Gözleri keskin bir şekilde ağaçların üstlerini kontrol ederken elindeki halatla bir ağaca tırmanmaya başladı.
Taze kokusu her zaman kendini yıllanmış şarap tadıyla yarıştırıyordu.
Sırtındaki kaslar gerilmiş gamze şeklinde hafif gölgelerle kusursuz bir görüntüye ulaşmıştı . Kulaklarını ve burnunu her zaman doğada atağa geçmeye hazır bir hayvanın içgüdüsüyle canlı tutuyordu.
Birbiri ardına düzgünce dizilmiş dişleri sabah saatlerinde kızartılmış bir çekirgenin lezzetli etini birkaç kez çiğneyerek yumuşak etinin tadını damağında bırakıyor ve midesine gönderiyordu.
Boynuna astığı çantasına göz atıp kollarını bir ağaç dalına sardı ve bedenini yukarı çekti. Kürek kemikleri belirginleşmiş oldukça çekici bir hal almıştı
Dalgalı kahve saçları alnından kalın kaşlarına uzanırken uzun kirpiklerinin her hareketinde gözlerini teyet geçiyordu.
Koca bir ağacın tepesinden babasından sonra ona kalacak olan mülküne dikkatle bakmaya başladı.
Gözleri açlıkla yanan midesini güzelce dolduran çekirgelerin yattığı çantayla bir şatoyu andıran kasvetli ev arasında mekik dokuyordu.
Dakikalar gün ışığını alıp giden bulutlar ardından hızla ilerledi. Gece çöktüğünde babasının siyah jipinin farları patikada fütursuzca hüküm sürdü.
Hızlı koşarak babasının araba kapısını kapatma zamanını yakaladı ve bir köpek kadar esnek vücudunda parlayan tek bir ter damlası olmaksızın babasının önünden geçerek evine girdi.
Ahşap ev sessiz ve karanlıktı artık annesinin bağırmaları babasının kıskançlık yüzünden çıkarttığı sorunlar yoktu. Çünkü artık tek başınaydı. Ne annesi vardı ne bir babası.
Cenk 9 yaşındaki bir çocuktan beklenmeyecek hareket ve düşünce yapısına sahipti ama bunu fark edemeyecek bir babayla aynı çatı altında ruhunu kelepçeliyordu.
Almanyadan Türkiyeye döneli bir hafta belki geçmiş belki geçmemişti. Halası ve eniştesini hiç aramıyor. Onların üç senelik öğüt ve öğretilerini aklının kıyılarından bile geçirmiyordu.
Babasının tabağa koyduğu yemekleri sessizce yedi ve gözlerinin içine kaçamak bir bakış savurdu.
Babasının koyu kahve gözleri sol elindeki çatalı batırmış olup sağ elindeki bıçakla zorlanmadan kestiği et parçasında duruyordu.
Gözleri sanki bir şey düşünüyor gibi dolu ve cenk'in anlam vermeyeceği ifadelerle taşıyordu.
Duruşu dik ve bir robot gibi hafifçe öne eğilip yemeği dişlerinin arasına bırakırken inatla ona bakan oğlunu umursamıyor gibiydi.
"Kalkabilirsin evlat." Dedi sadece bitmek tükenmek bilmeyen saniyelerin sonunda.
Cenk kalktı ve ahşap merdivenleri ağır adımlarla atladı . Her adımda kulağına ses geliyordu. Eskiden olmayan ama şimdi merdivenlerin bakımlı olmadığı ve eski olduğunu vurgulayan bir sesti.Çatı katındaki odasının kapısını yavaşça kapattı. Yıllarca evin sahibiyle aynı odada kalan bir böcek gibi görünmez ve nefesi dahi hissedilmez bir çocuktu.
Yatağına uzandı ve loş ışığa sırtını döndü. Duvarda kendi gölgesini görüp kendi kendini yalnız olmadığına inandırmaya çalışıyordu.
Ertesi günü hiç düşünmeyen bir zihnin sessizliğiyle gözlerini karanlığa bıraktı.
karanlık, renkli taşlarına aldanılan bir akarsuyun berrak yüzeyine arzuyla bakan bir aslanın kan kokan salyalarının döküldüğü çağlayan bir bataklıktı.
Bir sabah gözlerini ince bir kadın sesinin yarattığı hisle açtı. Şaşkın bir şekilde sarı saçları kıvırcık ve bakımlı olan kadının yüzünde gezdirdi.
Kadının mavi gözleri cenkin hırçın bakışları altında bile sönmeden duruyordu.
"Çok büyümüş." Dedi kadın Cenk Yazıcı'nın işe gitmek için kusursuz bir hazırlık içine girmiş babası Murat Yazıcı'ya kısaca baktı.
"Evet." Dedi Murat Yazıcı "yusuf da abisine yetişmiş. " cenk yatağından ayrılıp tuvalete girdi. Sesler kesilmemiş kadının annesi olduğunu anlamıştı ama yüzünü görmek bile içinin burkulmasına sebep oluyordu.
"Selda" dedi babası annesine sanki aklına son dakika bir şey gelmiş de hemen söylemezse unutacakmış havasıyla,"bu gece leyla eşiyle birlikte bizi şereflendirmek istiyordu. Yeniden beraber olmamıza kadeh kaldıracağız. "
Kapıdan çıkması ile babasının annesinin dudaklarına dudaklarını sertçe bastırmasına şahit oldu küçük çocuğun koyu kahve gözleri.
"Gece seni çok güzel görmek istiyorum. " dedi murat yazıcı karısının kulağına cazibeli bir tonla.
Karısının mavi harelerine ulaşmayan soğuk gülümsemesine aşkla bakan murat yazıcı odadan ayrıldı ve evin tek kadın hizmetlisi kucağında bir bebekle odaya girdi.
Anne hizmetliye bir baş hareketiyle cenki işaret ettiğinde üç yaşındaki kardeşi kucağına tutuşturulurken annesinin ilgisiz surat ifadesini hafızasına işledi on iki yaşındaki cenk.
Travmalarla doluyordu nefes kesen karanlığı. Gün geçtikçe büyüyen ve onunla anlam kazanan travmalar birer dalga halinde büyük ve üst üste darbelerle vuruyordu kağıt kadar anlamlı fakat üfleyince toz olabilecek ruhuna.
Bakışları hırçın. Dişleri kan tadı arayan bir yırtıcının iştahıyla ortaya çıkıyordu.
Elleri soğuk ruhu dayanıklıydı. Hayatta kalmayı öğrenmişti cenk ve hayatının büyük bir kısmında da öğrenmeye devam edecekti."Hafızaya düşenler ruha kazınır." Dedi genç adam "ruh bir zamanlar geçmişi hatırlamayacak olsa da izlerini anımsaya anımsaya kazar o düşen taşın toprakta bıraktığı derin çukuru ve bulur önünde sonunda gerçeğini. "
al yanaklı kuzu başını salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Al yanaklı kuzu
Teen FictionAdımları kendinden habersiz. Varlığı yüz güldüren bir berraklıkla çevrelenmiş küçük kız çocuğu o bir melek. kanatları olmayan. yem olmaya mahkûm bir kuzu. o buğulu, siyah gözlerini çevreleyen siyah kirpikleri zift karasına bulanmış kirpi dikenle...