Tell Me Which One Is Worst Living Or Dying First

779 71 87
                                    

   "Kendimden nefret ediyorum."

  "Sorun değil."

    "Ne?"

   "Sadece seni senin yerine de seveceğim. Taa ki kendini benim gözlerimden görene kadar."

   Dağınık ve bakımsız siyah saçları olan gencin gözlerinden birkaç damla yaş düştü, o yaşlar çimenlere damlayıp birkaç tohuma can suyu oldu.

  Genç hafifçe gülümsedi, uzun kirpikleri birbirine yapışmış, gözleri kızarıktı.

  "Ağladığında, gözlerin lavantalara benziyor."

"Bu iyi bir şey mi?"

  "Lavanta sana çok yakışıyor. Onlar gibi kokuyorsun."

   Gülüştüler hafifçe, siyahlı genç birkaç gözyaşı daha döktü. Ağlamayı sevmezdi ama karşısındaki beyazlı, ona kendini ağlarken kabul etmeyi bile öğretmişti.

  "İçim acıyor biliyor musun?"

"Neden?"

   "Ağlıyorsun çünkü. Ağlamana engel olamıyorum."

  "Sevdiğini söylemiştin."

    "Ağlamanı değil, gözlerini seviyorum. Ağlarken bile çok güzelsin. Bu haksızlık. Ben ağlayınca çok çirkin oluyorum."

  "Sen ağlıyor musun ki? Her zaman gülüyorsun sen. Hiç ağlarken görmedim ben seni."

   "Gülmek de bazen ağlamaktır. Herkes farklı şekilde ağlar."

"Hiç ağladın mı ben bilmeden?"

  "Bir kere."

   "Ben ne zaman ağlasam sen duyuyorsun."

  "Sen de ben ne zaman gülsem beni duyuyorsun."

"Aynı şey değil."

   "Öyle."

  "Benimle birlikte ağlasana."

    "Olmaz, çok çirkin olurum o zaman, beğenmezsin beni."

   Siyahlı genç incecik, uzun parmaklarının süslediği elini kaldırıp karşısındaki oğlanın yanağına dokundu.

   Eli buz gibiydi,

  Onun yanağı ise sıcacık.

   "Senin içini, gerçek seni hiç görmedim ben, değil mi?"

    "Gördün ama göremedin."

  "Baktın ama anlamadın diyorsun yani."

  Beyazlı genç hafifçe kıkırdadı, kuşlar cıvıldayarak ona eşlik etti. Yanağında duran eli kendi eliyle sardı.

   "Ben de senin güldüğünü hiç görmedim. Asla kahkaha atmadın, en fazla gülümsedin."

  "Üzgünüm."

    "Belki de ben de seni duyamamışımdır, hm?"

   "Hayır, haklısın. Ama en çok sana gülümsüyorum ben."

    "Benimle gül istiyorum."

  "Benimle ağlayacak mısın?"

    "Seninle ağlarsam, benimle kahkaha atacak mısın?"

   "Korkuyorum."

    "Gülmeye mi?"

   "Sen ağlamaya korkmuyor musun ki?"

      "Haklısın, korkuyorum. Ama birlikte yapmıyor muyuz sonuçta?"

     "Evet... Birlikteyiz."

   Siyahlı genç yavaşça beyazlıya yaklaştı, birbirlerine sarıldılar oturdukları uçsuz bucaksız ot tarlası üstünde.

   Başka da bir şey konuşmadılar, beyazlı her şeyi serbest bıraktı.

   O ağladı,

   Diğeri ağladı.

   Dakikalarca, ağlamaktan yorgun düşene kadar...

   Bu sefer hiçbir şey söylemediler ama ikisi de birbirlerini duydular.

   Sonra çimlere uzandılar, birbirlerine sokuldular.

   Beyazlı uzanıp siyahlının gözyaşlarını öptü, siyahlı onun beyaz saçlarını okşadı.

    "Keşke sana ihtiyacın olan her şeyi verebilseydim."

   "Veriyorsun ya zaten."

      "O zaman kendinden nefret etmezdin."

    "Bu imkansız."

       "Tabii ki değil. Kendinde sevebileceğin o kadar çok şey var ki."

    "Ne mesela?"

      "En başta gözlerin."

    "Nikolai."

        "Hey ben ciddiyim! Gülme- ya da dur. Gül, bu iyi bir şey. Bana doğru gülme ama, ciddiyim diyorum."

    "Seni ciddiye alamıyorum."

       "Alındım."

    "Alınmadın."

      "Kes sesini ve beni dinle."

   "Pekala devam et."

      "Kendini sevmeye gözlerinden başla Fyodor. Aynaya her baktığında gözlerini izle. Onlar çok güzel, sadece bakmak yerine görmen gerek."

    "Ya sonra?"

        "Sonra saçlarını sev, simsiyahlar, çok yumuşaklar, biraz tara onları. Kirpiklerini sev, upuzunlar, dikkat çekiyorlar. Daha da önemlisi ellerini sev, incecik ve uzun parmakların var."

    "Ve her zaman soğuklar..."

        "Ben ısıtırım. Tutarım elini."

    "Her zaman mı?"

        "Her zaman. Kendini fiziksel olarak değil, ruhsal olarak sevmeye ihtiyacın olduğunu biliyorum. Ama bir yerden başlamamız gerek. Bu nedenle gözlerinden başla, benim sevdiğim gibi sevmeye çalış onları. Sonrasında kendini de yavaş yavaş benim seni sevdiğim kadar seveceksin."

     "Ben iğrenç biriyim. Nasıl kendimi sevebilirim ki?"

        "Ben melek miyim sanki? Zamanında iğrenç işler yapmadık mı? Ama hepimizin kendi hikayesi var, bizi buralara başka insanlar itti. Şimdi ise yolumuzu değiştirmeye çalışıyoruz, bu büyük bir adım."

    "Geçmişin seni hiç rahatsız etmiyor mu?"

        "Ediyor tabii ki ama gelecekte en azından beni rahatsız etmeyecek zamanlarım olsun diye değiştiremeyeceğim geçmişimi değil bugünü değiştirmeye çalışıyorum."

     "Öyle söyleyince..."

        "Mantıklı geliyor, değil mi?"

    Beyazlı hafif bilmiş, hafif tatlı bir ifadeyle gülümserken siyahlı da katıldı ona. Hemen yüzünün dibinde olan surata daha çok yaklaştı ve alnını onunkine yasladı.

   "Yani bizim için bile bir umut var diyorsun."

       "Var tabii ya! Sen yeter ki benimle gel, benim vazgeçmeye hiç niyetim yok."

    "Elimi tutacak mısın?"

         "Her zaman."

Siyahlı hafifçe gülümsedi ve -beyazlının tabiriyle- lavanta gözlerinde bir umut ışığı parıldadı.

Yavaşça kendi bedenini beyazlı gencin bedenine yasladı, birbirlerini öptüler.

Beyazlı bayılırdı siyahlının yüzünü gözünü öpmeye fakat siyahlı her zaman ondan beklerdi ilk hareketi. Şimdi ise korkmuyordu onu öpmeye.

Çünkü sonuçta Nikolai, Fyodor'un elini sıkıca tutuyordu...

𝚁𝚊𝚋𝚎𝚗𝚍𝚊 •𝘧𝘺𝘰𝘭𝘢𝘪Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin