İnsanoğlunun dünyadaki ilk günlerinde, her şeyin güzel ve yeni olduğu zamanlarda hiçbir yerde ne hastalık, ne acı, ne de keder vardı. Zeus henüz kutsal ateşin çalınmasına duyduğu öfkeyi unutmamıştı; üstelik insanoğlunun kendi ateşlerini yakıp yalnızca Olimpos'un koridorlarına ait olan alevin keyfini sürmesi de Zeus'u kızdırıyordu. Prometheus'un çektiği acı bu öfkeyi dindirmeye yetmemişti. Çalınan ateşi alanlar cezalandırılmadıkça Zeus tatmin olmayacaktı. Bu yüzden tanrıları konseye çağırdı ve bu arzusundan onlara söz etti. Tanrıların hiçbiri insan ırkının felakete uğramasını istemese de, Zeus'un isteğine karşı çıkmaya cesaret edemedi. Böylece kendilerine sunulan planı uygulamaya razı oldular ve çok geçmeden insanoğlunun yaratıldığı aynı kilden kadın adını verdikleri canlıyı var ettiler. Kadına tanrıların her biri narinlik, zarafet, inanılmaz güzellik gibi hediyeler bahşetti; fakat Zeus bunlara bir başkasını yani kıskançlığı ekledi ve kadına "tüm tanrıların hediyesi" anlamına gelen Pandora ismini verdi. Sonra Hermes'e Pandora'yı alıp, Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a eş olarak sunmasını buyurdu. Epimetheus kardeşinin yasını tutarken gördüğü gün ışığı kadının parıltısıyla bütün derdini unutuverdi. Bir süre Epimetheus ve Pandora dünyanın bahçelerinde mutluluk içerisinde yaşadılar, Epimetheus onun için her gün tanrılara şükretti.
Bir gün ağaçların altına oturmuş bal ve meyvelerden oluşan yemeklerini yerlerken kendilerine doğru gelen bir yolcu gördüler. Çok yorgun görünen bu yolcu sırtında büyük bir kutuya benzeyen ağır bir yük taşıyordu. Pandora koşarak yolcuyu karşıladı ve ağacın gölgesine gelip dinlenmesini teklif etti. Fakat yolcu -ki kendisi kılık değiştirmiş Hermes'ten başkası değildi- oyalanamayacağını ve gidecek uzun bir yolu olduğunu söyledi. Ancak gece çökmeden gidebileceği yere varabilmek için büyük kutuyu onlara emanet etmek istedi. Bir kaç gün sonra döneceğine söz verdi. Epimetheus ve Pandora bu emaneti özenle koruyacaklarına söz verdiler, yabancıya seve seve yardım ettiler. Yolcu biraz ilerledikten sonra gizemli bir şekilde ortadan kayboldu. Epimetheus bu gizemli kutunun içinde ne olduğunu hiç merak etmiyordu, fakat Pandora yolcunun kim olabileceği ve kutunun içinde ne olduğu hakkında binlerce soru sormaya başladı. Epimetheus her ne kadar bunları düşünmemesini söylese de Pandora ısrarcıydı. Buna sinirlenen Epimetheus ayağa kalktı ve oradan uzaklaştı. Ardından Pandora kutunun başında diz çöktü ve incelemeye başladı. Etrafında kilit yoktu ve sarmalanmış iplikler açılıp düğüm çözüldüğünde meraklı parmakların kutuyu açmasına engel olacak hiçbir şey yoktu. Uzun uzun kutunun üzerindeki figürleri inceledikten sonra Epimetheus döndü mü diye bakmaya gitti. Dönmediğini fark edince tekrar kutuya yaklaştı; fakat açmamak için kendine hakim olacaktı. Oturup merakını bastırmaya çalışırken kutunun içinden seslerin geldiğini sandı, sanki şarkı söylüyorlardı; "aç Pandora, lütfen, lütfen aç ve çıkmamıza izin ver." Pandora hızla düğümü çözdü fakat hala Epimetheus'tan korktuğu için tereddüt etti. Mırıldanmalar tekrar duyuldu; "aç Pandora, lütfen, lütfen aç ve çıkmamıza izin ver." Tam bu sırada kocasının kendisine seslendiğini işitti. Bu zevki başka bir zamana saklamak zorundaydı; yine de içerisinde ne olduğundan emin olmak için şöyle bir bakmak istedi. Kapağı yavaşça kaldırmıştı ki o ufacık aralıktan bile kahverengi kanatlı güveye benzer birtakım minik yaratıklar dışarıya fırladılar. Bir anda etrafını sardılar ve sonunda korku ve acıyla haykırana dek onu ısırmaya devam ettiler. Onları kovalamaya ve Epimetheus'u bulmaya çalıştı fakat o küçük yaratıkların sayıları o kadar fazlaydı ki anında Epimetheus'un etrafını da sardılar. Aynı Pandora'ya yaptıkları gibi onu da ısırmaya başladılar.
Bu olayın ardından karı koca oturmuş kızarmış tenlerine yatıştırıcı bitkiler sürüyorken Pandora, Epimetheus'a bunun nasıl olduğunu anlattı. Ancak Pandora'nın ne denli büyük bir hata yaptığını daha sonra anladılar. Çünkü bu yaratıklar daha önce dünyaya hiç girmemiş kötülük ruhlarıydı. İsimleri Hastalık, Acı ve Keder'di; Kıskançlık, Sefalet, Kibir ve Felaket'ti; Açlık ve Ölüm'dü. Tüm bu kötülükleri kutuya koyan, Pandora'nın er ya da geç açacağını bilen Zeus'tu. Epimetheus ve Pandora ağlayarak tanrıların onları hiç yaratmamış olmalarını dilediler. Pandora bir yandan ağlıyor bir yandan da kutunun içinde başka neler olabileceğini merak ediyordu. Ansızın kutunun içinden hafif bir fısıltı işitti; şöyle söylüyordu:"Aç Pandora, lütfen, lütfen aç ve çıkmamıza izin ver." Bu kez Pandora, Epimetheus'u çağırdı, birlikte yalvaran tatlı sesi dinlediler. Ses öyle yumuşaktı ki bunun kötü bir varlığa ait olamayacağından emindiler. Yine de Epimetheus risk almak istemiyordu fakat Pandora böylesine içten yalvaranın ne olduğunu görmek istiyordu. Epimetheus'un da razı gelmesiyle Pandora bir kez daha kutunun kapağını açtı ve dışarıya güzel, narin kanatları olan küçük bir yaratık çıktı. Doğrudan Pandora'ya uçtu, sonra da Epimetheus'a bir dokunuşuyla ikisinin de yaralarını iyileştirdi ve acılarının unutturdu. Bu nazik elçinin adı Umut'tu. İnsanlara üzülen tanrılar gizlice kutuya saklamışlardı onu. Bir defa serbest bırakılan kötü varlıklar yeniden hapsedilemezdi; fakat her nereye uçarlarsa uçsunlar Umut peşlerinden gitti ve her gittiği yere kanatlarında taşıdığı iyiliği götürdü...
"I want to wrap her with the wings she game me."
"I want to offer you everything that have given me."
"I want you to the let me fall in love with you."