Wes ter içinde sıçrayarak uyandı. Saat henüz 5 olmamış, maden ocaklarına giden servisler henüz işçileri almak için yola koyulmamıştı. Dışarıda her şey oldukça normaldi. Alışıldık bir cuma sabahıydı; fırın henüz açılmış, yeni güne başlama hazırlıkları tamamlanmış ve ilk ekmekler fırından çıkarken çevreye gevrek bir koku yayılmıştı. Fırıncı Tomks ekmek kırıntılarını kuşların her gün onu bekledikleri yere götürüyordu. Yağmur durmuş ancak hava serinliğini koruyordu. Yağmur mevsimi başladığı için yağış olmayan bir güne rastlamak Satürn sakinleri için oldukça ilginç olurdu. Şehre gidecek olan birkaç kişi henüz uyanmış, uzun yolculuğa kendilerini hazırlamışlardı; zira dağ yolu bitmek bilmiyor, ormanın içinden çıkmak ise sanki günler sürüyordu. Yaşlı Hermon'ın köpeği her sabah oluğu gibi sahibini uyandırmak için kapıyı eşeliyor, Hermon ise yine sızıp kaldığı için hiçbir şey duymuyordu. Balıkçı tekneleri engin Göl'e açılmak için sessizce bekliyorlardı, ancak bu pek de mümkün görünmüyordu, çünkü yağmur yağarsa eğer başları büyük beladaydı. Dalgalar yavaş yavaş fenere vuruyor, tekneler yavaş yavaş sallanıyordu. Kasaba şerifi Lerry, çoktan uyanıp tıraş olmuş kahvesini içiyordu. Oldukça sert bir adamdı, ne de olsa polis! Kızı Marge nasıl dayanıyordu ona, şaşılacak işti doğrusu! Böyle sert adamlar duygusuz gibi görünürler ancak aslında oldukça yufka yürekli olurlar. İşte Lerry buna çok güzel bir örnekti. O sert adam, Marge'ı gördüğünde birden değişiyor, sevecen birine dönüşüyordu. Baba ne de olsa. Eşini kaybettikten sonra Marge'a hem annelik hem babalık yapmış, hepsine rağmen Vali'den bizzat ödüller almıştı. Çok iyi bir polisti ve bunu inkar edecek kimse yoktu. Kasaba meydanı yağan yağmurla tertemiz olmuştu, dışarıda dolaşan birkaç köpekten başka hiçbir şey yoktu.
Ve Pandora... Tüm ihtişamıyla kasabanın ortasında adeta mağrur bir kadın gibi duruyordu; iki yüksek kulesi, sivri zirveleriyle kasabayı selamlıyor, oluklarından yağmur suları yavaş yavaş yere damlıyordu. Kulelerin ortasında ve daha aşağıda yer alan çatı, ortasındaki büyük penceresi ile öyle muazzam görünüyordu ki, bu muhteşem yapının mimarı her kimse çok, çok güzel bir miras bırakmıştı kasabaya. Uzanıp giden bina, nesillerdir varlığını koruyordu. Bazı kısımları ahşap, bazı kısımları ise betondan yapılmıştı. Mahzenlerinin ucu bucağı bilinmiyordu, yalnız yaşlı bayan Minerva, "Ben henüz küçük bir çocukken babam mahzende kaybolanların olduğunu söylerdi. Oraya kimse inmez, zaten inip ne yapsın? Bomboş bir yer! Ne işi olsun insanın orda." diye bahsederdi mahzenlerden. Gizemli bir yanı da vardı Pandora'nın; böyle küçük bir kasabada böylesine bir eserin yer alması oldukça garipti. Koyuya çalan kahverengi kuleleri ve o harika gotik mimarisiyle insanları hem ürpertiyor hem de kendine hayran bırakmayı başarıyordu. Yaşlı Bayan Minerva "Rivayete göre mimarın kızının gözleri doğuştan görmüyormuş ve adam kendini bu yüzden kahrediyormuş. Gecesini gündüzüne katıp kızının gözlerini açmak için uğraşıp durmuş. Ancak ne yaptıysa, ne denediyse bir türlü başaramamış. Satürn'ün tüm güzelliklerini anlatırmış babası ona. Göl'ü, dağları, büyük ormanı... Kızı hep görmek istermiş bu güzel yerleri ama kader bir kez yolunu çizdiğinde değiştirecek güç kimsede bulunmaz. Adam kendini işine vermiş, kasaba meydanındaki eski maden ocaklarının üstüne tüm kasabayı, Göl'ü, dağları ve ormanı, gören muazzam bir bina yapmış. Kızının adını vermiş ona ve adı Pandora olmuş. Adam da kızı da kaybolup gitmişler ama Pandora kim bilir kaç yıldır tüm muhteşemliğiyle Satürn'ü izliyormuş." diye anlatırdı. Bunun gibi birçok hikaye vardı Pandora hakkında ama kesin olarak gerçek hikayeyi kimse bilmiyordu. Zaten kimin umurunda? Bu ihtişamın önünde nefesi kesilmeyen kimse olamazdı. Tek bir gerçek vardı: Pandora Satürn'ün her şeyiydi. Ahşap duvarları, her yol olduğu gibi tamir edilmiş, sahnenin perdeleri onarılmış, büyük salondaki avizeler tamir edilmiş, bekçi George bile odasını temizlenmiş kısacası Pandora oyunlara hazır hale gelmişti. Her şey yolundaydı, yani Satürn'de her şey olması gerektiği gibiydi.
Wes yüzünü yıkadı ve oldukça bitkin bir şekilde demliği ocağa koydu, camın kenarına oturup Göl'ü seyretmeye başladı. "Yine başladı işte lanet olsun! Ne güzel geçmişti. Kahrolası yayın evi! Hep onların yüzünden, ne vardı sanki kitabımı kabul etselerdi. Neyse, kabusların yeniden başlaması iyi olmadı... Belki de bir daha olmaz. Geçen sefer olanları zor unuttum zaten. Aynı şeyleri tekrar yaşamak istemiyorum. Sahi hava da bayağı soğumuş, acaba bugün konferansa gitsem mi. Biraz uyumalıyım önce. Umarım kabuslar devam etmez. Ann iyi bir doktor ama ilaçlar beni sarhoş gibi yapıyordu." Bu düşüncelerle aklı meşgulken rüyasını hatırladı bir anda. Karanlık bir yerde yalnızca koşuyordu. Arkasından gelen ayak sesleri birinin onu kovaladığını gösteriyordu. Korkunç kahkaha sesleri kulağından hala gitmemişti. O iğrenç boğuk ses sanki kulağına çalınıyordu. Ağaçları hatırlıyordu, kocaman ağaçlar ve bir patika. Sesin yankısı kulaklarından henüz silinmemişti, irkildi ve demliğin ıslık sesiyle kendine geldi.
Dünyaya dönmüştü, bir fincan kahve aldı kendine ve gözüne ilişen kitabı eline aldı. Rastgele bir sayfa çevirdi,
"Uyu, ölümün şu küçük parçaları.
Nasıl da tiksinirim onlardan..."
Poe'nun bir alıntısıyla karşılaştı. "Ne kadar da ironik, uyumalı mıyım bay Poe sizce?" diye içinden geçirip kahvesini içtikten sonra yatağına uzandı, yağmur sesine kulak verip uykuya daldı.
Satürn güne başlamıştı. İnsanlar evlerinden çıkmış, işe ya da okula gidiyorlardı. Yağmur oldukça yavaş şekilde yağmaya devam ederken soğuk kendini iyice hissettirmeye başlamıştı.
Wes kapının sertçe çalınmasıyla uyandı. Dışarıdan sesler geliyordu. "Tanrı aşkına yine mi uyuyor bu? Kaç aydır bu konferansı bekliyoruz. Hadi lanet olası uyan artık! Telefona da cevap vermiyor. Hadi artık" Güm-güm-güm!
Wes yatağından kalktı ve kapıya doğru yöneldi. Kazanın beslenmesi gerektiği aşikardı çünkü ev oldukça soğumuştu. "Kim bu saatte böyle kapıyı vuran. Ah bir güzelce uyuyabilseydim." diye düşünerek üzerine hırkasını geçirdi ve kapıyı açtı. Hiç de şaşırmayarak kapıdakini büyük bir normallikle karşıladı. Gelen en yakın dostu Hito'ydu. Öyle sinirli bakıyordu ki Wes'e, sanki ondan en çok nefret eden insandı kendisi. Yıllar önce Wes ile hava alanında tanışmışlardı. Aynı gün, aynı bölümde okumak için Satürn'de gelirken şehirdeki hava alanında karşılaşmışlardı. Kısa bir sohbetin ardından aynı bölümde olduklarını anlamış ve ikisi de bundan oldukça mutlu olmuştu. O günden beri yıllardır hiçbir zaman ayrılmayan iki dost oldular. Hito, Japonya kökenli bir gençti. Orda doğmuştu fakat sonrasında babasının işi dolayısıyla taşınmışlardı. Ailesi oldukça zengindi ama Hito son derece alçak gönüllü, ailesinden para bile kabul etmeyen, kendi çalışıp kazanan son derece kibar ve çalışkan bir gençti. Wes ne olursa ona bahseder ondan fikir almayı severdi. O da aynı şekilde Wes ile paylaşırdı her şeyini. Hatta o kızı bile ilk kez Wes'e anlatmıştı. "Bir insanın sahip olabileceği en iyi dost" derdi Wes onun için. Ama şimdi bu sadık dost, adeta bir alacaklı gibi Wes'in karşısında dikiliyor, sanki onu boğazlamak için an kolluyordu.
-Aylardır bunu bekledin, şimdi uyuyor musun? Bir daha onu ne zaman görürsün biliyor musun? Ancak rüyanda! Kalk giyin çabuk gidiyoruz. Kızlar bizi bekliyorlar. Hemen dedim ne oturuyorsun hala?
Wes henüz neyi aylardır beklediğini anlayamamış, göz ucuyla yatağını kesiyordu.
-Sana da günaydın Hito. İyiyim. Ne olsun işte. Kitabım reddedildi bu arada. Sen neler yaptın, iyisin umarım?
-Dalga geçmeyi bırak üşengeç herif! Hemen giyin bunları yolda konuşuruz kalk hadi!
Wes, hala neyi aylardır beklediğini hatırlamaya çalışıyordu.
-Kim geldi ne geldi ne oluyor Hito? Doğru düzgün konuş zaten başım ağrıyor.
-Mark Heim konferansı hani. Hani en sevdiğin yazar, kitaplarını okuduğun, hiç ağzından düşmeyen hani. Son 30 dakika kaldı başlamasına hadi kalk!
Wes umursamazca bakındı, bir bardak su doldurdu ve bardak elinde sallana sallana bir şeyler karıştırmaya başladı.
-Al Hito, bu onun kitaplarından biri. Sen imzalat, ben gelmiyorum.
-Nasıl yani? Kalk gidiyoruz hadi. Sen deli misin? Ya Luna duyarsa? Seni bu kez ben bile kurtaramaz. Ne kadar üşengeçsin sen hadi!
-İstemiyorum, hastayım. Başım ağrıyor ve kitabım da reddedildi. Kendimi iyi hissetmiyorum. Gelmek de istemiyorum. Luna'ya ben söylerim. Hadi sen git.
Hito gözlerinden alev fışkırarak:
-Wes! Artık kendine gel! Aylardır bunu bekliyorsun, herkese söyledin, buna gelmek zorundasın. Kalk hadi! Hem Luna ile uğraşmak istemezsin bence. Düşünsene en sevdiğin yazar Satürn'de geldi. 5 dakikan var hazırlanmak için. Bekliyorum.
Wes, Hito'nun dediklerini düşündü. Evet haklıydı. Kaç kez böyle fırsat gelirdi insanın eline. Ama içinden de gitmek hiç gelmiyordu. Sonra Luna ile edeceği kavgayı düşündü. Hiç istemeyerek,
-Tamam Hito, sana karşı direnmek imkansız. O kadar çok konuşuyorsun ki.
-Ben de seni seviyorum Wes.!!
-Aşağıda bekle 5 dakika içinde geliyorum.
Wes, yavaş yavaş üzerini giyinirken camdan dışarıya baktı. Göl'ün üzerinde sis birikmeye başlamıştı. Yağmur ince ince yağmaya devam ediyordu. Sanki kış bu yıl erkenden gelecekti. Maden işçilerinin servislerini gördü. İkinci vardiyanın başlamasına az kalmıştı. Dışarısı yine oldukça normaldi. İnsanlar oradan oraya koşuşturmaya devam ediyordu. Yani yaşama telaşı herkesi fazlasıyla sarmıştı. Wes bu denlisine şaşıyordu doğrusu. Çünkü kendisi hiç de öyle biri değildi, o basit şeyleri severdi; yemeğin, içeceğin, dansın, müziğin, kısacası her şeyin. Camın kenarına gelmiş feneri seyrediyordu. Birden aklına gece gördüğü kabus geldi. "Acaba kabuslar yine mi başlıyor, yoksa bir yanılsama mı bu? Umarım tekrar başlamaz. Çalışmam gerek romanın üstünde ve ilaçlar beni çok uykulu yapıyor. Kahretsin! Sanki neden beğenmediler kitabımı! Akşama ne pişirem acaba? Evde biraz ıspanak..."
-WES!!! Kaç dakikadır napıyorsun sen orada! Hadi artık gitmemiz gerek!
Diye seslenen Hito'nun sesiyle birden kendine geldi. Üzerine ceketini alıp saçını şöyle bir düzeltti. Aynada kendine baktı, uykusuzluktan gözleri çökmüştü. Arkasını dönüp anahtarını aldı, kapıyı kilitleyip Hito'nun yanına indi.
-Hadi dostum, gidiyoruz!
-Sanki gel dediğimde hemen geldin! Seni pis üşengeç!
-Ben de seni çok seviyorum sevgili Hito!
Gülerek yürümeye başladılar, ince ince yağan yağmurun altında iki yakın dost konferans salonuna doğru yola koyulurken Satürn'ün her yeri yavaş yavaş oyun afişleri ile kaplanmaya başlanmıştı. Satürn'de her şey yine olması gerektiği gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Satürn
Mystery / ThrillerWes tek başına yaşayan, yazarlık ve çevirmenlik ile uğraşan genç bir öğrencidir. Satürn kasabasına taşınalı uzun zaman olmuştur. Rn büyük amacı, yazdığı romanı yayımlamak olan Wes, bir türlü bu amaca vakıf olamaz. Ancak Satürn'ün orada yaşayan herke...