2

82 15 10
                                    

Junkyu kayboldu, Junkyu kayboldu...

Hyunsuk'un zihni Jihoon'un attığı mesajla beraber iyice karışmıştı. Önce yatakta doğruldu. Gözlerini yumup tekrar telefon ekranını kontrol etti. Yanlış okumuyordu. Junkyu cidden kaybolmuştu. Ne yapacağını bilmez hâlde üzerine geçirdiği birkaç kıyafetle dışarı çıktı. Şu an ne bekçiler, nöbetçi askerler umrundaydı. Ne olursa olsun Jihoon'un yanında bulunup ona destek olmalıydı, değil mi? İyi bir ilişki içerisinde bulunanlar bunu yapardı.

Birkaç asker kolundan tutup durdurunca yaşadığı şokun etkisinden yavaş yavaş kurtulmaya çalıştı ama nafile, içini kaplayan endişe, korku ve türevi hangi duygular varsa ele geçirmişti bedenini. Korkuyordu, ya sıradaki bensem?

"Hey, bu saatte burada ne arıyorsun? Saat 22.00'ı da geçti. Sokağa çıkma yasağı başladı. Çabuk evine dön."

Asker, geriye dönüp ters istikamette ilerlerken Hyunsuk da ona aldırış etmeden koşuyordu. Çabucak Jihoon'un evine varmalı ve yanında bulunmalısın. İç sesi ona ne komut verirse yapıyordu. Kendisini kaybetmesi her gece başına gelen bir şeydi. Zihnindeki sesi dinlemek onu ne kadar zora soksa da tüm zorluklar ile savaşırken yanında sadece o vardı.

Jihoon'un evine vardığında kapıda beklediği polis arabaları ile karşılaştı. Son kez görenlerin ifadelerinin alınması kadar normal bir durum yoktu. Bu sefer kollarında kelepçeler ile çıkan bir Jihoon beklemiyordu, tabii.

Jihoon, gözlerinde yaşlarla arabaya doğru ilerliyordu. Kasabanın güvenliğinden sorumlu ekip artık Jihoon'un yanında olan herkesin tek tek kaybolmasını şüpheli bir durum olarak kayıt etmişti. Junkyu vakası ile beraber genel müdürlükten karar gelmiş ve kasaba güvenliği adına Jihoon'un tutuklanmasına karar verilmişti. Her şey bir film şeridi gibi akıyordu.

Hyunsuk, var gücüyle araba binmekte olan sevgilisine doğru koştu. Polisler başta yanına yaklaşmasına izin vermese de Jihoon'un, Hyunsuk yanına geldiğinde sakinleştiğini fark edince birkaç dakika konuşmalarına izin verdiler.

"Be-ben... Ben yapmadım. Hyunsuk ben bir şey yapmadım. Korkuyorum, korkuyorum. Ve senden özür dilerim Hyun. Çok özür dilerim. Sadece bir bebek gibi ilgi isteyen biriydim gözünde. Benimle hep ilgilenmek zorunda kaldın. Senin gibi biriyle birlikte olduğum için çok şanslıyım ama lütfen senden rica ediyorum. Bu senden son isteğim... Sadece kaç ve kurtar kendini. Beni ziyarete gelme.. bana yaklaşma. Senin de gitmene izin veremem. Olmaz.. Belki bir gün gerçekten hazır olduğumuzda karşılaşacağımıza inanıyorum. Bunu senin iyiliğin için istiyorum. Kaybetmek ve hayatımda en büyük yer kaplayan birini çok zor. Korkuyorum ama yalnız savaşmalıyım artık. Büyüdüm ama hep küçüktüm gözünde. Büyüdüğümü kanıtlamam lazım. Bana bu şansı ver. Bu senden istediğim son istek. Senin yanında olamadığım tüm günler için de affet beni. "

Gözleri kızarmaya yüz tutmuştu. Korkuyu hem sesinde hem de gözlerinde beliren hüzün parıltılarından anlayabiliyordu Hyunsuk. Onu en çok, en iyi o tanıyordu nasıl olsa. Değil mi? Jihoon, Hyunsuk'un iki elini de kendi ellerine hapsetti ve son kez sol yanağına bir öpücük bıraktı. Hyunsuk ise sadece gözlerini, karşısındaki bedenin gözlerine dikmişti. Gözlerinin dolduğunun farkında değildi. Ya da birazdan hıçkırıklara boğulacağının. Jihoon'a son kez "ağlama." dedi. Başka ne tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Kendinin ağladığından da haberi yoktu. Soğuk bileklerine düşen sıcak damlalarla ağladığının farkına vardı. Polis arabasına binen sevgilisini, artık eski sevgilisi oluyordu sanırım, izlemeye gönlü razı gelmedi. Bakamadı, bakamazdı. Unutmazdı, unutamazdı. Belki Jihoon son zamanlarda onun yanında değildi. Bencilce davranmıştı ama yanında olması bile Hyunsuk'a yetiyordu çoğu zaman. Gözlerini yumdu. Bileklerinde damarları belli oluyor gibi hissediyordu. Saatlerce o kapıda gözleri kapalı bir biçimde bekledi. Ne yapacağını hâlâ bilmiyordu

-fioré

out of his head • hoonsukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin