"Yeter artık gülmeyi keser misin? Evden çıktığımızdan beri hala gülüyon yeter be!"cidden tak etmişti.
"Ay tamam be durdum şaka ettik alt tarafı."
"Şaka mı ettin alt tarafı, Doruk seni boğarım bak sinir etme beni."cümlem bittiği gibi ellerini teslim olurmuş gibi havaya kaldırıp bana baktı.
"Yürü hadi kahvaltı ediceğimiz yer şu sokağın başında kruvasanları bu zamana kadar yediklerimden en güzeli bilirsin damak zevkim gerçekten iyi."
"Bilirim bilirim mesela lise-"
"Bir daha lisedeki anılardan anlatırsan doruk cidden seni burada bırakır kaçarım."
"Kaç."
"Ne?"
"Kaç diyorum ablanın attığı adres var telefonumda evini nasıl buldum sanıyon lan."
"Iıhhh."sinirlenip sokağın başına hızlı adımlarla ilerledim.
"Şuan kaçıyor musun yoksa sokağın başına mı gidiyorsun?"arkamdan seslenen doruk'a hızlıca dönüp cevap verdim.
"Karnım aç sabahın köründe uyandırdın beni o yüzden sokağın başına kafeye karnımı doyurmaya gidiyorum istersen gel!"tekrardan arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Etrafta ki insanlar bize garip bakışlar atıyorlardı. Malum Fransa sokaklarında Türkçe bağırıyorduk bir birimize, ama Doruk ona bu bağırmalarımı ciddiye almayacak kadar yüzsüz.
"Trip saatin mi başladı gene."
"Doruk!"
"Tamam be geldim geldim."koşarak bana yetişip yanıma gelince kolunu omzuma attı, sinirimden biraz çırpındım ama fazla uğraşmadım. Yürümeye devam ettik. Sokağın başına gelince sola döndük burası evime en yakın olan kafelerin olduğu alandı. 5 kafe falan yer alıyordu burada, Fransa da olduğum süreç boyunca hepsine gitmiş , leziz yemeklerini tadmıştım. Lakin 5 kafe arasında en güzel kruvasan burada yapılıyordu. Tabi bu sadece benim damak zevkimdi ama damak zevkime güvenirdim.
Kafenin önüne geldiğimizde başımı yukarı kaldırıp tabelaya baktım. Parıltılı mor tabelaya. Ma belle , aslında buranın kendince ufak çaplı bir hikayesi vardı.
Kafenin sahipleri Fransız değildi aksine Türktüler, 2 sahibi bulunuyordu, 2 sevgili, Azra ile Uğur. Kafe 2 yıl öncesin de Türkiyedeydi. Azra'nın uzun uğraşları sonucu kafe buralara geldi. Azra'nın o uğraşları kafe'nin bir önce ki yerinin 'uğursuz' olması düşüncesiydi. Tatsız birkaç olaydı sadece. Buralara gelmeden önce Azra ile Uğur aslında bu kafenin sadece çalışanlarıydı. Onlara hayallerini gerçekleştirmek için bir fırsat geçmişti. Kafe'nin bir önce ki sahibi yaşlı bekar bir hanımefendiymiş, malum yaşını almış kafeyi emin ellere devretmek istiyormuş. Güvenebileceği tek bu ikisi kalmış onlarda aralarında bir yarış düzenlemişler. Sonrası klasik mutlu son.
Kafe'nin kapısından içeriye girince içerisi sadece onların kendi seçimine bağlı dizayn edilmişti. Kafe'nin içinde ki tonlar çoğunlukla siyah, beyaz ve lila oluşuyordu.
İçeri'yi bu üç renkten biri ile aşırı boğmamışlardı aksine sade kalmıştı. Kafe zaten büyük bir alana sahipti. Masalar ortada olmak yerine duvar diplerinde, cam kenarlarına konulmuştu. Siyah yüksek masa ve sandalyeler, beyaz zemin, lila desenli duvar kağıtları siyah şık aydınlatmalar kafe'yi aşırı hoş yapmıştı. Tezgahlar ön taraftaydı. Azra ile Uğur geçtiğimiz yaz evlenmişlerdi. Türkiye'den aileleri torun baskısı yapıyordu. Bazen şaka amaçlı çocuk yapın tarzı isteklerimi sunuyordum onlara, onlar ise şuan hayatlarını yaşayıp bir kaç yıl sonra bir veya iki çocuk düşündüklerimi söylüyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İŞARET
Novela JuvenilZenginim diye derdim yok mu oluyorum? Hayır çok yanlış düşünmüşsün, evet maddi imkanım aşırı derece yerinde ama derdi olmayan kendini para ile avutan bir salakta sayılmam aile içi sıkıntılar baş gösterdi diyelim ve ben babamın bana sunduğu şeyleri a...