Kadın dediğin, işte böyle bir varl ık. Kanlı canlı bir aşk, diri bir
sevgi, hiç bitmeyen bir ilgi ve eşi için her zaman çok önemli ve
değerl i olduğunu hissetmek istiyor. Başka türlü kadınlar için ha-
yat çeki lmiyor. Anlamsızlaşıyor. Bu uğurda ölümü göze alan pek
çok kadın tanıyorum. Armağan da işte onlardan biriydi. ..
" Eşim bunu bile yapmadı, bana doğru dürüst kızmadı bile"
d iye ağl ıyordu Armağa n. Hani köyden gelen hastarnın bana,
" Kocam beni artık dövmüyor b i l e . . . " demesi gibi. O da öldür-
müyer bile diyordu sanki.
Sevgisizl ik demek ki kadın ruhunda ölümle eşit!
"Sonunda bir gün, biraz da Hayri'den aldığım güçle isyan
ettim kocama. Bunu belki de ilk kez yapıyordum. 'Neden eve
zamanında gelmiyorsun, gittiğin yerlere beni de götürmüyor-
sun, benimle ilgilenmiyorsun?' dedim."
isyanı da bu kadar. Başka bir kadın olsa böyle yaptığı için evi
başına yıkar adamın. Nalan da Hayri'nin eşi gibi fazla hanım ha-
n ımcık biri gal iba ...
"Eşim çok kızdı bana, 'Senin sürdüğün sefayı sürmek için
kadınlar can atıyor. Sahip olduğun şeylerin kıymetini bil.
Sonra çok ararsın bunları' dedi. Çok kötü oldum. Daha ön-
ce de yapmıştı böyle şeyler. Her seferinde bana kızmak için
bir bahane bulurdu. Oysa ben ona iyi bir eş olabilmek için
elimden ne geliyorsa yapıyordum. Sadece yapmam gereken-
leri değil, Sedat'a kendimi sevdirebilmek için aklıma ne ge-
lirse yapıyor, ona çok yakın davranıyor, ufak tefek sürpriz-
lerle karşısına çıkıyor, onu güldürmeye çalışıyordum. Demek
bunca emek boşa gidiyordu. Bu adam, yani kocam hiç değiş-
meyecek, beni sevmeye, beni anlamaya hiç uğraşmayacak-
tı. Belki de hayatında başka bir kadın vardı. Beni değil, onu
sevmişti. Sürekli geç gelmeler, hafta sonu bile bir bahaneyle73
evden çıkmalar filan hep aklıma kötü şeyler getiriyordu. Bel-
ki o da benden kurtulmak istiyordu. Sedat gibi biri için yeni
bir eş, yeni bir sevgili bulmak çok kolaydı. O ne de olsa Rafet
Koroğlu'nun oğluydu. Ancak benim böyle bir lüksüm yoktu.
Tek sermayem elimdeki diplomaydı. Kendimi köşeye sıkış-
mış bir kedi gibi hissettim. Ya bütün öfkemle Sedat'ın üzeri-
ne atıayacak ya da oradan kaçmanın bir yolunu bulacaktım.
Ama o gece bütün ümitlerim kırılmıştı. Bu muhteşem konak-
ta zavallı bir mahkumdum ben. İnsanın içi karanlık olun-
ca en pırıltı ışıklar bile o karanlığı aydınlatamıyor. Kona-
ğın denize bakan penceresinin önüne oturmuş, benim ruhum
kadar karanlık denize, Hayri gibi bana uzaktan göz kırpan
rengarenk ışıklara bakıyordum. 'Keşke küçücük bir kulübede
olsam ama yanımda Hayri de olsa, ne kadar mutlu olurdum'
diye hayıflanıyordum."
Ne güzel anlatıyor. Peri padişahının, sarayın zindanına kapa-
tı lıp onu kurtarması için beyaz atlı prensini bekleyen kızı gibi. ..
Ben böyle hikayeleri hep masallarda dinledim. Küçükkan ba-
na pek çok masa l a nlattı lar ama gerçeğini görmedim. Bu kadı-
nın anlattıkları sah iden de gerçek mi acaba?
Prenses deyince aklıma ünlü ingiliz Prensesi Diana geliyor. Ma-
sallardan fırlamış gibi güzel ama yine masallardaki kızlar kadar hü-
zünlü bir prensesti o. Kocası veliaht Prens Charles'ta aradığını bu-
lamamış, ingi ltere sarayına ve geleneklerine ters düşecek ne var-
sa yapmış, adı türlü aşk dedikoduianna karışmış, yoksulu başında
taşımış, AIDS hastalarını öpecek cesareti göstermiş ve sonunda
genç yaşta sırlarıyla birlikte çekip gitmişti bu dünyadan.
Kendini bütün dünyaya sevdirmeyi başarmış ve hatta kalple-
rin prensesi de olmuş olsa kendini kocasına sevdirememişti . �u
da onu genç yaşta bu dünyadan kopardı aldı. Demek ki prenses
de olsan, insansın işte. Duyguların, duygusa l i htiyaçların değiş-
miyor ki. ..Nalan onu hatırlatıyor bana. O da koca bir holdingin veliah-
tıyla evl iymiş ve bunca lüks, bunca ihtişam onu mutlu etmeye
yetmemiş.
''Yine de eski günlere göre çok mutlu, heyecanlı hissedi-
yordum kendimi. Hayri'yle bir gelecek hiç düşünmüyordum.
Onunla beraber olmak demek, eşimi aldatmak demekti. Ben
bunu göze alacak, bunu içine sindirebilecek yapıda biri deği-
lim. Olarnam ki zaten. Kodlarım farklı benim."
Kodlarım farkl ı ne demek acaba? Hem öyle d iyor ama hem
de bambaşka şeyler yapıyor. Bir anlasam!
"Bendeki bu farkı önce Muzo gördü."
''Muzo kimdi?"
"Kayınbiraderim. Yani Suat'ın ikizi. Suat oldukça iri bir ço-
cukmuş, Muzo yani Muzaffer ana karnında onun altında ezil-
miş kalmış. Doğumdan sonra pek çok ameliyat yapılmış ama
sırtındaki kamburu yok edememişler. Farklı biridir Muzo."
"Siz ona Muzo mu derdiniz?''
"Hı hı ... Birbirimizi anlardık. ikimizin de kaderinde çakı-
şan bir şeyler vardı. Ne olduğunu konuşmasak da anlardık
birbirimizi. Hatta doğumdan sonra girdiğim o ağır depresyon-
da bile Muzo hep yanımda olmuş, benim yeniden şirkette ça-
lışmamı çok desteklemişti. Bir gün bana, 'Kaç gündür gözlerin
parlıyor. Bu ışığı bizim evde sana verecek kimse yok. Hayırdır
inşallah .. .' dedi. Don d um kaldım. Bir süre çok büyük bir suç
işlemiş gibi Muzo'nun yüzüne bakamadım. Oysa biz o zaman-
lar Hayri'yle henüz bir kere buluşmamış, karşılıklı konuşma-
mıştık bile. Ama yine de çok suçlu hissettim kendimi."
"Evlenince işten çıkmış mıydınız?''
"Çıktım, daha doğrusu aile çalışmaını istememiştİ o za-
man. 'Çalışıp da ne olacak, otur evinde, keyfine bak' dediler."75
"Siz ne dediniz?"
"İtiraz etmek aklıma bile gelmedi o zamanlar. Bunu çok
doğal kabul ettim ama yine de çalışmaya, faydalı bir şeyler
yapmaya programlı olduğum için bir süre bu yeni hayatıma
adapte olamadım. Her gün derneklere, onların düzenledi-
ği yemeklere, defilelere, seminerlere katıimam gerekiyordu.
Birbirinden şık hanımlar vardı etrafımda ve bana çok say-
gılı davranıyorlardı. Bu saygının aslında bana değil, Rafet
Koroğlu'na gösterildiğinin farkındaydım ama yine de güzel-
di. Zaten oralara hep Gülümser Hanım'la giderdik. O bayılır-
dı oralara gitmeye. Beni de giydirir, kuşatırlar, bazen Sedat,
bazen de kayınvalidemin göz muayenesinden geçerek çıkar-
dım evden. Hamilelik ve sonra yaşanan acılardan sonra bir
süre evden çıkmadım. Düzelince de çalışma konusunda ısrar-
cı oldum. Beni en çok Muzo destekledi. Sedat hiç istemedi ça-
lışmamı. Sonunda tüm aile geçirdiğim ağır depresyon nede-
niyle buna razı oldular. Zaten Hayri'yle olan ilişkimiz de o
sıralar başladı. Hayri şirkette benim her şeyimden sorumlu
olan kişiydi. Nereye gideceksem beni götürür, kapıda bekler,
etrafımda kuş uçurtmazdı ve sonra geri getirirdi."
"Şoforünüz müydü yani?"
Bu sözler onu incitiyor. Hayri'den böyle bahsedilmesinden
rahatsız oluyor. Bu soruyu başka türlü nasıl sorabilirdim ona?
"Pek sayılmaz. Korurnam gibiydi."
"Neden, aile neden böyle bir şeye ihtiyaç duydu?''
"O sıralar şirket adına onlan endişelendiren bir şeyler ol-
muş. Sadece ben değil, hepimiz koruma altındaydık. Benim
şansıma da Hayri düştü. Kısmet işte ... "
Ben tesadüfiere inanmam, hayatın her zaman bir bildiği var-
dır derim ama bunu pek yorumlayamadım.76
"N alan Hanım, yerine göre her şeye boyun eğen, yerine
göre hayata en olmadık yerde isyan eden bir yapınız var ... "
"Ben isyan etmedim hayata. Keşke etseymişim ... "
Isyan etse ne yapacaktı acaba?
"O ara zaten üst üste kayıplar yaşadım. Önce babamı, son-
ra da annemi kaybettim. Biraz da bu acılar çalışınam konu-
sunda onlara evet dedirtti. Oyalansın filan dediler herhalde ... "
"Kendi ailenizden hiç söz etmediniz."
Birden değişiyor yüzü. Içeri girdiği anda yüzünde hemen fark
ettiğim korku, bütün haşmetiyle yine oturuyor yüzüne. Henüz
bilmediğim çok şey var galiba. Hemen değiştiriyerum konuyu.
"Zor günler üst üste gelmiş anlaşılan."
"Zor günler hiç bitmedi ki benim hayatımda. Bir tek
Hayri'yle yaşadığım o yedi yıl var ya, dıştan bakınca çok zor
görünse de hayatımın en mutlu yedi yılıydı. Şimdi sanki her
şey bitmiş gibi konuşmak yüreğimi sızlatıyor. Bu acıyı size
nasıl anlatsam bilmem ki. . ."
"Anlamaya çalışıyorum sizi ama pek de kolay olmuyor. Sı-
ra dışı bir şeyler var sizde."
Yine korktu. Şimdi onu korkutacak ne söyledim!?
"Yapmayın ne olur! Buraya zaten çok korkarak geldim
ben."
"Daha önce de psikiyatriste gitmişsiniz. Doğumdan sonra
geçirdiğiniz depresyon için."
"Evet, gittim. Hastaydım ve gittim. O da beni iyileştirdi."
"Şimdi nasıl bir fark görüyorsunuz?''
"Buraya öncelikle kendim gelmedim, zorla getirildim. Ayrı77
ca şu anda hasta değilim. Dertliyim, acı çekiyorum. Öyle çaresi-
ziın ki ... Siz de beni anlamazaanız hiç çıkış yoluro kalmayacak."
Haklı mı acaba? Ama beni diken üstünde yürütüyor. Sorula-
rıma cevap alamıyorum. Benim hemen bir çare bulmamı istiyor.
Onun çare dediği H ayri 'yi geri getirmek. Başka bir seçenek ta-
nımıyor.
Bizim ülkemizde mutsuz olduğu ha lde eşinden ayrı lmaya ce-
saret edemeyen mi lyonlarca kadın var. Karşımda oturan bu genç
kadın·dıştan bakınca hiç de öyle cesur birine benzemiyor ama
pek çok kadının yapamadığını yapmış. H ayatıyla ilgili çok cesur
ama bir o kadar da riskli bir karar almış. Çok saf, çok narin ve kı-
rılgan bir kişi liği var. Buna rağmen bunların a ltından nasıl kal ktı
acaba? Onunla ilgili her şeyi öğrenmeden bu soruya cevap ve-
remiyorum. Onunsa konuşmak istediği tek konu var, o da H ayri .
Bakalım bu işin içinden nasıl çıkacağız.
"Nalan Hanım, sizi bir tek bu konuda çok iyi anlıyorum.
Ne kadar acı çektiğinizin farkındayım. Hayri'yle ilişkinizin
başladığı günleri anlatıyordunuz."
"Evet, çok heyecanlı günlerdi ve Hayri benim kafaını çok
kanştırmıştı. Onun sayesinde nihayet kendimi, kendi haya-
tımı gözden geçirmeyi öğrenmiştim. O güne kadar hayat ben-
den ne istiyorsa onu yapmış, özellikle aileme hiç itiraz etme-
miştim. Giderek onun bana olan aşkı, beni az da olsa kendi-
me getirdi. Demek ben de sevilebiliyormuşum dedim. Sevildi-
ğimi hlasettikçe ruhuma sanki kapı aralığından ışık sızmaya
başladı. Ve ruhum aydınlandıkça bende de ona karşı bir aşk,
bir sevgi başladı. Aşık olmak meğer ne güzel bir şeymiş. Beni
o kadar çok sevdi ki, böyle bir adama aşık olunmaz mı?"
H afif bir gülümseme yayıl ıyor yüzüme. Asl ında aşkların ço-
ğu kaynağını işte bundan alır. Sevi lmeyi sever insanlar. Böylece78
kendi seçtiklerine değil, onları sevme cesaretini gösterene aşık
olurlar. Eğer onu Hayri değil de eşi böyle sevseydi, Nalan o za-
man da eşine aşık olurdu.
Bu gerçeği ilk gördüğüm zamanlar kendi hayatımı fena halde
gözden geçirmiş ve ilk aşkımın benim için tam da böyle bir şey
olduğunu görmek içimi sızlatmıştı .
"Onunla ilk buluştuğumuz gün, evliliğim bitmişti benim
için. Eşini bir başkasıyla aldatacak mizaçta biri değilim ben.
Hemen o akşam eşime ayrılmak istediğimi ve bunda çok ka-
rarlı olduğumu söyledim. Eşim beni hiç ciddiye almadı. Hat-
ta bıyık altından güldü bu sözlerime. Bazı şeylerin kıymetini
bil, otur oturduğun yerde diyerek gidip yattı. O zaman onun
bu tepkisiz haline, hatta benimle hafiften dalga geçişine çok
içerledim. Sen beni ne zannediyorsun demiştim İçimden. İn-
san böyle diyen bir kadını alır karşısına konuşur. Hesap so-
rar. Aynimak bu kadar mı basit! Ne oldu, neye kızdın, ben
neyi eksik ettim diye sormaz mı insan? Eliyle, bunlar boş iş-
ler, der gibi bir işaret yapıp, ağzım çarpıtarak gidip yattı. Be-
nim ne kadar ciddi olduğumu bile fark etmedi. Samrım o ge-
ce bile bebek gibi uyudu. Bana bu gücü Hayri'nin verdiğini
sonradan fark ettim."
" Kulakların çınlasın Armağan " diyorum içimden . " Bak, böyle
düşünen tek kadın sen değilmişsin. Şimdi nerelerdesin, kiminle-
sin, artık mutlu musun acaba?"
"Bazı şeylerin kıymetini bil derken maddi manevi güçlü
bir aile olmalarım ima ediyor galiba."
''Tabii ki onu söylüyor çünkü Sedat onlarla ayakta duran
biri. Sedat'ın bugün malım mülkünü elinden alıverseniz, sap
gibi kalır ortada çünkü kendine ait hiçbir değere sahip değil.
Arkadaşl arı bile tammaz onu. Çalışayım dese, elinden iş de79
gelmez. Masaya yemek koysanız uzanıp almayı bilmez. Ba-
bası ona kızmakta çok haklı ama onu biz böyle yetiştirdik di-
yen yok. Suçun büyüğü onların. Rafet Bey ve Suat gece yarı-
larına kadar çalışırken Sedat beyefendi bu akşamı nerede ge-
çireceğinin derdinde. Öyle sağa sola hava atarak nereye ka-
dar ayakta kalır, nereye kadar mutlu olur insan."
Bunu inanarak mı söylüyor acaba? Son yıllarda bunları insan-
lardan pek duymuyorum a rtık. Saf gibi görü nüyor ama olmadık
yerde, olmadık analizler yapıyor. Sonra da öyle bir ihtişamı bıra-
kıp Hayri gibi birine gidiyor. Bunlar sadece fi lmlerde olur sanı-
yordum.
Fakir delikanlıyla zengin kızın aşkı ...
Iyi ama Nalan zengin mi? Eğer o da zengin deği lse, hikaye
iyice i lginç hale gelecek. Ben bile yok, diyeceğim. Bu kada rı da
olmaz ...
"İşte Hayri'ye aşık olmaya başladığım o ilk günler' o güne
kadar hiç tanımadığım bir şeyler hissetmeye başladım. Ben
korkak, sinik bir kızdım. Yavaş yavaş güçlendiğimi gördüm.
Düşünebiliyor musunuz, bu aşk beni kendime getirdi. Güç-
lendirdi. Daha önce hiç aşık olmamışım demek ki . . . Aşk muh-
teşem bir duyguymuş."
"Aşk çok güçlü bir heyecandır, hem derin hem çok yüksek
bir duygu yumağıdır. İnsanın yaşama sevincini, enerjisini ar-
tıran, gözlerini parlatan, güzelleştiren, sağlık kazandıran ve
en önemlisi onu mutlu eden bir duygudur. Tıpta hastalıkla-
n iki gruba ayırır doktorlar; akut ve kronik diye. Akut hasta-
lıklar ani başlar ve riski yüksektir. Kronik hastalıklar yavaş
başlar, sonra da uzar gider. Aşk akut bir hastalıktır. Ani baş-
lar ve çok gürültülü seyreder. Tansiyon yükselir, kalp hızla-
nır, nefes alış verişler sıklaşır, yanaklar pembeleşir, vücut
ısınır. Böyle akut bir duruma insanoğlu bir ömür nasıl da79
gelmez. Masaya yemek koysanız uzanıp almayı bilmez. Ba-
bası ona kızmakta çok haklı ama onu biz böyle yetiştirdik di-
yen yok. Suçun büyüğü onların. Rafet Bey ve Suat gece yarı-
larına kadar çalışırken Sedat beyefendi bu akşamı nerede ge-
çireceğinin derdinde. Öyle sağa sola hava atarak nereye ka-
dar ayakta kalır, nereye kadar mutlu olur insan."
Bunu inanarak mı söylüyor acaba? Son yıllarda bunları insan-
lardan pek duymuyorum a rtık. Saf gibi görü nüyor ama olmadık
yerde, olmadık analizler yapıyor. Sonra da öyle bir ihtişamı bıra-
kıp Hayri gibi birine gidiyor. Bunlar sadece fi lmlerde olur sanı-
yordum.
Fakir delikanlıyla zengin kızın aşkı ...
Iyi ama Nalan zengin mi? Eğer o da zengin deği lse, hikaye
iyice i lginç hale gelecek. Ben bile yok, diyeceğim. Bu kada rı da
olmaz ...
"İşte Hayri'ye aşık olmaya başladığım o ilk günler' o güne
kadar hiç tanımadığım bir şeyler hissetmeye başladım. Ben
korkak, sinik bir kızdım. Yavaş yavaş güçlendiğimi gördüm.
Düşünebiliyor musunuz, bu aşk beni kendime getirdi. Güç-
lendirdi. Daha önce hiç aşık olmamışım demek ki . . . Aşk muh-
teşem bir duyguymuş."
"Aşk çok güçlü bir heyecandır, hem derin hem çok yüksek
bir duygu yumağıdır. İnsanın yaşama sevincini, enerjisini ar-
tıran, gözlerini parlatan, güzelleştiren, sağlık kazandıran ve
en önemlisi onu mutlu eden bir duygudur. Tıpta hastalıkla-
n iki gruba ayırır doktorlar; akut ve kronik diye. Akut hasta-
lıklar ani başlar ve riski yüksektir. Kronik hastalıklar yavaş
başlar, sonra da uzar gider. Aşk akut bir hastalıktır. Ani baş-
lar ve çok gürültülü seyreder. Tansiyon yükselir, kalp hızla-
nır, nefes alış verişler sıklaşır, yanaklar pembeleşir, vücut
ısınır. Böyle akut bir duruma insanoğlu bir ömür nasıl da80
yansın? Böyle bir heyecan yıllar boyu sürecek olsa, kalbimiz
ne çok zarar görürdü bu durumdan. İnsan, her duruma uya-
cak şekilde yaratılmıştır. Yani uzun lafın kısası zamanla bu
duruma beden ve ruh uyum sağlar ve aşık olunan kişi kar-
şısında duyulan eski heyecanlar yavaş yavaş kaybolur. Ve
aşk kronikleşir ... Kronikleşince de aşk olmaktan çıkar sevgi-
ye, güvene, huzura ve alışkanlığa dönüşür. Mutluluk da akut
bir durumdur. Bir ömür boyu mutlu olamaz insanlar. Mutlu-
luk bir kuştur, insaniann omzuna bir konar, bir kalkar. Ba-
zı insanlar çok sever bu kuşu ve onu sık sık davet eder omuz-
lanna. Bazılan ise bir konup bir kalkan bu kuşa kızar, 'Ma-
dem sürekli değilsin git; ben omzumda sürekli duran bir kuş
istiyorum. Kara olsun, kuru olsun ama hiç kalkmasın benim
omzumdan' derler. Onlann omzuna konan kara kuru kuşlar,
ölene kadar orada durur. Buraya gelenlerin çoğunun omzun-
da o kara kuşlar vardır. Kimi bir an önce ondan kurtulabil-
mek için benden yardım isterken, kiminin ödü kopar, o kara
kuru kuş uçacak diye. Çünkü o kuş artık o kişilerin bedeni-
nin bir parçası haline gelmiştir. Uçar giderse kendilerini çıp-
lak kalmış gibi hisseder, keder olmazsa, ne için, ne uğruna
yaşayacaklarını bilemez, bomboş kalıverirler ... "
"
İşte ben de Hayri'yi kaybedeceğimi düşündükçe tam ola-
rak öyle, bomboş hissediyorum kendimi. O zamanlar Hayri'yi
o kadar sevdim, o kadar bağlandım ki, zaten başka türlü bu
karan asla alamazdım ama şimdi gidiyor."
"Giderken size verdiği bu gücü de alıp götürmeyecek in-
şallah."
"Maalesef götürecek çünkü bana bu gücü sadece o verdi. O
yanımda olduğu sürece beni ayakta tutan bir güçtü bu. O gi-
dince ben yine eski Nalan olacağım."
Ah be Nalan, bence de götüreceğe benziyor. Yedi yılda on-
lar hala senin olmadıysa, yandın .81
"Şimdi içinde bulunduğunuz koşullar nedeniyle böyle dü-
şünüyor olabilir misiniz?''
inanmaz gözlerle bakıyor bana. Mimikleri, ses tonu, karşım-
da dimdik oturuşu, utangaç, korkak ve mahzun bakışları hiç kırk
beş yaşında bir kadınınki lere benzemiyor. Sanki genç, çok genç
bir kız var onun içinde. Nefes almak üzere durduğunda, dudak-
larını hafifçe büzerek öne doğru uzatıyor. Bu da çocuklarda sık
görü len bir mimiktir. Duyguları sürekl i değişiyor. Bazen öfke, ba-
zen keder, bazen de ümitsizl ik görüyorum gözlerinde. Ama yü-
züne yerleşen korku hiç bırakmıyor onu. Diğerlerini aniayabil iyo-
rum da, bu korku neyin nesi? H ayri 'den ayrı lmak onu gerçekten
de bu kadar korkutuyer olabilir mi?
Yedi yıldır onun yüreğinde hiç azalmayan bir aşkı kaybetmek
de kolay değil hani. Kadınlar hep aşk sonsuz olsun isterler. Oysa
aşk, her zaman sonsuzluğa özense de bir fırtına gibi, bir kez du-
rulunca bir daha kolay kolay derinleşemeyen bir tutkudur.
Nalan hayatı boyunca sadece bu aşk sayesinde kendisiyle
barışabi Imiş, kendi gözünde önemli bir yere gelebi Imiş. Şimdi
sadece Hayri'yi kaybetmekten değil, kendi gözünden düşmek-
ten de korkuyor.
Zaten onda hep çocuksu bir safl ık ve durulukla birlikte, çok
genç bir kadında bulunan tuhaf bir ruh hali var. Ne çocuk, ne de
yetişkin ... ya da ikisi birden.
"İnşallah öyledir."
"Eşinizden nasıl ayrıldığımzı anlatıyordunuz."
"Ha, evet. Sonraki günler Sedat, ne yapıyor bu acaba di-
ye beni yan gözle izlemekle yetindi. Oysa ben artık onunla
bütün iletişimimi kesmiş, kendime bir düzen kurmaya çalı-
şıyordum. Evde bu konuyu bir tek Muzo'ya açtım. Muzo beni
dinler her zaman. Önce itiraz edecek oldu, yapma dedi, sonra
ben anlattıkça o da ikna oldu. Mutlu olacaksan ben arkanda82
yım dedi. Sedat'a sitem bile etmiyor, tıpkı bir zamanlar onun
bana yaptığı gibi ben de onu yok sayıyordum. O zaman bile
benimle konuşmayı gururuna yediremedi. O kılını bile kıpır-
datmadan benim kayıtsız şartsız onu sevmemi, ona bağlı ol-
mamı bekliyordu galiba. Ne tuhaf değil mi?"
"Evet, gerçekten çok tuhaf! Erkekler bu asılsız güveni ne-
reden buluyorlar acaba? Ancak ben aşağı yukan Sedat'ın na-
sıl biri olduğunu tahmin ediyorum. Sedat'la ilişkiniz zaten
baştan beri bir kadın ile bir erkek arasında kurulan bir iliş-
kiden çok, sizin gibi ürkek, çekingen, bir kadın ile yine aynı
özellikleri taşıyan üstelik bir kadının karşısında kendini tam
bir erkek gibi hissedemeyen, içinde bir çocuğun ruhunu taşı-
yan iki kişi arasındaki ilişki gibiymiş. Böyle erkekler bir ka-
dına nasıl davranacağını bilmez. Hep kadından bekler. Öyle
görmüş, öyle alışmıştır."
"Haklısınız. Annesi onu kötü alıştırmış."
"Siz de bunu yapamayınca ilişki kısa sürede kopmuş. Üs-
telik sahip olduğu her şeyi ona babası vermiş. Siz de yakı-
şıklı, maddi imkanlan çok geniş bu gence önceleri hayranlık
duymuş, ona kendinizi sevdirmeye çalışmış ama karşılık ala-
mamışsınız."
"Alamadım, ne kadar uğraşsam da alamadım."
"Neden biliyor musunuz? Çünkü Sedat gibi erkekler sa-
dece sevilmeyi, korunmayı, kollanmayı bilir. Bunlara karşı-
lık vermeyi bilmez. Sizin ona gösterdiğiniz ilgi ona çok doğal
gelmiştir. Zamanında annesi de öyle yapmış. Onu karşılıksız
sevmiş ve tepesine çıkarmış. Ama inanın bana Sedat da ya-
ralı bir çocuk. Siz ona ayrılıyoruro dediğinizde kim bilir nasıl
bir hayal kırıklığı yaşadı."
"Hiç de öyle görünmüyordu."
"Sizi geri alabilmek için mücadele bile etmemiş çünkü o
zaten oyunu baştan kaybetmiş. Babası tarafından beğenil-
memiş, değer verilmemiş, hatta aşağılanmış."83
"Öyle. Kayınpederim bunu açıkça söylemekten hiç vaz-
geçmedi."
''Yani babası tarafından pas geçilen çocuk ... Oysa eminim
ilk yıllar babası onu çok seviyordu ama sonra Sedat'ta ara-
dığını bulamayınca ondan vazgeçti. Yani Sedat terk edildi.
Onun zihJ!ine bu şöyle kazınmıştır: 'Beni sevenler bir süre
sonra beni nasıl olsa terk ederler."'
''Yani benim onu terk etmemi zaten bekliyor muydu?"
"Beklemese bile buna hiç hayret etmemiştir."
"Etmedi zaten. Her zaman önemli olan kendi dertleri,
kendi sorunlanydı. Hamile olduğum o zor günlerde bile bana
doğru dürüst ne sevgi gösterdi, ne de şefkat. Onun en önemli
gündemi her zaman o gün ne yiyeceği, nerede yiyeceği ya da
ne giyeceğiydi. En hayret ettiğim şeylerden biri de Sedat be-
ni bir gün olsun başka erkeklerden kıskanmadı. Kıskanmak
için değer vermek gerek. Bunları da Hayri'yi tanıdıktan son-
ra öğrendim."
"Sedat sizin gibi bir kadını çok kolay kaybetmiş Nalan
Hanım. Böyle yaptığını sonradan anlamıştır ama ne fayda."
"Anlamış mıdır?''
"Erkek, ilkel toplumlarda kadından çok daha değerliydi.
Kadın, sadece kendisi için değil, doğurduğu çocuğun hayatta
kalabilmesi için de erkeğe muhtaçtı. Bu durum kim bilir kaç
bin yıl devam etti ve beyinierimize erkeğin üstünlüğü adeta
kazındı. Şimdi belki de sadece son bir yüz yıldır kadın gücü-
nü önce kendi fark etti, sonra da hayata geçirdi. Zamanla bu
da kazmacak beyinierimize ama daha erken ve erken oldu-
ğu kadar da gerçek. Bunu bir an önce fark edebilen erkekler
için mutluluğu yakalamak çok daha kolay olacak gibi geliyor
bana. Bu gerçeği reddetmek ise kadınlar kadar erkeklere de
çok şeyler kaybettirecek. Sedat Bey'de de öyle olmuş. Sizin
gibi bir kadını çok kolay kaybetmiş."84
Benim övgü dolu sözlerim bile yüzünün kızarmasına neden
oluyor. Utanıyor. Dedim ya, o adeta on sekiz yaşında bir genç kız!
"Ama ben kararımı aileye açıklayıp evi terk edince işin
ciddiyetini anladı. Yıllardır yüzüme bile bakmayan kocam
bir anda bambaşka biri oldu. Bu işler öyle oturup uzun uzun
konuşmadan olmazmış. Ben aslında ona olan öfkem yüzün-
den böyle bir karar alıyormuşum, göstermese de o benden ay-
rılmak istemiyormuş, falan filan işte ... "
"Sahi söyledi mi bunları?''
"Hem de nasıl, kaç kere ... Ama bunu yapmakta çok geç
kalmıştı."
"Siz ne yaptınız?''
"Onu dinlernedim bile. Aile de çok ısrar etti, nasihat etti,
yapma dedi. Onları kırmak istemiyordum. Önce derdimi an-
latmaya çalıştım, anlamadılar. Ne de olsa Sedat onlann oğlu.
Kayınpederim devreye girdi. O beni sever ama parayı benden
çok sever. Önce yapma filan diye nasihat etti, sonra böyle ya-
parak onlardan mal mülk koparamayacağımı söyledi."
"Siz ne dediniz?"
"Ben nafaka bile istemiyorum deyince önce inanmadı.
Sonra gözleri doldu. Uzun uzun konuştuk onunla."
"Hayri'yi biliyorlar mıydı?''
"Hayır, hiçbiri bilmiyordu. O zamana kadar Hayri'yle ben
sadece bir kere baş başa buluşmuştuk. Zaten hemen o gece
de kocama ayrılacağıını bildirmiştim."
"Rafet Bey'le ne konuştunuz?''
"Etrafa pek göstermese de duygusal biri o. Sedat'ın sevgi-
sizliğini anlattım ona. Çok üzüldü, 'Ah Sarı Gelinim ah' de-
di ve Sedat'a yine ağzına geleni söyledi. Ama aslında bir yan-
dan da benim yeniden bir çocuk doğurmaya niyetim olmadı-
ğını anlayınca aile bu boşanmaya göz yumdu. Başka türlü
ben Sedat'tan aynlamazdım."Bunda haklı galiba. Yine medyadan duyduğuma göre aile bu
boşanma konusunu çabucak kapattı ve Sedat'ı da hemen yen i-
den evlendi rdi ler. Sonu nda istedikleri oldu ve Sedat' ın yeni eşi
üst üste iki oğlan doğurdu.
"Sonunda kapıyı vurup çıktım. Bir daha da arkama dönüp
bakmadım. Böylece o iş kapandı ve bir süre sonra anlaşma-
lı olarak resmen boşandık. Onlar ilk günler benim gözümün
parada olmadığına bir türlü inanmadılar. Ama yine de kaç
kere avukatlar geldi kapıya. Bir şey istemiyorum desem de
bana sürekli bir şeyler imzalattılar. Sonunda dediğimi yap-
tım. Hiçbir talebim olmadan rızamla boşandım Sedat'tan.
Yani kıymetini bil dediği her şeyi ona iade ettim."
"Hiç kararsızlık yaşamadınız mı?"
"Hiç!"
"Vay canına" d iyorum içimden . " Çocuk ruhlu fi lan ama pek
çok kişinin yapamayacağı kadar da mert ve dürüst davranmış. "
Demek tek kuruş almadan ayrılmış eşinden. Bu işte benim hala
çözemediğim karanlık bir şeyler var ama ne?
"Eşinizden ayrılırken çok cesur davranmışsınız. Kaç yıllık
evliydiniz?"
"Sekiz yıl kadar evli kaldık."
"Sizin kendi başına ayakta duracak maddi imkanlarınız
var mıydı?''
"Sadece babamdan bağlanan bir emekli maaşı ile yine ba-
bamdan kalan bir ev."
"Sahi mi? Onlann şirketinde çalışıyordunuz. Dolayısıyla
işinizden de ayrıldınız."
"Evet, hemen ayrıldım. Nasıl olsa kendime başka bir yer-
de iş bulurum diyordum ama Hayri razı olmadı."
"Neden?
"Hayri kıskanç bir erkek, beni kendi gözünden bile kıska-
nıyordu. İşe girmemden çok korktu. Sedat gibi bir eşten son-
ra böyle kıskanılmak çok hoşuma gitti. Yıllardır kırılan gu-
rurum okşandı. Kadın olduğumu, hatta güzel bir kadın oldu-
ğumu o zaman fark ettim."
Ah bu kadınlar ahhh ... Ne çok seviyoruz sevilmeyi , özel ol-
mayı, sevi ldiğimizi hep hissetmeyi . Bu durum fizik kanunları ka-
dar net ve kesin bir durum ve dünya döndükçe biz kadınlar bu
isteklerimizden, bu tutkularımızdan hiç vazgeçmeyeceğiz. Inşal-
lah Hayri kıskançlığın dozunu kaçırmamıştır çünkü bu işlerin so-
nu pek hayırlı olmaz.
"Ancak aynı evde yaşamaya başlayınca bu kıskançlıklar
hoşuma gitse de, bu uğurda pek çok şeyden vazgeçmem ge-
rekti. Her şeyden önce çalışınama izin vermeyince babamdan
kalan emekli maaşıyla geçinmek zorunda kaldım. Bir yan-
dan da bizim Sedat'la boşanmamız ve benim Hayri'yle bera-
ber olduğum bir anda sosyal ortamlarda bomba gibi patladı.
Hakkımızda söylemediklerini bırakmadılar. Beni adeta veba-
lıymışım gibi reddetti toplum. Birkaç yakın arkadaşım dışın-
da herkes benimle ilişkiyi kesti, hepsi Sedat'ın yanında yer
aldı. Böyle olunca adeta evden çıkmaya çekinir oldum."
"Zor olmuştur. Cezayı kişiler değil de toplum veriyorsa,
daha ağır olur katlanmak."
"Zor olmaz mı? Bir yandan Hayri, bir yandan toplum, beni
ev hapsine mahkum ettiler."
Ne kadar net ve dürüst anlatıyor. H içbir mazeretin arkasına
saklanmıyor Nalan. Neyse onu söylüyor. Bu kadın hiç yalan do-
lan bilmiyor.
"Ardından Hayri giyimime, kuşamıma da karışmaya başladı. Zaten ben pek açık saçık giyinmezdİm ama Hayri bu ko-
nuda çok baskı yaptı. Etek boyumdan giydiğim elbisenin ren-
gine kadar her şeye müdahale etti. Biraz canım sıkılsa da
hiçbirine itiraz etmedim. Ne istediyse öyle yaptım."
Böyle deyince üstündekilere bir kere daha di kkatle bakıyo-
rum. Zaten içeri girer girmez g iysi lerindeki tuhaflık dikkatimi
çekmişti . Demek bunlara bile Hayri karar veriyor.
"Bu üstümdekiler benim yıllar önce aldığım kıyafetler.
Ama öyle mutluydum ki, hiçbiri gözüme gelmedi. Yıllardır
aynı kıyafetleri giymeyi sever oldum. Sonra sıra, sayısı zaten
çok az kalan arkadaşlarıma geldi. Her birine bir kulp taktı
ve yavaş yavaş onlarla da ilişkilerim azaldı. Ondan habersiz
sokağa çıkmam da yasaklandı. Bari resim yapayım dedim.
Bir atölye buldum, arada bir oraya gidiyordum, bunu bile
pek hoş karşılamadı. Madem böyle bir yola çıkmıştım, öyley-
se onun kurallarına uymam gerekiyordu. Böylece hayatım-
da Hayri'den başka hiçbir şey kalmadı. Kuafore bile her iste-
diğimde gidemedim. Zaten maddi durumum da bozulmuştu,
babamın emekli maaşıyla geçinmek zor oluyordu. O zamana
kadar pek para sıkıntısı çekmemiştim. Hayatın pek çok zor-
luğunu, acısını biliyor ama yoksulluğu, parasızlığı tanımıyor-
dum. Zamanla onu da öğrendim. Ailemden kalan evde, ba-
bamdan aldığım maaşla idare etmeye çalıştım."
"Hayri size hiçbir maddi katkıda bulunmuyor mu?''
"Hayır, zaten ben böyle bir şeyi kabul edemem. Ayrıca
Hayri zengin bir adam değil, kazandığı para kendine ve aile-
sine ancak yetiyor. Hatta yetmiyor da babası destek oluyor."
"Büyük bir özveride bulunmuşsunuz."
''Yine de mutluydum. Hayri her şeye değiyordu. Onu çok
seviyordum. Ama o ayrılamadı eşinden. Halbuki bana, eşiy-
le ilişkisinin yıllar önce bittiğini, sadece çocuklarının hatırına o evde oturduğunu söylüyordu. Ben zaten bir başkası-
nın yuvasını yıkmayı göze alacak biri değilim. Cahil bir ka-
dındı eşi. Hayri boşasa gidecek yeri de yoktu kadının. Vic-
danım sızladı. Israr etmedim. Durumu öylece kabul ettim.
Ama ilişkinin daha en başında bazı konularda pazarlık et-
tik Hayri'yle. Ben de onun eşiyle beraber olmasını istemiyor-
dum. Ben böyle söyleyince hep gülerdi bana. 'Sen çok ısrar
etsen bile ben onunla bir daha asla beraber olamam, o iş bi-
teli yıllar oldu' derdi. Yani dıştan göründüğü gibi, evli bir er-
keğin dul bir kadınla yaşadığı yasak bir ilişki değildi bizim-
kisi. İkimiz de her konuda birbirimize hep çok sadık davran-
dık. Toplum başka türlü değerlendirebilir ama öyle değildi
hiçbir şey. Biz onunla Tann katında karı kocaydık. İkimiz
de bunu biliyor, buna inanıyor ve birbirimize sonuna kadar
güveniyor, göz ucuyla bile bir başkasına bakmıyorduk. Hay-
ri her ne kadar geceleri eşiyle aynı evi paylaşsa da, ona as-
la dokunmuyordu. Zaten başka türlü olsa, bir kadın bunlan
hisseder değil mi Gülseren Hanım T'
" Bunca yıldır nası l bir hayal dünyasında yaşadın be Nalan?"
diyorum içimden. " Bu kadar saf olmadığını biraz önce gördüm.
Bu safl ık fi lan değil. Sen zeki bir kadınsın ama ne yaşamak isti-
yorsan ona inanmayı tercih etmişsin."
Bu konuda da Nalan yalnız sayı l maz. Diyorum ya, en büyük
fi lozoflar, en ünlü bilim adamları bile uzayı çözmüşler de, bu ka-
dın denen va rl ığın ne menem bir şey olduğunu anlayamamış-
lar. Şimdi onun bana anlattıklarını bir başkası ona anlatsa, bu bil-
meceyi şıp diye çözer. Ama o çözmek değil, her şeyi kendi gör-
düğü, kendi h issettiği gibi yaşamak istiyor. Yanlış mı dersen iz,
bi lemedim. Çözüp de ne olacaktı . Yı l la rdır kendi yarattığı haya l
dünyasında mis gibi yaşamış.
Bir yanı anlattığı hikayeye sonuna kadar inanmak istiyor ama
bir yanı, bütün bunlardan o kadar da emin değil. Benden onaybekliyor. Kadınlar böyledir işte. Bir yanlarıyla şeytanın arka baca-
ğı, bir yanlarıyla dupduru bir su ...
Bazı şeyleri kadı nların hissettiği doğru ama bunlar sadece is-
tenirse hissedilebi lir. insanın kendine bu izni vermesi de gal iba
biraz cesaret gerektiriyor.
Ona cevap vermek yerine hafifçe gülümsayerek başımı salla-
makla yetin iyorum.
"Şimdiye kadar benim güvenimi sarsacak hiçbir şey yap-
madı. Bana her zaman çok saygılıdır. Çok duygusal, bazen
öfkeli, bazen de hüzünlü bir adamdır Hayri."
"Eğitim durumu nedir Hayri Bey'in?"'
''Meslek lisesinden mezun. Elektrikçi. Küçük bir dükkanı
ve yanında çalışan üç dört elemanı var. Ayrıca Rafet Bey'in
yaptığı inşaatların elektrik düzenini kuruyordu o zamanlar.
Sonradan bir yandan o işe devam etti, bir yandan da bana
bekçilik yaptı."
Yine utangaç bir ifade yayı l ıyor yüzüne. Sevgilisinin kendisin-
den daha az eğitimli olmasından mı utanıyor, yoksa benim so-
rularıma verdiği cevapları kendi kulaklarıyla duydukça, bazı ger-
çekleri yen iden mi keşfediyor? Onu dinledikçe anl ıyoru m ki,
kendine has kuralları var bu kadının. Eşini ne uğruna olursa ol-
sun a ldatmamış. Her şeyi göze almış ve duygula rını hayata ge-
çirmenin bedelini ödemiş.
Aşı kken ka lbiyle görür kadınlar. Tutku dindikten, aşk şa ra-
bı kana kana içi ldikten sonra sıra kendini güvence altına a lma-
ya gel ir. Işte o zaman kadınların zekaları adeta zalimleşir; acıma-
sız olurlar. Nalan bunu da yapmamış. Aşktan, sevgiden başka bir
şey istememiş hayattan.
Belki aşk değil ama i l işki çoğu zaman sınıfsaldır. Her enge-
li aşan, bir anda duvarları yıkan aşk, sürekli bir ilişkiye, d üzen-
li bir beraberl iğe dönüşünce bütün kültürel duvarlar, bir zamanlar göze görünmeyen sınırlar olanca katı lığıyla ortaya çıkıverir.
Natan'da bunların hiçbiri olmamış. Tam tersine bütün ka lbi ve
sadakatiyle aşkına sahip çıkmış.
Asl ında sandığımdan daha cesur bir kadın o. Günün birinde
pek de tanımadığı bir adama karşı bir şeyler hissetmiş ve bütün
hayatını bir anda değiştirebilecek kara rlar almış. Üstelik bir de
Rafet Koroğlu gibi zenginliğiyle ünlü bir adamın geliniyken yap-
mış bunları. Sevdiği adam hem evl i, hem kendinden yedi yaş
küçük. Kend isinden daha az eğitimli ve parasız. Bu kadın zen-
ginlik ve lüks peşinde değil. O başka bir şey arıyor.
Odaya girdiği anda nosta ljik bir görünüm sezmiştim onda .
Aşkın böylesine 68 kuşağında bile az rastlanırdı. Demek sade-
ce görünümü değil, ruhu da eski lerde ka lmış Nalan'ın. O hem
çok güzel, hem de san ırım Hayri'nin kolayca erişemeyeceği bir
kadın. Hayri'nin, kendinden her bakımdan üstün böyle bir kadı-
na hayranlık duyması doğal. Ancak Nalan'ı anlamak o kadar ko-
lay değil. Bu kadın gerçekten de sadece aşk uğruna mı her şe-
yinden vazgeçmiş. içindeki hangi güdü, hangi yara yaptırmış bu
kadına bun ları.
Bu güç, bu cesaret, bu kararl ılık kendine ciddi bir kaynak
arar. O kaynak yoksa sadece insanın kendi gücü bunları yapma-
ya yetmez.
Kırk yı llık psikiyatrist olarak, ben bile bunu anlamakta zorluk
çekiyorsam, toplum ne der, ne anlar, neler bulur bu ilişkide. Üs-
telik bu aşk ona çok pahal ıya mal olmuş. Hem de bizimki gibi
bir kültürde bunları göze almak kolay işler değil. Eşini, işini, ai le-
sini ve toplumdaki itibarını kaybetmiş. Cahil desem, cahil de de-
ğil. Bu kadın eğitimli, meslek sahibi biri. Yaşı desem ... Ergenlik
çağı çoktan geri lerde kalmış.
Bu, sadece aşksa , o zaman gücünü henüz benim bilmedi-
ğim bir yerlerden a l ıyor. Yoksa sevi l meye çok ama çok susamış
da, sevgiyi bulduğu bir adam karşısına çıkıverince gözü mü ka-
rarmış.91
"Bütün bunlar az değil N alan Hanım. Hayri Bey için nele-
ri feda ettiğinizin farkındasınız değil mi?''
"Farkındayım. Zaten o yüzden bu kadar yıkıldım ya. Ben
bunu hak etmemiştim."
"Hayri sizi hak ediyor mu?"
Mahzun bir ifade yayı l ıyor yüzüne. Bu devirde aşklar böyle
değil. Bu çok farklı bir hikaye. Geçen yüzyı ldan bugünlere sark-
mış gibi. Bir erkek uğruna sahip olduğun her şeyden vazgeç,
ona sonuna kadar güven ve bir gün o adam, " Bir başkası var"
desin. Hay Al lah ... Keşke ona yardımcı olabi lsem.
"Hayri Bey bu aşk için neler yaptı?''
Bu soru onu şaşırtıyor. Bunu hiç düşünmemiş gibi hayretle ba-
kıyor yüzüme. Önce bir şey söyleyecek gibi oluyor, sonra vazge-
çip susuyor. Artık ona böyle sorular sormasarn daha iyi olacak. Ha-
yatın asıl gerçeklerinin hala pek farkında değil. Çok sevi ldiğine ne
kadar da çabuk inanmış. Çok susuz kalmış o, çok ... Acaba Hayri'ye
haksızl ık mı ediyorum. Gerçekten Hayri de çok mu sevmiş Nalan'ı?
Bir süre dudaklarını büzerek oturduktan sonra, titreyen bir
sesle soruyor bana.
"Bu kadar yanılmış olarnam değil mi Gülseren Hanım?
Hayri beni seviyor, hem de çok seviyor değil mi?"
Tam da aklımdan geçeni sordu. Hayri de o gün bir zamanlar
Nalan'ı ne çok sevdiğini söylemişti bana . Sevmiş ama şimdi vaz-
geçmiş. Vazgeçmek insanı aşktan uzaklaştırıyor. Sanki sevse vaz-
geçmezdi diyor insan ama bir yandan da aşkın ka lıcı bir duygu
olmadığını, zamanla sevgiye, al ışkanlığa, bağlılığa döndüğünü
sadece ben değil bütün dünya söylüyor.
Benim de kafam karışıyor. Nalan'sa dört gözle benim ona gü92
zel bir şeyler söylememi bekliyor. Hayri'nin bittiğini söylediği bir
aşk için ben ona ne diyebi lirim ki . .. Hayri 'deki kırmızı aşk balonu
aniden, onun bile beklemediği bir anda pat diye patlayıvermiş.
Laz kızıyla yeni bir balon uçurmanın peşinde Hayri .
Ona bir yakınının ölüm haberini verecekmiş gibi hissediyo-
rum kendimi. Gerçeklerden işte bu kadar çok korkuyor çünkü
ondaki kırmızı balon hala bütün haşmetiyle tepem izde sallanma-
ya devam ediyor. Bir an göz göze gel iyoruz, yalvarır gibi bakıyor
bana. Bir iki kere yutkunduktan sonra onu incitmemeye çalışarak
yine başl ıyoru m söze.
"Bildiğim bir şey varsa, o da Hayri Bey'in sizi hak etmediği ... "
Bu sözüm hem çok hoşuna gidiyor, hem de iyice hüzünlendi-
riyor onu. Başını sağa sola saliayarak uzun uzun ağl ıyor. Sessizce
bekl iyorum. Ben bir şey demesem de sanırım o bir şeyleri gör-
dü, anladı. Sonra başını hiç kaldırmadan usul usul anlatıyor.
"Olmadık bir adam uğruna her şeyini kaybetmiş bir kadın
gibi değerlendiriyorsunuz beni. O kaybettiklerimi ne kadar
zor kazandığıını bir bilseniz."
"Herkes, uğruna tüm hayatını bir çırpıda feda edebilecek
birilerini arar Nalan Hanım. Hayri'nin bu hayali gerçek ol-
muş. Siz gerçekten kendine özgü, az rastlanır bir kadınsınız.
Bakın, sizin yaptığınızı Hayri yapamamış. Ben yıllardır in-
sanlardan aşkı dinlerim. Herkesin aşkı kendine göredir. Ba-
zılarının altında gizli hesaplar vardır. Çağımızın aşklarını
kazıyınca altından ya para çıkıyor, ya başka hayat garantile-
ri. Sizin aşkınızı da kazıyorum ama ne kadar kazısam altın-
dan aşktan başka bir şey çıkmıyor."
"Teşekkür ederim Gülseren Hanım. İçine düştüğüm bu du-
ruma bile güzel bir yorum getirmeyi başardınız. Oysa bura-
ya gelirken toplum gibi sizin de bu yaptıklanından dolayı beni93
yargılayacağınızı düşünmüştüm. Bu yüzden yıllardır pek dışa-
n çıkmam ben. Dünyadan elimi eteğimi çektim. Alışverişe bi-
le gitmem. Aynı şeyleri giyrnekten de bir şikayetim yok zaten."
''Toplum ne tür tepkiler gösteriyor size?"
"Karşı komşum bile bunca yıldır bana selam vermiyor. Oy-
sa o da yalnız yaşayan bir kadın. Bugün ölsem, cenazeme bile
kimse gelmeyecek. Mahalledeki kasap, manav bile başka tür-
lü bakıyor bana. Biz halamla aynı apartmanda oturuyoruz.
Onu da bir başka sefer aniatırım size. Bana söylemediğini bı-
rakmadı. Öyle de olsa, başıma bir şey gelse, yine de o koşar
yardımıma ya ... "
Nalan aslında kon uşkan biri değil, karşısındakini dinlerken
de, kendini anlatırken de buna di kkat ve özen gösteriyor. Gi-
zemli, çok derin ifadeler kullanırken bile bunu, karşısındakini et-
kilemek, farkl ı ve üstün görünmek için yapmıyor.
"Ben toplumun kurallarına uymadım. Her suçun bir ce-
zası vardır. Öyleyse ben de bunun cezasını çekeceğim. Zaten
bunlara itiraz ettiğim yok ama son ceza çok ağır oldu."
"Her yenilgi, insan hayatına yeni kapılar açar. Hayatı ya-
ratıcı kılan da bunlardır zaten."
"Ben sadece Hayri'yle vardım. O yoksa ben de yoktum.
Ama görüyorum ki, hayat benim sandığım kadar acımasız
değil. Arada bir de olsa insana güzel sürprizler de yapabili-
yor. Siz de benim için sürpriz sayılırsınız. Sanki, 'Ne olursan
ol, gel' diyor gibisiniz."
Bu söz hoşuma gidiyor. Hafifçe gülümsüyorum ona.
"Siz yaptığınız her şeyin kale gibi arkasında durmayı ba-
şarmış, her türlü bedeli ödemiş birisiniz Nalan Hanım. Size
saygı duymamak mümkün mü?"
"Buraya gelirken hiç böyle düşünmemiştim Gülseren Ha-
nım. Siz ayıplamak bir yana, beni övüyorsunuz. Yine Hay-
ri haklı çıktı. Beni buraya getirmek için çok uğraştı. İnsan
bazen ne kadar yanılabiliyor. Ama yine de Hayri, 'Ben artık
başkasını seviyorum' dedi ya, işte bu hiç aklımdan çıkmıyor.
Bana ne önerirsiniz?"
"Size bol bol ilaç vereceğim."
"Aman yapmayın."
"Hayri Bey sizi buraya bunun için getirmedi mi?"
"Evet evet ama verdiğiniz ilacı akşamları yarım alıyorum
zaten."
"Korkmayın canım, şaka yapıyorum. Keşke ilaçla bu işin
içinden çıkabilsek, ne kolay olurdu, değil mi?"
Bu sözlerimin şakasını bile ka ldıramadı. Bazen ben de bu şa-
ka ların dozunu kaçınyorum galiba ama huylu h uyundan kolay
vazgeçmiyor.
Hayri Nalan'ı terk etmekte kararlı görünüyor. Laz kızına fena
tutulmuş. Gerçi onun bugün dediği ile yarın yaptığı birbirini tut-
maz görünüyor ama yine de Na lan zor durumda. Bütün yatırımı-
nı tek bir şeye yapmış işadamlarına benziyor. Sel gelmiş, yangın
çıkmış, evinde yiyecek ekmek bile kalmamış.
Kadıncağızın ne işi kalmış, ne çevresi, arkadaşı, eşi dostu. Hay-
ri giderse gerçekten de sap gibi ortada kalacak. Gerçi aşını ekme-
ğini Hayri vermiyor ama o bütün yaşam enerjisini Hayri'den al ıyor.
Sonsuza kadar sevi leceğine bu kadar yürekten inanmak güzel bir
şey aslında ama sonu böyle olmasaydı keşke ...
"Siz bu hafta benim dediklerimi yaptınız değil mi?"
"Yaptım sayılır. Artık geceleri Hayri rahatça yatağında
uyuyor. intihar etme konusunda da kendime biraz zaman
verdim. Size güveniyorum. Sanki bir şey olacak ve bu acı
kaybolacak gibi geliyor bana.""N asıl bir şey hayal ettiğinizi sorayım mı yoksa o olacak
şey Hayri'nin geri dönmesi mi?"
Başını yine utanarak önüne eğiyor. Onun tek beklentisi bu,
bunu da bil iyorum zaten. Başını ka ldırdığında gözleri nde hafif
bir umut ışığı görüyorum. Ben bu ışığı, bu odadan çıkan her-
kesin gözlerinde görmek isterim ama ne yazık ki o ışığın sahibi
şimdilik ben değilim, Hayri . Benden Hayri'yi ona geri getirme-
mi istiyor.
Eteklerini toplayarak kal kıyor yerinden . Bana adeta yalvaran
gözlerle bakıp elimi sıkarak ağır ağır çıkıyor odadan.
Arkasından biraz d a o n u anlamak için uzun uzun bakıyorum.
Yine bir kra l içe edasıyla yürüyor. Bu kadın zarafet kurslarına ya
da bale derslerine fi lan mı g itmiş acaba? Sıradan biri böyle yü-
rüyemez. Bu öğrenilmiş bir şey.
Böyle bir kadının Rafet Koroğlu gibi ünlü bir a i leye gelin git-
mesi insana çok doğal gel iyor ama gerisini anlamak şimdilik ol-
dukça zor.
Eski Türk fi lmleri gel iyor yine akl ıma. Fakir oğlan ile zengin
kızın aşkı ... O fi lmleri seyretmeyi ne çok severdik. Sanki onları
biz yaşıyormuş gibi nasıl da fi lmin içine girerdik. Çiçek diye bir
açıkhava sineması vardı. Bizim aile sinemaya g itmeye çok me-
raklıydı. Haftada en az bir kere babam hepimizi toplar, sinema-
ya götürürdü. Giyinir, kuşanır, gözlerimiz pariayarak çıkardık ev-
den. Babam çıkmadan evin bütün pencerelerini tek tek iyice ka-
palı mı diye kontrol eder, kapıyı üst üste ki l itler, tam kapandığın-
dan emin olmak için onu birkaç kez iter, kemerine takı lı sarı altın
zincirin ucunda sallanan anahtarları şıngırdatarak cebine koyar-
dı. Anahtar şıngırdayınca işlem tamam derdik içimizden.
Kışın daha çok yabancı fi lmiere götürürdü. Ama yaz geldi mi,
Çiçek sinemasına giderdik. Orayı biz çocuklar daha çok sever-
dik çünkü fi lmi seyrederken diğer seyirciler gibi biz de çekirdek
yer, arada ışıklar yan ınca ya frigo alır ya da "Gazoz var, gazoz ...