Sadece bir ayna...

9 2 0
                                    

Yıldızlı bir gece olması bekleniyordu. Büyük çınar ağacının altında oturmuş yalnızlığından arta kalanları dinliyordu. Ansızın çıkan rüzgar ile irkildi ve yukarı bakma ihtiyacı hissetti. Bulutların hızla bulunduğu noktaya doğru geldiğini gördü ve hiçbir şey yapmadan bekledi. Bir süre sonra damlalar düşmeye, düşen her damla, bir önceki damladan daha hızlı olmaya ve o düşen her damla ile göz yaşı dökmeye, kendine, boşluğuna, yalnızlığına ve yaslandığı ağacın da onu bırakabileceği fikrine ağlamaya başlamıştı. Tekrar yukarı bakmak istedi ancak yağan damlalar buna izin vermedi. Yağmur göz yaşı ile karışıp, yüzünden kalbine doğru süzülüyordu. O kalp ki, içinde tüm karanlığı barındıran, buna rağmen hâlâ bir ışık arayışı içinde olan. Sabırla bekliyordu o ışık gelene kadar...

Gökyüzü çeşitli ışık oyunları yapıyordu bu gece ona. Şimşekler, yıldırımlar. Ve birden müthiş bir gürültü koptu. Gördüğü sadece büyük bir ışıktı. Öyle ki gözleri bir süre parlaklıktan başka bir şey göremedi. Kulağı çınladı ve kalp ritmleri hızlanmaya başladı. Sakinleştiğinde gördüğü yaslandığı ağacın paramparça olduğuydu. Ağaca doğru üzgün gözlerle bakarken ortasında bir parlaklık olduğunu fark etti ve o parlaklığa doğru yaklaşmaya başladı. Attığı her adımda parlaklık artıyor ve onu kendine doğru çekiyordu. En sonunda yanmış ağaçtan geriye kalan parlaklıkla burun buruna gelmişti. Sanki o hüzmelerin içinde bir şeyler vardı. Eğildi ve daha yakından bakmak istedi. Tam o anda ayağı kaydı ve parlaklığın içine düştü...

Çok yüksekten aşağı düşer gibiydi. Her yer çok parlaktı ama tüm nesneler de seçilebiliyordu. Düşmeye devam ederken bulutları gördü. Renkleri olması gerektiği gibi değildi. Yeşildi bulutlar. Mavi yıldızlar gördü. Gökkuşağı olduğunu düşündüğü siyah bir kuşak vardı. İnişine devam ederken yer yüzüne baktı ve vişne akan nehirler gördü. 5 bacaklı at benzeri ama turuncu olan yaratıklar gördü. Bir rüyâda olmalıydı. Hiç uyanmak istemeyeceği kadar güzel bir rüyâda hem de. Renkler çok canlıydı, her şey çok güzel görünüyordu...

Yer yüzene doğru inerken gittikçe yavaşlıyordu. Mor renkli karpuz benzeri meyvelerin asılı olduğu büyük büyük ağaçlar gördü ve onlardan birinin altında onu bekleyen alev saçlı, deniz gözlü dilberi gördü. Birden gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Gerçek olabilir miydi acaba? Her şey gerçek olamayacak kadar mükemmeldi çünkü. Sonra düşünmekten vazgeçti ve anın tadını yaşamak için alev saçlı, deniz gözlü dilberin yanına doğru inişine devam etti. İnanamıyordu hâlâ. Onun yanındaydı, ona bakıyor, dokunuyor, kokusunu duyumsuyordu. Gözlerinin içinde kaybolmamak için kendini zor tutuyordu...

Vişne nehrinden kırmızılığını alan yanaklarına dokundu ve o pamuksu yumuşaklığı hissetti. Alev saçlarına dokundu, ipek gibiydi. Dudaklarına dokundu ve titredi; soğuklardı. Hem de kutuplardaki buz kütlelerinden de soğuk. Öpmek istedi yine de, hamle yaptı ancak alev saçlı dilber yüzünü yana çevirmişti bile gözlerinden süzülen yaşlar ile. Islak yanağına değdi dudakları ve o anda gökyüzü büyük bir gürültü ile yarıldı. Yukarıda kocaman bir el belirmişti. O el alev saçlı dilbere doğru yaklaşmaya başlamıştı büyük bir hız ile. Kendini siper etmeye çalışsa da, elin dokunuşuyla bir kenara savrulup gitmişti. Büyük el, alev saçlı dilberi aldığı gibi yukarı yanına çekmişti. Ve tüm bunlar olurken o sadece düştüğü yerden izleyebildi. Eli kolu bağlıydı ve yapabileceği hiçbir şey yoktu. Gökyüzü yarıldığı gibi büyük bir ses ile kapanırken, el, içinde alev saçlı dilber ile kayboluyordu. Tüm parlaklık siliniyor, her yer kararıyordu. Vişne nehirlerinin rengi kan kırmızısına dönüyordu. Artık o nehirlerde kan akıyordu. Ağaçtaki karpuz benzeri meyveler turuncu oluyordu. Turuncu renkteki 5 bacaklı at benzeri canlıları ise göremiyordu...

Yukarı doğru kafasını kaldırdığında, turuncu kanatlarının kızıl gövdelerini kapladığını görüyordu. Renk değişimlerinden sonra her şey griye doğru dönmeye başlıyordu yavaşça. Gördüğü her şey gri renge bürünüyordu. Kabus içerisinde olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ne zaman uyanacaktı? Amaçsızca koşmaya, grilikten uzaklaşmaya başlamıştı. Yorulana kadar koşuyor aslında belki de kendinden kaçmaya çalışıyordu. Koşusu esnasında sağına bakıyordu turuncu, soluna bakıyordu turuncu. Gördüğü ya da görmek istediği ise kızılına mavi katılmış turuncu oluyordu. Tüm bunlar olurken önündeki kocaman taş parçasını görmedi ve taklalar atarak yuvarlanmaya başladı. Yuvarlanırken bulunduğu boyut da onunla birlikte dönüyordu. Her yuvarlanışı esnasında renk değiştiriyordu her şey. Maviler, kırmızılar, siyahlar, morlar, yeşiller. En son yine gördüğü şey turuncu olmuştu. Sonrasında gözlerini istemsizce kapadı, gördüklerinin sadece bir rüyâ olmasını dileyerek...

Gözlerini tekrar açmaya çalıştığında duyduğu sesler ile yüzünde küçük bir gülümseme belirdi. Yağmur yüzüne vuruyordu. Sesini duyuyordu damlaların. Yavaşça gözlerini açtı ve büyük ağacı gördü. Sıkıca sarıldı, sanki hiç bırakmayacakmış gibi. Birden etrafında insan benzeri yaratıklar görmeye başladı. Kendisine bakıyorlardı şaşkın bir şekilde. Bir an ne olduğunu anlayamadı sonra tekrar sarıldığı ağaca bakmak ihtiyacı hissetti. Gördüğü şey ise sadece bir ayna idi...

Sadece Bir Ayna...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin