Okul toplantısının üzerinden günler geçmişti. Zeynep öğretmen arkadaşlarıyla da, öğrencileriyle de kolayca kaynaşıp sosyalleşmişti. Enerjisi de ilk geldiği zamandan çok daha yüksek, yüreği mutlulukla kıpır kıpırdı. Şimdi ilk yoğun haftasının tatlı yorgunluğunu atmaktaydı sıra, hafta sonunun keyfini çıkarmakta yani... Uyandığı gibi sabah çayını koymuş, o demlenirken balkona çıkıp temiz havayı derince solumuştu. Koyduğu çaya bakmak ve kendine omlet yapmak üzere mutfağa indi ve omleti yapmaya koyuldu. O sırada kapı çaldı, Zeynep aceleyle kapıya koştu. Gelenin her sabah kapısına gazete ve ekmek getiren Hasan olduğundan öylesine emindi ki üstündeki geceliği önemsemeden sadece bir sabahlık geçirip kapıyı gelişigüzel açtı. Hasan, mahallelerindeki bakkalın oğluydu ve Zeynep'i tanıdığı günden bu yana her sabah gazete ve ekmeğini kapısına getirirdi.
Gelenin Davut olmasını –geçen onca günden sonra- gerçekten beklemeyen Zeynep dehşete düşerek kapıyı kısık kalacak kadar kapatıp başını çıkardı. Davut da Zeynep'i bu saatte bu halde yakalamayı hiç beklemiyor olacak ki o da şaşırmış, elinde olmadan heyecanlanıp: "Kusura bakmayın..ben sanırım yine çok yanlış bir zamanda geldim!" dedi arkasını dönerek. Halbuki zaten kapı Zeynep'i göremeyeceği kadar kapalıydı, aklı başından gitmiş elini beline mi, cebine mi koyacağını bilmeden bahçe tarafına bakıyordu. O sırada Zeynep'in beklediği Hasan gelmişti, Davut'u tuhaf bakışlarla süzerek kapıyı tıklattı: "Zeynep öğretmenim ekmeğinizle gazetenizi getirdim." Dese de Zeynep çıkamayacağından Davut: "Ver, ver sen bana oğlum ben Zeynep hanıma veririm." Dese de Hasan diretti: "Olmaz Zeynep öğretmenime veririm yabancıya vermem...Hem sen kimsin niye rahatsız ediyorsun Zeynep öğretmenimi?" dedi, küçük boyuyla kapının önüne, Zeynep2i koruyormuş gibi geçip Davut'un karşısına dikilerek.
Zeynep duruma el atmak zorunda kaldı: "Hasan..o abi yabancı değil ona verebilirsin oğlum, ben şimdi müsait değilim." Diye açıklayınca Hasan anca ikna oldu ve tehditkar bakışlarla Davut'u süze süze gitti. Zeynep kapıdan kızarmış başını uzattı: "Bu saatte niye geldiniz buraya?" dedi oldukça gergin, heyecanlı bir sesle. Davut: "Kötü bir niyetim yoktu, öğlen 12 de uykudan yeni uyanacağınızı düşünemedim. Şey..konuşmak için gelmiştim." Dedi, aklında ne diyeceğine karar veremeyerek. Zeynep derin bir iç çekti: "Bu sefer yanınızda bonusunuzla gelmediniz umarım? Ben geçenki gelişinizde uzunca konuştuğunuzu sanıyordum." Diye tersledi.
Davut: "Ben de o gün için geldim, yani özür dilemek için." Dediğinde Zeynep biraz yumuşar gibi oldu ama yelkenleri hemen indirmeden sert bir sesle: "Biraz bekleyin, giyinip geliyorum." Dedi ve kapıyı aralık bırakıp gitti. Gitmesiyle: "Hayır! Hayır olamaz ya! Off yanıyor, yanıyor!" diye bağırması bir oldu. Davut, girmeyeceğini söylemişti ama Zeynep'in yanıyor demesinden telaşlanarak içeri girmiş, ciddi bir şey oldu korkusuyla Zeynep'i aradı. Zeynep mutfakta artık küle dönmüş omletiyle mücadele ediyordu. Tavayı eline aldığında arkadaki sese irkilip döndü: "Sizin burada ne işiniz var?" dedi üstünü kapamaya çalışarak. Davut ona bakmadan hemen musluğu açıp şaşkın bakakalmış Zeynep'in elindeki tabağı suya tuttu. Tavayı suya konulunca ortalık biraz duruldu, ama yayılan koku berbattı, öyle ki burası iyice havalandırılmadan durulmayacak gibiydi. Zeynep öksürünce Davut onu belinden tutup: "Gelin, burada durmayalım yoksa havasız kalacağız." Dedi, Zeynep itaat ederek öksürükleri arasında Davutla birlikte oturma odasına gitti.
Davut, belinden tuttuğu Zeynep'i kendine çevirip baktı: "Siz iyisiniz değil mi? Bir şeyiniz yok?" dedi oldukça endişeli bir sesle. Zeynep'in öksürükleri azalmaya başladığında başı eğik olduğu için Davut gayri ihtiyari yüzüne bakmak için çenesinden tutmuştu. "Bir şeyin yok, değil mi?" dedi sessizce bir şey demeyen Zeynep'e bakarak. Zeynep o anki dokunuşun ve az önce yaşadığı olayın etkisiyle yanağına çarpan bir damla yaşa engel olamadı. Davut, bu beklenmedik gözyaşına şaşırmış, ciddi bir şeyi olduğunu düşünüp daha büyük bir endişeyle: "Zeynep...Zeynep bir şey söyle neyin var?" dedi onu belinden kavrayıp, birden göğsüne bastırırcasına sarılarak. Zeynep neye uğradığına şaşırıp kendisine sarılan Davut'u kolları havada bırakmıştı. Yıllardır görmediği, düşünmediği; şimdiyse içinde duygu namına her zerresine dalgalandıran bu adamın kucağında sarsıla sarsıla ağlama isteğini güç bela bastırdı. Bu yüzden bedeni aniden titredi. Zeynep'in telaştan toplu saçı açılıp dağılmış, ince sabahlığı üstünden kayıp düşmüştü. İkisi de bu duruma aldırıyor gibi değildi şu anlık. Ama oraya çok sonradan damlayan birinin fazlasıyla aldıracağı belliydi. Burcu, Davut'un tek başına bir yere çıktığını öğrenip, tahmininde yanılmayacağından emin Zeynep'in evine gelmişti. Kapıya vurmadan önce akıllılık yapıp oturma odasının penceresini gizlice yandan izlemeye koyuldu. Ne dediklerini duyamıyor ama duygusal bir an yaşandığının farkında tetikte beklemişti. Davut'un sabahlığı sıyrılmış Zeynep'in vücuduna nasıl sımsıkı sarıldığını, belinden tuttuğunu görünce beyninden vurulmuşa dönerek olduğu yere yapışıp kaldı. Davut'un sırtı Zeynep'in vücudunu tamamen kapattığından Zeynep'in yüzü gözükmüyordu, dolayısıyla ağladığını da görememişti. Burcu'nun tüm bedeni ihanet çanlarıyla sarsıldı, adeta alarma geçti ve sinirden titreyen ellerle kapının önüne geldi.
Zeynep, uzun zamandır içinde çok şey biriktirmenin verdiği boğulmayla, en ufak bir darbeye yıkılmış, içindekilerin taşmasına ramak kala tek bir gözyaşıyla geçiştirmeye çalışmıştı. Kendine değen ellerin tesiriyle ürpermiş, bu etki tüm kanında dolaşmıştı ama o bu etkiye sadece susmak, duvar gibi soğuk bakışlarla karşılık vermek zorundaydı. Onun varlığı, dokunuşları, hissettirdikleri bu kadar içini delip geçiyorken hiçbir şey yaşanmamış, hissetmemiş gibi yapmak ağrına gidiyor, kaldıramıyordu. "Bırak, bırak beni!" dedi aniden ve Davut'un sımsıkı sardığı bedenini hırsla geri çekti. Tam şu an, ona olan tüm hislerini bağırmak istedi; nefret mi, öfke mi, acınası bir sevgi mi bilmiyordu ama içinde her ne varsa ortaya dökmek, kendi gibi onu da yakmak istiyordu. Her allahın günü nişanlısını da alıp nispet yapar gibi evine gelen bu adamın suratına yüzsüzlüğünü, pişkinliğini, acımasızlığını vurmak istiyordu! Öyle yapmadı, oturduğu koltuktan birkaç gözyaşını silerek, sükunetle kalktı: "Sinirlerim bozuldu benim..yangından..yangından olsa gerek yani." diye mırıldandı sessizce. Davut onun bu haline sarsılmış, aklı ve duyguları karışmış bakıyordu. Tek sebebi yangın mıydı emin olamıyordu ama çok fazla düşünmeden duygularına kapılıp Zeynep'e güvende olduğunu hissettirme maksadıyla omzuna dokundu ama Zeynep bu dokunuşa ürpererek vücudunu tuttu. İlk defa o an sabahlığının üstünden kayıp gittiğini, saçının karman çorman olduğunu fark edip gövdesini tuttu: "Benim..sabahlığım olacaktı üstümde!" der demez Davut kalktı: "Dur sen ben hemen getiriyorum."
Bu sırada dışarıda kapının önünde duran Burcu, hala kendine mukayyet olamayıp kapıyı çalamamıştı. Sinirle pencerenin önüne geri dönüp onları izlemeye koyuldu. Davut bu arada sabahlığı getirip Zeynep'in omzuna atmıştı. Zeynep, bu adamın yanında olduğu her an hissettiği bir kalp sancısıyla Davut'un yüreğinin burkulmasına sebep olan bir bakış attı ona. "Teşekkürler..." dedi sonunda. Davut, onun yanında olduğunu hissettirecek ilk adımı atmanın tam zamanı olduğunu düşünüp aniden elini tutmuş, Zeynep bu ele korkuyla bakıp hemen elini çekti.
"Benden nefret ediyorsun değil mi?" dedi.
Zeynep sakince başını salladı: "Senden nefret etmiyorum inan, çünkü bunun için bile bir his gerekir." Dedi, içinde binbir renkte duygu çıkmak istercesine kaynaşırken. "Hem, bir şey hissetmem için hiçbir sebep yok." Dedi gülümseyerek ona bakıp. "Sadece... her insan gibi biraz huzur, sessizlik istiyorum hak verirsin ki."
Davut Burcu'nun davranışlarını hatırlayıp mahcubiyetle: "Geçen günkü Burcu'nun o saçma sapan tavırları için özür dilerim, haddini fazlasıyla aştı. Ama bir daha olmayacağından emin olabilirsin." Dedi. Zeynep yorgun, küskün bir tavırla: "Ben bu tür davranışlara, üsluplara alışkınım bu seferlik sorun değil; ama tekrarlanacak olursa eski defterleri açan sadece o olmaz, bunu bilsin." Dediği anda zilin çaldığı duyuldu.
Zeynep hemen sabahlığını üstüne giydi ve telaşla ayaklandı: "Kim..kim olabilir ki? Ben..benim giyinmem lazım böyle olmaz!" dedi ama değil odasına çıkmak heyecandan olduğu yerde dört dönüyordu. Davut olaya el attı: "Zeynep..dur sen! Yukarı giyinmeye git, o sırada kapıyı ben açayım."
Zeynep telaşla: "Olmaz! Ya Nilgün falan geldiyse, ya da ne bileyim mahalleden biriyse..." dediğinde Davut: "Devletin polisi olarak seni sorguya geldim, kim ne diyebilir?" dedi ama Zeynep: "Mesela niye kapıyı sorguya gelen devlet polisi açtı diye düşünebilirler değil mi bay parlak zeka?" diye söylene söylene yukarı çıktı Zeynep. Davut, arkasından garip bir bakış attı: "Bay parlak zeka?" dedi arkasından. Zeynep ona homurtuyla karşılık verdi. Kapı tekrar çaldığında Zeynep hala giyinmediğinden, Davut ne olacaksa olsun deyip kapıyı açmak zorunda kaldı.
Karşısında Burcu'yu görmeyi gerçekten beklemiyordu: "Burcu?" Dedi afallayarak. O sanıyordu ki Burcu yüzüne okkalı bir tokat atıp nişan yüzüğünü atacak. Çok isterdi böyle olmasını, içten içe bu isteğine şaşırdı. Ama şaşırtıcı bir şekilde Burcu öyle yapmadı, Davut'u elinden çektiği gibi dudağına yapıştı ama Davut aniden geri çekildi: "Burcu napıyorsun? Böyle ortalık yerde?" derken Zeynep merdivenden inmişti bile. Burcu'nun bu beceriksiz hamlesini fark edip, vücudunun tüm kanı çekilirken gülmüştü. Burcu onu fark edip kafasıyla işaret etti: "Hah! Zeynep öğretmen de geldi... Ya biz sizi böyle iki günde bir rahatsız ediyoruz ama, kusura bakmayın.." dedi ukala bir gülüşle. Davut Zeynep'i gördüğünde büsbütün taş kesilmiş, mosmor olmuştu. Burcu'nun zorla tuttuğu eli tiksinir gibi bıraktı. Zeynep bunu fark etse de renk vermedi, Burcu'nun rengiyse anında attı.
Zeynep: "Son zamanlarda ikinizin gelmesine alıştım, ama Davut beyin tek gelmesini beklemiyordum, sürpriz oldu..." dedi imayla gülümseyerek. Burcu tekrar bozardı, toparlamaya çalışarak: "Ona sorguya önden gitmesi için ben ısrar ettim, ufak bir işim çıkmıştı benim yüzümden gidemeyecekti de..." dedi gizleyemediği sinirle. Zeynep gülümseyerek Burcu'yu süzdü: "Hmm, yani benden özür dilemesi için buraya gelmesine siz ısrar ettiniz?" dediğinde Burcu'nun rengi pancara dönmüş, ne diyeceğini bilemezken Zeynep ekledi: "Nişanlınızı ikna etmek için boşuna dil dökmüşsünüz, ortada özür dileyecek bir şey yok. Aslında sizinle görüşmem için ortada hiçbir sebep yok, hala neden kapımı aşındırdığınızı anlamış değilim?" derken Davut'a baktı. Burcu, gülme sırasının kendine geldiğini işaret eden belgeyi çıkarıp Zeynep'in yüzüne tuttu: "Savcılıktan arama izni..." ve zaferle sırıttı. Davut da Zeynep da kendi çapında ayrı şaşkınlık geçirdi. Davut itiraz ederek: "İyi de Zeynep'in evini aramamız için ortada hiçbir sebep yok, savcılık nasıl izin verdi?" deyip Burcu'nun elindeki kağıdı kaptı. Belge ortadaydı. Zeynep, hanedanlığın örgütlenmesine ait bir okulda öğretmenlik yaptığı için evi aranacaktı. Davut şaşkınlıkla: "Zeynep, anlaşılan sizin okulu kurban olarak seçmişler." Dediğinde Zeynep hiçbir şey anlamamış: "Ne?" demişti sadece.
Kim, kimi, neden kurban seçmişti? Necdet...Şu an aklına gelen tek isim oydu. "Nasıl olabilir böyle bir şey? Kim, kimi neden kurban seçer?" dedi, şu an aklı durmuş bir şey düşünemiyordu. Burcu lafa atladı: "O kadar peşin hükümlü olma Davut, kurban mı değil mi bilmiyoruz bile daha."
Davut biraz çekinerek: "Gittiğin okulu köküne kadar istihbarata araştırttım, hanedanlıkla ilişiğinin bulunması mümkün değil. Birileri çalışmalarımızdan haberdar ki, hedef şaşırtıyorlar." Dediğinde Burcu anlamlı bakışlarla Zeynep'e: "Evet...birinin çalışmalarımızdan haberdar olduğu kesin." Dedi. Buna Zeynep güldü, Davut ise çıkıştı: "Zeynep hanım uzun yıllar bu beladan çekti, hanedanlıkla herkesten çok mücadele etti Burcu. Ben bile inanmaz dinlemezken o bu işin peşini bırakmadı; bu uğurda hapis yattı, akıl hastanesine kapatıldı, ailesinden ayrı kaldı..." dedi, sanki bütün bunlara sebep kendisi değil de bir başkasıymış gibi. Bu sözlerden sonra bir an durgunluk oldu, Zeynep çok kısa bir an Davut'u kırgın bakışlarla süzüp hemen eski rahat, sakin havasına döndü: "Yalnız onu düzeltelim; beni hapse atan hanedanlık değildi, ne de ben bu uğurda hapis yattım. Ben bir hırsın kurbanı oldum." Dedi çok net, suçlayıcı bir ifadeyle. Bu sözler Davut'un üstüne bir taş oturmasına ve pişmanlıkla gözlerini kaçırmasına sebep oldu. Burcu gülerek: "Bir polisin olay mahallinde elinde bıçakla bulduğu şüpheliyi tutuklaması bir hırs mıydı cidden? Hiç sanmıyorum..."
Zeynep kendinden emin: "Siz de söylediniz, bir şüpheliyi tutukladı, katili değil. Fevri, vicdanını susturarak aldığı karar onun katili değil kurbanı tutuklamasına sebep oldu. Bir polis için yanlış kişiyi yakalamasından daha utanç verici bir şey olabilir mi? Hiç sanmıyorum." Dedi, iğneleyici bir sesle. Donuk, duygularını özenle saklayan bakışlarını onlara dikerek: "İstediğiniz aramayı yapın ve gidin, bir daha gelmemek üzere." Deyip kapıyı açtı. Burcu içeri anında damladı ama Davut olduğu yerde kaldı. Zeynep alaycı gülerek: "Davut bey, siz bu fırsatları kaçırmazdınız hiç? Buyurun siz de girin..." dedi ama Davut utançla başını salladı: "Böyle bir şey yapmayacağımı biliyorsun."
Zeynep anlamlı bakışlarla gülümsedi: "İnanın bilmiyorum." Deyip gitti. Davut kapıya yaslanıp içeriye bakarken bu saçmalığın bir an önce bitmesini diledi. Burcu önce üst katlardan başlamak için yukarı fırladı. Zeynep ise oturma odasına geçip sabırla bu çirkin muamelenin bitmesini bekledi. Davut, çökük omuzlarla içeri baktığı sırada, girişteki sehpanın üstünde günlüğe benzer bir defter gördü. Daha yakından görmek için eve bir adım attı, ama bu yaptığından utanıp anında geri döndü. O sırada Zeynep'in bugünkü ani duygusallaşması, kırgın ve kızgın bakışları geldi gözünün önüne. Kendi sinirinin bozulduğunu söylese de, tek sinir bozukluğu olamazdı, müdahale edilebilecek küçük bir yangın onu bu kadar değiştirebilir miydi? Bugünün öncesine kadar soğuk, mesafeli, ciddi Zeynep bugün adeta ürkek, kırgın, dokunsan yıkılacak hassas bir camdı. Bu defter günlüğüyse eğer, ona dair birçok şeyi öğrenebilirdi. Bu düşünceyle fırladığı gibi defteri kapıp ceketinin gözüne sakladı. Bu yaptığından deli gibi utansa da, utanacak daha kötü, telafi edilmesi gereken şeyler yaptığını düşünerek diğer suçunu hafifletti.