Zeynep, 4 senenin hasretini memleketinden tek bir manzarayla, tek bir iç çekişle gidermek istercesine gençken her zaman gittiği Çamlıca tepesine çıkmıştı. Daha havaalanından buraya taksiyle yeni gelmişti ama bir memleket havası içine çekmeden de eve uğrayamazdı. Onu almaya gelen olmamıştı evet, çünkü artık bu koca şehirde bir ailesi yoktu, yalnızlığa gelmişti. 4 sene önce Ateşle birlikte yola çıkıp biri Azerbaycan'a biri Afrika'ya gittikten bir sene sonra Nergis anne bir kalp krizi sonucu vefat etmiş, onun öldüğü evde yaşamaya, daha doğrusu artık bu ülkede yaşamaya tahammülü kalmayan Yasemin, kendine ve kızına Kanada'da yeni bir iş ve düzen kurmaya gitmişti. Tek ülke sınırları içinde olan Nilgün ise son görüşmelerinde tatile annesinin yanına İzmir'e gideceğini söylemişti. Peki Zeynep bu yalnızlığa niye gelmişti? Yıllar öncesinde kaçarcasına gittiği memleketine duyduğu özlem; çocukluğunun, gençliğinin, en güzel anılarının geçtiği bu şehre özlem... Bu koca evde yalnız olsa da mutlu olacağına inandığı çocuksu bir umutla gelmişti. Belki bu boş evi yeni arkadaşları, yeni işinin meşguliyetleri doldururdu, kim bilir? O an aklında Davut'un esamesinin okunmadığı doğruydu, 4 sene boyunca da çok okunmamıştı zaten.
Üstünde artık eve gitmesini gerektiren bir yorgunluk olsa da, bu yorgunluğun dinlenerek değil de şu deniz havasını içine uzunca çekerek gidereceğine inandığından banklardan birine oturdu uzunca bir süre denizi seyretti. Onun dikkatini çeken iki genç aşığın olduğunu tahmin ettiği kahkahaydı. Bu sese gülümseyerek döndüğünde epey uzağındaki bir banka Davut'un ve yüzünü göremediği bir kızın oturduğunu gördü. Zeynep kırılmadı, dağılmadı ve ifadesiz, şaşkın yüzünden geçmişin kareleri birer birer geçti. Onu niye hiç düşünmemişti? 4 sene boyunca aklına bile gelmeyen adam şimdi bu şehre ayak bastığı ilk gün karşısına çıkmıştı..neden? Bu soruları düşünecek kadar gergin geçen birkaç dakika bankta kaskatı oturdu, daha fazla dayanamayıp hışımla kalktığında üzerindeki poşetlerin hepsi yere düştü. Kendini fark ettirmeden toplamaya çalışsa da, bir kere dikkati çekmişti. Davut o tarafa dikkatle baksa da, Zeynep'in yüzü gözükmediğinden ve 4 senede epey değiştiğinden –özellikle şapka takmamasıyla- o olduğunu anlayamasa da tanıdık biri olduğundan şüphelenmişti. Zaten oradan karakola gittiklerinde yapboz parçaları kafasında oturacaktı.
Zeynep poşetlerini de toplayıp hızlıca oradan ayrıldığında duyduğu bu gerginliğe, bir kaçak gibi sevdiği mekandan ayrılmasına sinir oldu. Neden korkak gibi kaçmıştı ondan? O sevgilisiyle el ele kimseden çekinmeden rahatça otururken, Zeynep niye keyfini bozmuştu? Onu kendi de bilmiyordu. Eve vardığında durgunlaşmış, koltuğa yıkılırcasına oturmuştu. Ülkeye ne kadar da güzel bir zamanda dönmeye karar vermişti ama(!) Gelirken hiç hesaba katmadığı kişiden şimdi köşe bucak kaçmıştı, olacak şey miydi? Neredeydi o her şeyi kafasında bitirmiş Zeynep? Yok yok, madem bir kere korkak gibi saklanmıştı ondan, bir daha görürse mutlaka adamakıllı iki medeni insan gibi konuşmalı, hatta tebrik etmeliydi...
Bu kısımdan sonra garip bir şekilde aklına 4 sene önce Davut'un verdiği çiçek geldi, o çiçeği almasını bekleyen mahcup bakışları, gitmeden önceki son vedası... En sonunda bu ikisi dışında Davut'a dair güzel anısı olmadığını fark edip şunu dedi: "Sana kötü anıdan başka bir şey vermeyen insanı niye hala düşünüyorsun Zeynep?" Ve kendi kızıp söylene söylene duş almaya gitti.
Duş alıp eşyalarını yerleştirirken Davut aklından uçup gitmiş, evini, buradaki anılarını, çocukluğunu düşünmeye dalmıştı. Nergis annesinin ölümü içindeki ve kaldığı evdeki boşluğu iyice arttırdığında eşyalarını yerleştirmeyi bitirmiş, koca bir yalnızlık hissiyle yatağında oturuyordu. Nedense aklına birden eski fotoğraflara, eşyalara, günlüklere bakma isteği gelmişti. Dolabının altındaki kutularda saklanan aile albümlerine bakmak için kutuları alıp yatağa oturdu. Eski fotoğraflara bakarken anılar zihnine tatlı tatlı esmiş, morali yerine gelmişti. Koca evde kahkahaları yankılanacak kadar gülmüş, yalnızlığını yine kendi kahkahası örtmüştü. Resimleri bitirdiğinde kutunun dibinde etrafı karton kağıtla özenle örtülmüş bir şey gördü ve merakla uzanıp aldığında tuttuğu şeyin hışır hışır olduğunu, sonunda açıp çiçek olduğunu fark etti. Kimi yerleri kuruluktan dökülmüş büyük çiçeğe derinlerde hissettiği bir yarım kalmışlık, hayal kırıklığıyla baktı.