Hamiyet hanım suyundan bolca bir yudum içti ve el örgüsü yeleğinin cebinden çıkardığı kenarı oyalı beyaz mendille gözlerini sildi.
-"Babanız öldükten sonra evde kalan son hizmetçi ben olduğum için evi son kez temizleyip oranın kilidini size getirecektim küçük hanım ama merhum babanızın çalışma odasında bir kutu buldum ve üzerinde isminiz yazılı olduğu için de size getirmeyi doğru buldum."
Üzerinde siyah mürekkeple "lacivert'in çocuğu hasret'e" yazılı kutuya bakarak babamın ne sakladığını düşünmeye başladım.
Babam İstanbul'a aşık bir Bey'di. Annemi pek sevmez beni de arayıp sormazdı. 14 Kasım günü sabaha karşı çalışma odasında sandalyesinin üzerinde rakısını içerken kalp krizi geçirerek ölmüş.
Üzülmedim diyemem sonuçta babam, ona içten içe kızıp paramparça olsam bile atamam onu içimden. Annem onun hakkında konuşmazdı, susar sonra da bir sigara yakıp sessizliğe gömülürdü.
Çocukluğum bu yüzden sessiz ama içim fazlaca bağırtı dolu geçti.
Hamiyet hanıma bir şeyler sormam gerektiğini düşünerek konuşmaya başladım;
-"Babam son zamanlarda nasıldı Hamiyet hanım?"
Soru sorduğuma sevinmiş ama babamı da hatırladığı için kederlenmiş bir biçimde konuşmaya başladı.
-"Her zamankinden daha sessizdi, sabahları uyanmaz geceleri de rakı içer ve bir şeyler yazardı. Vefat edeceği gün de bunu hissetmiş gibi sabahleyin güzel kokular sürünüp hizmetçilerle ilgilendi; güzelce giyindi ve odasını topladı. Sonra da derince bir gülümseme ile mutfağa girip bana "Hamiyet hanım mezarıma çiçek dikmeyin olur mu?" dedi. Onaylayıp işime devam ettim." Sebebini de sormadım neden böyle bir şey dedi sorgulamadım da."
-"Babam size karşı pek cana yakın değil miydi? Annem hep "benden başka herkese iyiydi" derdi."
Hamiyet hanım yüzüme biraz bakıp ağlamaya başladı. İnce bir tebessüm ile ve sonra ayağa kalkarak kollarını açtı.
-"Gel bakalım yavrum, birazdan tüm hayatın değişecek ve ben geride kalacağım. Son kez sarılayım sana."
Anlamayarak ve kaşlarımı çatarak Hamiyet Hanıma sarıldım. Saçlarımı eliyle okşadı, bolca gözyaşı döktü ve sonra yavaşça uzaklaştı.
Sandalyeden çantasını alarak içindeki anahtarı elime verdi.
-"Evin anahtarı bu işte hanımım, buyrun. Kendinize dikkat edin."
Sonra el sallayarak uzaklaştı. Binlerce soru işareti bırakması yüzünden beynim allak bullak olmuştu.
Sandalyeye tekrar oturup masadaki kutuyu önüme çektim ve derin nefes alarak içini açtım.
İçinden bir adet kolye, bir adet fotoğraf ve mendil çıktı.
Kolye pek de afilli değil ama ince ve zarifti, fotoğraf ise sanırım annemin gençliğinde şarap içerken çekilen bir resmiydi.
Annemi bu şekilde hayal bile edemeyen ben bunu gördüğümde şok olmuştum.
Mendil ise kırışık ama oldukça temizdi. Burnuma yaklaştırarak kokusunu iyice içime çektim. Çok tanıdık ama bir o kadar da yabancı bir kokuydu bu.
Ne yapmam gerektiğini bilemeyerek cebimden bir sigara çıkardım ve kutunun içine her şeyi yeniden koyup arabaya bindim.
Eğer bir şeyler öğreneceksem babamın evine gitmem lazımdı.
20 yıldır gitmediğim bir eve gitmek ve hayatımda hiç görmediğim babamı araştırmak bana neler getirecekti bilemiyordum.
Çocukluğumda babama dair anlatılanları düşündüm ve arabayı çocukluğuma sürdüm.
Annemin, babamın aşkına ve bir çiftin miladına.
Babamın tek kişilik çabasına.
Annemin yalanlarına.
Benim boş nefretime.
Tanrının görüp de bize hiç göstermediği ve rakı içerken hüngür hüngür ağlayan babama.
Hâlâ sapasağlam olan eve bakarak derin bir iç çektim ve taşlık patikadan yürüyerek elimdeki kutuyla evin kapı kulpunu tuttum.
Beyaz gelinlikli bir kadın öfkeyle eve giriyor. Bağırıyor fazla sinirli. Ardından esmerce bir adam koşuyor. Yalpalayarak ama hırsla. Sonra kadın nereden bulduysa bir silahla kapıdan çıkıyor ve adama doğrultuyor.
-"Öldürürüm seni Han! Benden vazgeç istemiyorum seni. Sevgin hiçbir şeye yaramayacak. Ben Murat'a aşığım."
Sonra adam kalakalıyor. Hareketsiz ve ağlamaklı bir yüz ifadesiyle kadına bakıyor. Çaresiz ve titrek duruyor uzaktan bakılınca.
O da belinden bir silah çıkarıyor ve alnına dayıyor.
-"Sana verebileceğim tek şey yırtık paltomun düğmelerini açıp sana sarılmak ve seni ısıtmaya çalışmak olacak Mukaddes. Haklısın para yoksa sen de yoksun. Hoş kal. Seni sevi-"
Adam yere düşüyor. Hayır silahı sıkmadı, bir anda yere yığıldı. Neden bilinmez kadın silahı hemen adama doğrulttu ve tatmin olmak istercesine yerdeki hareketsiz adama ateş etti.
Gördüğüm anlık olayla hemen kilidi çevirerek kendimi içeriye atıyorum, öyle korkunç ki şaşırıyorum ve gözlerimi açmadan yolunu bildiğim tek odaya adımlıyorum.
Kahve kokulu babamın çalışma odasına.
Etraf antika eşyalarla dolu, zengin ve şık duruyor. Sonra biraz bakınıyorum etrafa aynalı dolabın alt kısmındaki boşlukta bir kasa var.
Şifreli bir kasa olduğu için denemek istemiyorum aslında, sonra ilk önce 0000 deniyorum.
Yanlış.
Sonra sürekli geçmişimle alakalı gördüğüm kabuslardaki tabloda yazan sayıları gidiyorum; 1411.
Doğru.
Biraz daha şaşırıyorum, bu tarih ne benim doğum günüm ne de annemle alakası var. O zaman nereden bildim? Ya da babamın ölüm tarihi nasıl buna denk geldi?
Sonra açılan kasanın içinden derin bir kahve kokusu geliyor.
Önüme dökülen yüzlerce kahve kokulu mektup var, şaşkınlıkla bakakalıyorum.
Cesaretimi toplayıp birine elimi uzatıyorum ve zarfı açıyorum.
Hasretiyle yandığım Lacivert'ime...
***
|•Sağlıcakla kalın.
|•Yazım yanlışları için özür dilerim, fikirlerinizi belirtirseniz mutlu olurum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bu tek kişilik bir savaş mukaddes.
Short Storyçiçekler de umutlar da sağlık da solar gider fakat sevgi kalpte hep diri kalır. bu kaba cebim boş olsa da şu sağlıklı bedenim çürüse de bir yerlerde hâlâ sizi sevdiğimi bilin sevgili lacivert'im.