiş, ağaçlar bile hareket etmeyi kesmişti. Derinden hissedilen acı sadece insanlarını değil, adanın kendisini de hasta etmişti adeta. Bu hastalığın en yoğun sancısı, kudretiyle halkının saygısını ve sevgisini kazanmış adamı vurmuştu – bükülmeyeceğine inandıkları krallığın en kuvvetli ağacı ayakta zor duruyordu.

Kralın bir eli avcunda küçücük kalan yedi yaşındaki veliaht prensin pamuk kadar yumuşak elini sarmış; diğer elinde önünde, mermerden kaidenin üzerine yerleştirilmiş tabutun içinde hareket etmeyen, nefes almayı iki gün önce bırakmış sevgili karısına ait inci broşu tutuyordu. İçi acıyla ezilmişti, kemikleri kırılmış, sanki kaynadıktan sonra yeniden parçalanıyorlar ve ciğerlerine batıp her soluğu ayrı bir bıçak darbesine dönüştürüyorlardı. Biricik sevgilisi artık onunla değilken bu diyarda kalmanın anlamı var mıydı?

Öte yanda, veliaht prens etrafında ağlayan insanları izliyordu. Kahverengi saçları gözlerine düşüyor, irileşmiş bakışlarındaki şaşkınlığı gölgeliyordu. Uyandığında onu neden annesinin uyandırmadığını sormuş, hizmetçi kızın ağladığını gördüğünde ona annesini sorduğunda herkesin ağladığını ve bunu anlamadığını söylemişti. Annesinin iki gündür görmemişti, teyzesinin ziyaretinde olduğu için onu özlüyordu elbet, ancak bu ağlanacak bir şey değildi. Hizmetçi kızın hıçkırıkları güçlenince odadan çıkmış ve onun yerine bir başkası gelip tek kelime etmeden onu giydirmişti. Teyzesi şu an yanında duruyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 02, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

journeys end in lovers meeting Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin